Türkiye'nin Kaderini Belirleyecek Kritik Hamleler Kapıda!
Sivas Katliamı'nın acı yıldönümünde patlak veren Leman dergisi krizi, Saraçhane'ye taşınan gerilim ve şoke eden bir liderin adımı... Türkiye siyasetini derinden sarsan olaylar zincirinin arkasında ne var? İşte tüm detaylar ve CHP'nin önündeki kritik yol..
Türkiye, tarihinin en kritik dönemeçlerinden birini yaşarken, siyasetin dehlizlerinde dönen entrikalar ve tansiyonu yükselten olaylar zinciri hız kesmeden devam ediyor. Bu makale, sadece güncel bir haberi aktarmakla kalmayıp, bu olayların ardındaki derin stratejileri, potansiyel tehlikeleri ve muhalefetin geleceğini şekillendirecek radikal değişim çağrılarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serecek. Bir yandan geçmişin acı izleri yeniden gündeme gelirken, diğer yandan geleceğe yönelik kritik hamlelerin ipuçları beliriyor. Okuyucuyu koltuğuna bağlayacak bu haber dizisi şimdi başlıyor...
Her yıl 2 Temmuz'da olduğu gibi, bu yıl da Sivas Madımak Katliamı'nın acı hatırası yürekleri dağladı. 2 Temmuz 1993'te, Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılan aydınların kaldığı Madımak Oteli önünde toplanan gerici bir kalabalık, saatler süren gösterilerin ardından oteli ateşe vermişti. Maalesef bu korkunç saldırıda 36 aydınımız yaşamını yitirmiş, olay Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Can Ataklı'nın ifadelerine göre, bugün AKP'nin kalesi olarak bilinen Sivas, o dönemde farklı bir yapıya sahipti ve bu olay, tarihimize katılan "çok önemli gerici ayaklanmalardan biriydi". Katliamın fitilini ateşleyen olaylardan biri de, o dönemin Aydınlık gazetesinde yazarlık yapan Aziz Nesin'in, İranlı yazar Salman Rüşdi'nin "Şeytan Ayetleri" adlı kitabından bazı bölümleri köşesinde yayınlamasıydı. Kentte, Aziz Nesin'in "Ben 1000 yıllık bir kitaba niye inanayım?" dediği söylentileri yayılarak gerici gruplar harekete geçirilmişti. Özellikle Cuma namazı çıkışı toplanan "çoğu yobaz, şalvarlı, cübbeli, sarıklı, uzun sakallı tipler" ile "normal mütedeyyin insanlar"ın da katılımıyla kalabalık giderek artmış ve provokasyon için uygun bir ortam oluşmuştu. Otel önünde saatlerce süren gösterilerin ardından, molotof kokteylleri benzeri meşalelerle otelin birinci katı ateşe verilmiş, alevler hızla tüm binayı sarmıştı. Otelde bulunan çoğu İstanbul'dan veya yurdun diğer bölgelerinden gelen aydınlar üst katlara kaçsa da, duman ve alevler nedeniyle yaşamlarını yitirmişlerdir. Can Ataklı, 33 sanatçı dahil 36 veya 40 kişinin can verdiğini belirtirken, Aziz Nesin'in itfaiye merdiveniyle kurtarılan tek kişi olduğunu vurguluyor.
Peki, bu vahşet yaşanırken devlet ne yapıyordu? O dönemde askerin müdahale etmemesi veya edememesi büyük tartışmalara yol açmıştı. Can Ataklı, 28 Şubat döneminde, yani 1997'de çıkarılan Emasya (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) protokolünden bahsediyor. Bu protokolün amacı, "bazı toplumsal olaylarda polis yetersiz kalırsa ya da o bölgedeki kolluk kuvvetleri yetersiz kalırsa askerden yardım istenmesi" idi, ancak Sivas'ta bu uygulama gerçekleştirilemedi. Ataklı'ya göre, valinin izninin olmaması, dönemin İçişleri Bakanı Gazi'nin göreve henüz üçüncü gününde olması, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'e haber verme süreçlerindeki kopukluk, olayın vahametinin anlaşılamaması ve mülki amirlerin "yetersizliği ve beceriksizliği" bunda etkili olmuştur. Asker sadece kent dışından kalabalıkların gelmesini önlemek için "dış korumada görevlendirilmişti". Emasya protokolü, daha sonra 2010 yılında Erdoğan iktidarı tarafından kaldırıldı. Gerekçe olarak Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında oluşan "darbe paranoyası" gösterilse de, Ataklı asıl amacın "Türk Silahlı Kuvvetlerini tümüyle etkisiz hale getirmek iktidarın ordusu haline getirmek" olduğunu ileri sürmektedir. Bugün ise, toplumsal olaylarda polisin (özellikle çevik kuvvetin) "bir ordu gibi" görevlendirildiği gözlemlenmektedir.
