Türkiye'nin Kaderini Değiştirecek Büyük Oyunun Gizemli Perdesi Aralandı!

Türkiye'nin Kaderini Değiştirecek Büyük Oyunun Gizemli Perdesi Aralandı!

ürkiye'nin siyasi sahnesindeki gelişmelerin tesadüf olmadığı iddia ediliyor. Ekrem İmamoğlu davasından PKK'nın yükselişine uzanan, 50 yıllık derin bir planın izleri sürülecek. Erdoğan sonrası dönemi şekillendirecek şaşırtıcı ittifaklar ve büyük toplumsal

Türkiye siyasetinin derinliklerinde, gözlerden uzak bir kurgunun işlendiği, hiçbir olayın tesadüf olmadığı yönündeki çarpıcı iddialar, ülkenin geleceğine dair endişe verici ancak bir o kadar da heyecan uyandıran bir tablonun işaretlerini veriyor. Bu makale, sadece yüzeyde görünen olayları değil, perde arkasındaki büyük oyunu ve Türkiye'nin yakın geleceğini nasıl şekillendireceğini mercek altına alıyor. Okumaya devam ettikçe, her bir detayın büyük bir yapbozun parçası olduğunu fark edecek ve bu tarihi sürecin nasıl bir sona doğru ilerlediğine tanıklık edeceksiniz.

Kaynaktaki yorumcu, Ekrem İmamoğlu davasının, iktidar tarafından "ilmik ilmik örülmüş bir hazırlık davası olmadığını" vurguluyor. Aksine, bu davanın Külliye içerisindeki 3-4 kişi tarafından kararlaştırıldığını ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ikna edildiğini belirtiyor. Bu durum, konuşmacının deyişiyle, "Erdoğan'ın eliyle Erdoğan'a operasyon" olarak adlandırdığı tarihsel bir süreci gözler önüne seriyor. Bu süreç, AK Parti sonrası bir siyasal iktidarın neler yapabileceğine dair kamuoyu desteğinin oluşması için kurgulanmış gibi duruyor. Hiçbir şeyin tesadüf olmadığı bu kurgulanmış tarihsel sürecin siyaseten devam edeceğini ve Erdoğan sonrasında AK Partililerin hukuki olarak "üzerinden geçileceğini" iddia eden yorumcu, bunun tüm toplumsal koşullarının hazırlandığını, hatta "satın alındığını" dile getiriyor. Bu hazırlığın başındaki ismin ise bizzat Devlet Bahçeli'nin kendisi olduğunu söyleyen yorumcu, Bahçeli'ye ister "devletin kendisi" deyin ister "başka bir yerin sözcüsü" deyin, tüm bu adımların bir sonraki dönem için atıldığını belirtiyor.

Dahası, konuşmacı Batı'nın Erdoğan'ın iktidarda kalmasını ve devam etmesini istediğini açıkça ifade ederken, aynı zamanda bu senaryoyu yazanların Erdoğan sonrası dönemi de hazırladıklarını iddia ediyor. Ferit'e hitaben, hikayenin bu olduğunu belirten kaynak, Abdullah Öcalan, Devlet Bahçeli ve Erdoğan'ın tarihsel olarak önümüzdeki süreçte "olmayacaklarını" ancak "gölgelerinin olmaya devam edeceğini" öne sürüyor. Bu bağlamda, Devlet Bahçeli'nin geçen haftaki grup konuşmasında CHP'nin birlik ve beraberlik içerisinde olmasına yönelik verdiği mesajın anlamının sorgulanması gerektiği belirtiliyor: "Kurgulanmış senaryo uygulanmaya devam edecek, herkes tarafından kabul edilecek ve bu planın sekteye uğramaması için gelecekte Erdoğan sonrası AK Parti olmayacağı için darmadağın olacağı için CHP-MHP koalisyonu için bugünden toplumsal yapı mı hazırlanıyor?". Konuşmacı, gözümüzün önüne sokulan suçlu, hain, rüşvetçi, yolsuzluk yapmış algı davalarının asıl meselenin "algı" olduğunu gösterdiğini ve olaylara objektif bakabilmek için "acaba" sorusunun sorulması gerektiğini vurguluyor. Daha fazla detayı ve gelişmeleri için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Konuşmacı, Recep Tayyip Erdoğan'ın "ölümsüz biri olmadığını" ve bir gün vefat edeceğini belirterek, seçimi kaybetme ihtimalini bile konuşmadığını, asıl sorunun "sonrasında ne olacak?" olduğunu dile getiriyor. Türkiye'yi "yukarıdan, dışarıdan planlanmış ve hayata geçirilen" bir sürecin beklediğini iddia eden yorumcu, bu süreci PKK'nın tarih sahnesine çıktığı 1976 yılından itibaren 50 yıllık bir tarihsel süreç olarak değerlendiriyor. Tıpkı Fethullah Gülen olayında olduğu gibi, PKK'nın da "bugünler için" bir proje olduğunu öne sürüyor. Bu bağlamda, Ekrem İmamoğlu ve Ümit Özdağ'ın tutuklanması (varsayımsal bir örnek olarak kullanılıyor) gibi olayların coğrafyadaki ve ülke içindeki gelişmelerden bağımsız olmadığını belirtiyor. Devlet Bahçeli'nin Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel davasının TRT'de yayınlanması yönündeki talebi, iddianamenin derhal hazırlanması çağrısı ve Erdoğan'ın buna destek vermesi, ardından Özgür Özel'in "el yükseltip" yayının tüm kanallarda canlı yayınlanmasını, sadece savcılık iddialarının değil savunmanın da yayınlanmasını talep etmesi, bu "büyük oyunun" bir parçası olarak değerlendiriliyor.

