Türkiye'nin Gündemi Alev Alev Yanarken, Perdenin Arkasında Bekleyen Gizemli Gerçekler!

Türkiye'nin Gündemi Alev Alev Yanarken, Perdenin Arkasında Bekleyen Gizemli Gerçekler!

X'teki sansasyonel haberlerin silindiği, güvensizliğin zirveye çıktığı, siyasetin gerilimle yoğrulduğu ve uluslararası entrikaların sahnelendiği bu karmaşık dönemde, Türkiye'nin nabzını tutan derin bir hikaye başlıyor. Okumaya devam edin, zira asıl büyük

Türkiye, bir dizi tuhaf ve akıl almaz olayın ortasında nefes almaya çalışırken, kamuoyunun adeta bir sis perdesiyle sarıldığı görülüyor. Son günlerde sosyal medya platformu X'in (Twitter) ani çökmeleri ve ardından hızla silinen haberler, ülkenin iletişiminde yaşanan derin tuhaflığın sadece bir göstergesi oldu. Adeta bir dedektif filmi senaryosunu aratmayan bu karmaşa, insanların günlerdir sorduğu "Acaba PKK silah mı bırakıyor?" sorusundan, ekonomik yıkımın kapımıza dayanmasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Bu makale, perde arkasındaki gerçekleri aydınlatmaya çalışacak ve sizi, anlatılanla yaşanan arasındaki uçurumun derinliklerine çekecek. Haber akışımız burada bitmiyor; bu, sadece başlangıç…

İzmir sokakları, "Don Carleone" filmlerini anımsatan gözaltı operasyonlarıyla çalkalandı. Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer dönemindeki deprem konutları kooperatif süreçlerine ilişkin iddialar soruşturulurken, 157 kişi gözaltına alındı. Ancak bu gözaltıların şekli, polis araçlarının çakarlarıyla adeta bir narkotik operasyonu gibi sunulması, kamuoyunda "korkunç bir kara propaganda ve itibarsızlaştırma çalışması" olarak yorumlandı. Bu operasyonların yalnızca eski ve yeni CHP'li belediye başkanlarına yönelik olduğu iddia edilirken, 80 yaşındaki kronik hastalıklara sahip tiyatro sanatçısı Yücel Erten'in bile konuyla ilgisi olmamasına rağmen gözaltına alınması, vicdanları sızlattı ve bu durum "cadı avı"na benzetildi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Dairesi Başkanı Ramazan Gülten'in, Üsküdar sahilindeki kaçak kafeleri yıktırdığı için sokak ortasında çeteler tarafından darp edilmesi ve ardından tutuklanarak 100 günden fazla süredir Silivri Cezaevi'nde tutulması, Türkiye'deki bürokratların karşılaştığı vahim durumu gözler önüne seriyor. Eşi hamile olan ve evini satmak zorunda kalan Gülten'in, ilk çocuğunun doğumuna tanıklık edememe ihtimali yürek burkuyor. Bu olayların İzmir'deki soruşturmayla bağlantısı ise Osman Gökçek'in, Beyaz TV'de İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İzbeton şirketindeki yolsuzluk iddialarını bir saat boyunca detaylı bir şekilde anlatmasıyla ortaya çıktı. Gökçek'in bu yayını, İzmir savcılığının soruşturma başlatması için bir suç duyurusu kabul edilerek süreci resmen başlattı ve halkın güven duyduğu habercilik anlayışını yansıtan https://www.avazturk.com gibi platformlar bu gelişmeleri yakından takip etti.

Toplumun kurumlara olan güveni adeta dip yapmış durumda. Asal Araştırma'nın verilerine göre, halkın %25'i hiçbir kuruma güvenmediğini belirtiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne %18, Milli İstihbarat Teşkilatı'na %13,5, Emniyet Müdürlüğü'ne %10 gibi oranlarla güven duyulurken, Cumhurbaşkanlığı'na %8,3, Meclis'e ise %8,1 güven oranı kaydedilmesi dikkat çekici. Özellikle Meclis'in, muhalefet soru önergelerine yanıt veremeyen, zeytin ağaçları için mücadele eden çiftçilerin veya özel sektör öğretmenlerinin içeri giremediği, hatta polis barikatlarıyla engellendiği bir yapıya bürünmesi, bu düşük güveni açıklamaya yetiyor. Yüksek Seçim Kurulu'nun "hiçbir şey olmadıysa da evet bir şey olmuştur" gibi ifadelerle seçimleri iptal etmesi, Diyanet İşleri Başkanı'nın Hac'da ütücüsüyle seyahat etmesi, TÜİK'in enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığı algısı ve medyanın %0,8 gibi "hak ediyoruz" denilen bir güven oranına sahip olması, bu güven bunalımının boyutlarını açıkça ortaya koyuyor.