Tam da Sivas Katliamı'nın yıldönümüne denk getirilen, "korkunç katliamın" anılacağı günlerde, Türkiye yeni bir gerilimle sarsıldı: Leman dergisi karikatür krizi. Can Ataklı, bu olayın "çok net" bir "provokasyon" olduğunu iddia ediyor. Leman dergisi 26 Haziran'da yayına çıkmış olmasına rağmen, gösteriler 1 Temmuz akşamı yani olaydan tam 4 gün sonra düzenlenmişti. Ataklı'ya göre, karikatür derginin kapağında bile değildi, sadece bir karikatüristin kendi köşesinde çizdiği beş altı karikatürden biriydi, bu da olayın organize edildiği şüphesini güçlendiriyor. "Dışarıdan da getirildiği söylenen birtakım militanlar" Leman dergisi önüne giderek protesto gösterileri düzenlemişlerdir. Ataklı, "iktidarın bütün yetkilileri Erdoğan'dan başlayarak hepsi ateş püskürdü" ve olayın anında "Peygamber Efendimize saldırı affedilemez" gibi pankartlarla sokağa taşındığını belirtiyor. "İnancımız için ölürüz Hazreti Muhammed için ölürüz" sloganlarının "milletin böyle bir kaygısı yok" gibi suni olduğunu dile getiren Ataklı, ülkenin %90'ından fazlasının Müslüman olduğunu ancak 100 yıl önce kurulan Cumhuriyet sayesinde "laiklik anlayışı getirildiği için dini bir anlayışla yönetilmiyor" oluşuna dikkat çekiyor. Ancak Ataklı, bugün gelinen noktada "maalesef muhalefeti de sardı" şeklinde bir gözlemde bulunarak, yaşam biçiminin dini kurallara göre yönlendirilmeye çalışıldığını ve "laiklik kavramı ve laiklikle ilgili suçlar neredeyse tamamen ortadan kalktı" diyerek endişesini dile getiriyor. Can Ataklı, Hazreti Muhammed'i resmetmenin bazı Müslüman ülkelerde büyük günah kabul edilse de, bunun "çok da tabu değil" olduğunu ve İslam alimi Biruni'nin bile peygamberi resmettiğini hatırlatarak bu hassasiyetin "son yıllarda daha böyle bir katılaşmış ve hani en büyük hassasiyet olarak sunuluyor" olduğuna işaret ediyor. İşte tam da bu noktada, bu olayın "tam da Madımak katliamının yıldönümüne denk getirilmesi insanda ister istemez şüphe oluşturuyor". Bu tür önemli haberleri ve siyasi analizleri yakından takip etmek için https://www.avazturk.com gibi güvenilir platformları ziyaret edebilirsiniz.
Olaylar zinciri burada bitmiyor. Leman dergisi önündeki gösterilere polisin müdahalesi, ülkenin genelindeki toplumsal olaylara yönelik çifte standartlı yaklaşımını da gözler önüne serdi. Ataklı, dergiyi yakmaya kalkanlara karşı bir miktar müdahale olsa da, genelde protestoculara en ufak bir engelleme yapılmadığını belirtiyor. Ancak aynı saatlerde, Ankara'ya yürüyüşe çıkan sekiz emekli öğretmenin Meclis önünde haklarını talep etmeleri üzerine "polisimiz o tamamen şey gibi böyle ceberrut o yaşını başını almış öğretmenleri sürükleyerek iterek kakarak ters kelepçelerle aldı götürdü". Can Ataklı, İçişleri Bakanı'nın bu "vahşete varan şiddet görüntülerini iftiharla" sunarken, Leman önündeki kalabalığa karışan "yabancı isimler" ve "Özbekler, Afganlar" gibi şüpheli unsurları görmezden gelmesini eleştiriyor. Bu gerilimli ortamda, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'dan gelen açıklama ise siyasi arenayı bir kez daha şaşırttı. Özdağ, yazılı bir talimatla, Zafer Partisi'nin "CHP'nin Saraçane'de yapacağı mitinge partimizden hiç kimse katılmayacaktır" şeklinde çok sert bir açıklama yayınladı. Özdağ, bu kararı Leman karikatürünün yarattığı "provokatif ve düşüncesiz ve hadsiz bir karikatürün yol açtığı tartışma protesto ve kutuplaşma iktidar bloğunun en aşırı unsurlarına yeni provokasyon fırsatı vermiştir" endişesiyle aldığını ve Saraçhane mitinginin de bu provokasyon sürecinin bir parçası olabileceğini düşündüğünü ifade etti. Özdağ, partisinin böyle bir provokasyonun parçası olmayacağını belirterek, CHP'nin hukuk devleti ve demokrasi mücadelesinde başarılı olmasını diledi ancak partisinin mitinge davet edilmediğini de vurguladı.
Can Ataklı, Ümit Özdağ'ın bu tavrını "en hafif tabirle hiç hoş olmadığını" ve hatta "ayıp bir şey" olarak nitelendiriyor. Ataklı'ya göre, CHP'nin tek tek parti davet etmediği, herkese açık bir mitinge Zafer Partisi'nin "katılmayacağını bildiri yayınlamanın bir alemi yok". Ataklı, Özdağ'ın bu kararı Leman olayına bağlamasının ve kafalarda "bir anda bir panik yaratmasının" çok yanlış olduğunu savunuyor. Leman dergisinin bir provokasyon hazırlayıp kaçtığı iddiasını da "Allah aşkına aklımızla oynama" diyerek reddeden Ataklı, Leman'ın daha önce İsrail'i yerden yere vuran karikatürler yayınladığını hatırlatıyor. Ataklı, Özdağ'ın bu açıklamasıyla "mtinge katılmaya niyetli belki binlerce on binlerce insanın önünü kestiğini" ve sonrasında "işte bak ben oyunu bozdum" demesinin kabul edilemez olduğunu belirtiyor. Can Ataklı'nın en çarpıcı iddiası ise, Ümit Özdağ'ın bu ani ve yazılı açıklamasının "iktidarla anlaşmalı mı yaptın gibi bir soruyu sordur"duğudur. Ataklı, İmamoğlu aleyhine "etkin pişmanlıktan yararlanan itirafçılar" aracılığıyla bir "kanaat oluşturulduğunu" belirterek, Özdağ'ın bu tavrının da benzer şekilde "şüphe bulutunu" üzerinden kaldırması gerektiğini vurguluyor. Ataklı, hukuken her şeyin kitabına uydurulsa da "hukukun uygulanmadığını" ve "yargının sopa gibi kullanıldığını" dile getirerek, CHP'nin mevcut "hukuku savunarak" yaptığı mücadelenin "yetersiz kaldığını" belirtiyor.
Tüm bu gelişmelerin ışığında, CHP'nin Saraçhane'deki mitingi, büyük bir kalabalığa sahne olsa da, Can Ataklı'ya göre "en büyüğü değildi" ve "kanıksanıyor". Ataklı, polisin miting sonrası insanları dağıtmak için "gaz sık"ması, yaşlı öğretmenlere uyguladığı şiddet ve Mahir Çayan fotoğrafları taşıyan gençlere müdahale ederken, Taksim'de "hilafet bayraklarıyla çıkan Atatürk'e Kemalist kafirlere ölüm diye bağıranlara" ağzını bile açmamasını eleştirerek, polisin "çok kötüye kullanıldığını" söylüyor. Ataklı, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "cunta" ve "ucube rejim" gibi sert ifadeler kullanmasını desteklese de, bunun tek başına yeterli olmadığını düşünüyor. **İşte tüm bu gelişmelerin ışığında, Can Ataklı'nın Türkiye siyasetine ve özellikle muhalefete yönelik çarpıcı çağrısı, bu haberin asıl vurgusunu oluşturuyor: CHP, artık "yöntemleri değiştirmesi lazım". Ataklı, mevcut "mitingler kabak tadı verebilir" ve "bir etkisi yok" diyerek, çok daha etkili ve vurucu stratejiler geliştirilmesi gerektiğini savunuyor. Ona göre, CHP, İstanbul'da tek bir büyük miting yapmak yerine, Türkiye'nin 20-40 farklı noktasında aynı anda dev ekranlarla mitingler düzenlemeli, tıpkı Fenerbahçe'nin şampiyonluk kutlamaları gibi halkı harekete geçirmeli. Dahası, sadece hukuksal savunma yerine, "yürüyüş düzenlenmeli" ve "hareket olmalı". Ataklı'nın en can alıcı önerisi ise, "AKP'nin yolsuzluklarıyla ilgili ortaya bir şey konmuyor" eleştirisidir. Ona göre, "karşı saldırı"ya geçilmesi, "milletin önüne bir şey koyulması" şarttır. Özellikle "Kıbrıs olayı" ve buradaki "milyarlarca dolarlık kara para aklamalar, rüşvetler, yolsuzluklar" ile ilgili Mı6 ve CİA'in elindeki kasetlerin "iktidarın yumuşak karınlarından biri" olduğunu belirterek, bu konunun her gün gündeme getirilmesi ve aktif bir kampanya yürütülmesi gerektiğini şiddetle tavsiye ediyor. Ataklı, belediye başkanlarının ve yönetimlerinin "kayyum atanmış gibi" nefes alamadığı bir ortamda, "halka anlatmak lazım" diyerek, sadece savunmada kalmak yerine iktidarın yolsuzluklarını halka sürekli ve organize bir şekilde anlatarak "bunun üstüne çıkacak bir şey bulmak zorunda" olunduğunu belirtiyor. Bu, yalnızca siyasi bir eleştiri değil, aynı zamanda Türkiye'de hukukun işlemediği ve adaletin siyasi bir sopaya dönüştüğü bir dönemde, muhalefetin hayatta kalma ve etkili olma mücadelesi için radikal bir yol haritası niteliğindedir.