Peki, günlerdir beklenen PKK'nın silah bırakma görüntüsü ne oldu? Gazeteci Nagihan Alçı'nın "güvenilir kaynaklardan edindiğim çok önemli bir bilgi" diyerek duyurduğu, PKK'nın önde gelen isimlerinden Mustafa Karasu ve 30 teröristin Irak hükümeti ve Kürt Bölgesel Yönetimi gözetiminde silah bırakacağı haberi, medyada kısa süreli bir fırtına estirdi. Yeni Şafak ve eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk gibi isimlerin de benzer haberleri paylaşıp aniden silmeleri, kafalardaki soru işaretlerini artırdı. Saat 12:00'de beklenen görüntüler gelmezken, kamuoyunda "iletişim stratejisi sorunu mu var, örgüt içinde tartışmalar mı yaşanıyor, yoksa iktidar içinde bir anlaşmazlık mı söz konusu?" gibi sorular yankılandı. Doğan Burak imzalı "PKK'nın silah bırakma kararının ardından 20 kişilik bir ekip Irak'ta teslim oldu" şeklindeki son dakika haberinin saniyeler içinde "sayfa bulunamıyor" hatası vermesi ise işin gizemini katladı.

Tüm bu kafa karışıklığının ortasında, saat 12:00'de beklenenin çok farklı bir gelişme olduğu ortaya çıktı: İstanbul Taksim'deki bir otelde toplanan 39 kişilik uluslararası bir heyet, Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması çağrısında bulundu. Eski Cenevre Belediye Başkanı Ramy Pagani'den Almanya Sol Parti Federal Milletvekili Ferhat Koçak'a, Avrupa Parlamentosu Ortadoğu danışmanı Francescoini'den farklı ülkelerden siyasetçiler, akademisyenler, sendikacılar ve avukatlardan oluşan bu heyet, Öcalan'dan gelen mektubu da kamuoyuyla paylaştı. Mektupta Öcalan, bu çabayı "salt bireysel bir dayanışma ya da kişisel bir özgürlük arayışı olarak değil, toplumsal barış, demokratik çözüm, halkların birlikte özgür yaşama iradesinin bir parçası olarak" gördüğünü ifade etti. Bu gelişme, DEM Parti'nin Bahçeli ve Özgür Özel ile randevu talepleri ve Erdoğan ile DEM Parti heyetinin 9 Temmuz'da Beştepe'de bir araya gelecek olması gibi siyasi diyalogların ortasında, sürecin bambaşka bir boyutunu işaret ediyor.

Bir diğer gündem maddesi ise Leman dergisine yönelik operasyon oldu. Karikatüristlerin de aralarında bulunduğu dört kişinin tutuklanması ve derginin "dışarıdan fonlanma" iddiasıyla mali soruşturmaya tabi tutulması, basın özgürlüğü tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Muhafazakâr gazeteci Nihal Bengisu Karaca'nın, Leman'a saldıran grubu eleştirerek "Allahu ekber kelimesini bir linç sloganına çevirdiler" demesi, olayın provokasyon boyutunu bir kez daha gündeme taşıdı. Gazeteci Candan Yıldız'ın araştırması, eylemcileri toplayan kişinin Muş Alparslan Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Abdülkadir Şen olduğunu ortaya çıkardı. Şen'in "istiklal Caddesi'nde namaz kıldık, namaz bir ibadettir, namaz bir duadır ve devrimdir" ve "Leman dergisinin karşı binasına Tevhit Bayrağı asıldı" paylaşımları da dikkat çekti. Ancak videolarda eylemcilerin, kendilerini toplayan "hoca"nın olay yerinden kaçtığını sorgulaması, bu provokasyonun da kendi içinde bir gizem barındırdığını gösterdi.

Tüm bu gelişmelerin gölgesinde, Ekrem İmamoğlu'nun tutukluluğunun 100. gününde Saraçhane'de düzenlenen miting, beklenenin çok ötesinde bir katılımla tarihi anlara sahne oldu. Yaklaşık 30 miting içinde en kalabalık buluşma olarak kayıtlara geçen Saraçhane, CHP'nin ve organizatörlerin büyük sorumluluğu sayesinde kimsenin burnu kanamadan atlatıldı. Mitingin en çarpıcı anlarından biri, Antalya'dan gelen 21 yaşındaki "Pikachu" kostümlü Hasan ile Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal'ın yan yana yürümesi oldu. Bu görüntü, Türkiye'nin farklı kesimlerinden insanların ortak bir amaçta birleşebileceğinin sembolü haline geldi. Mitingin canlı olarak Reuters gibi uluslararası ajanslar tarafından tüm dünyaya servis edilmesi, olayın küresel çapta ne denli önemli algılandığını gözler önüne serdi. Avrupa Parlamentosu'nda "Free İmamoğlu" pankartları açılması da, davanın uluslararası boyutunu pekiştirdi. Öte yandan, Ümit Özdağ'ın mitinge katılmama kararı tartışma yaratırken, Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan gazeteci Fatih Altaylı'nın Uğur Dündar'a "hapishane topuk dikenimi iyileştirdi" demesi, ironik bir şekilde dahi olsa, Türk halkının mizah anlayışının zorlu koşullarda bile ayakta kalabildiğini gösterdi.

Ancak bu heyecan verici ve bir o kadar da karmaşık tablonun ardında, acı bir gerçek tüm çıplaklığıyla duruyor: Ekonomi. Yarın açıklanacak enflasyon rakamları, Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) zamlarıyla birlikte her şeye ani zamların geleceğinin habercisi. Doğalgaza son dönemde gelen %117'lik toplam zammın, küresel piyasalarda doğalgaz fiyatları düşerken yaşanması, vatandaşın sırtındaki yükün her geçen gün arttığını gösteriyor. Akaryakıttan sigaraya, alkolden bedelli askerliğe kadar birçok ürüne gelen zamlar, "iğneden ipliğe her şeye zam" deyimini gerçek kılıyor. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarına kimsenin inanmadığı bir ortamda, kamu işçisi ve emekli zamlarının belirlenmesi, evdeki hesabın çarşıya uymadığının en somut kanıtı. Zeytin çiftçilerinin meclis kapısında engellenmesi ve Acun Ilıcalı'nın yasa dışı bahis soruşturması kapsamında mahkemede aylık 5 milyon TL geliri olduğunu açıklaması gibi haberler, kamuoyunun yaşadığı gerçeklikle, resmi söylemler ve görünenler arasındaki büyük uçurumu daha da derinleştiriyor.

Ve gelelim bu karmaşık ve gerilim dolu tablonun belki de en dikkat çekici detayına, geleceğe dair çarpıcı bir ipucuna. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın yapay zeka teknolojilerine uyumu hedefleyen ve Türkiye'yi 2030'da dünyanın en büyük yapay zeka ekonomilerinden biri yapma vizyonunu anlatan yapay zeka destekli videosu yayınlandı. Bu video, Türkiye'nin gelecekteki teknolojik atılımlarını ve ekonomik hedeflerini gözler önüne seriyor; ancak, bu idareci ve vizyoner kadroda yalnızca erkek figürlerin yer alması, tek bir kadının dahi bulunmaması şaşkınlık yarattı. Bir buçuk dakikalık bu tanıtım filminde, Türkiye'nin yapay zeka çağına kadınsız mı hazırlandığı sorusu, görünen ile yaşanan arasındaki belki de en temel ve en düşündürücü çelişki olarak öne çıkıyor. Bu detay, tüm diğer karmaşık olayların ve güvensizlik ortamının ötesinde, ülkenin geleceğine dair çok daha derin bir mesaj veriyor.