Fethi Yıldız'ın (MHP Genel Başkan Yardımcısı ve hukuk işlerinden sorumlu) "Tutuksuz yargılamalar olmalı, tutukluluğa müracaat edilmemeli, tutukluluk son kertede yapılacak bir olaydır" şeklindeki açıklamasının, Devlet Bahçeli'nin "mutlak butlan davası bizim açımızdan yok hükmündedir" ve "CHP kendi içinde birlik olmalı" sözlerinin ardından gelmesinin bir tesadüf olamayacağını belirten konuşmacı, Fahrettin Altun'un tasfiye edildiği bir dönemde kimsenin rastlantı olduğunu iddia edemeyeceğini dile getiriyor. Kaynaktaki yorumcu, bir ülkenin içerisindeki hiçbir gelişmenin tek başına bir gelişme olmadığını vurguluyor. Bu bağlamda, 12 şehit askerimizin olayın da bir rastlantı olmadığını, hatta PKK'nın silah bırakması öncesinde yaşanmasının dahi tesadüf olmadığını iddia ediyor. Bu olayın, süreci isteyen uluslararası ve iç yapılarla entegre olmuş yapılara karşı, bu sürecin başarıya ulaşmasını istemeyen uluslararası yapılar ve içerideki işbirlikçileri tarafından süreci parçalamaya ve engellemeye yönelik bir "operasyon" olduğunu öne sürüyor. Konuşmacı, 3 yıl önce ölmüş bir şehidin PKK'nın eski merkezi olan bir mağarada aranmasını ve Gara operasyonunu hatırlatarak, bu durumun akıl ve mantık sınırlarını zorladığını belirtiyor.

1976 yılının Türkiye için önemini vurgulayan yorumcu, bu tarihin Türkiye'de iç savaş denebilecek sağ-sol çatışmalarının zirveye doğru gittiği bir dönem olduğunu ve PKK'nın Güneydoğu'da pek çok sol ve sosyalist hareketin etkin olduğu bir süreçte ortaya çıktığını açıklıyor. PKK'nın mücadelesini o dönemde devlete karşı silahlı bir mücadele olarak değil, sol ve sosyalist hareketlere yönelik bir silahlı mücadele olarak başlattığını ve 1980 yılına kadar bu hareketlere büyük darbe vurduğunu belirtiyor. Diyarbakır hapishanesindeki olaylar sonrasında tüm sol-sosyalist ve Kürt siyasi hareketlerinin "tarih olduğunu", küçüldüğünü, buna karşılık PKK ve Öcalan'ın büyüdüğünü ifade ediyor.

Abdullah Öcalan'ın 1999 yılında Ecevit ve MHP'nin iktidar olduğu dönemde teslim edilmesinin, Fethullah Gülen'in yurt dışına çıkarılmasının aynı anda gerçekleşmesinin birer tesadüf olup olmadığını sorguluyor. Suriye meselesi, mayınların temizlenmesi, Esad'ın güçlerinin engellenmeden Şam'a yürümesi, ordunun tasfiye olması, Rus uçaklarının uçmaması, Esad'ın saraya oturup İbrahim Kalın ve Hakan Fidan ile çay kahve içip namaz kılması ve sonra İsrail'den ABD'ye, Fransa'sına kadar "has çocuk" haline gelmesinin de tesadüf olmadığını iddia ediyor. Tüm bunların "bugünler için hazırlanmış" olduğunu söylüyor.

Konuşmacı, Ekrem İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu meselesine gelerek, Adana, Antalya ve İzmir'deki kendi ekiplerine yönelik operasyonlar başlayıncaya kadar yolsuzluk ve rüşvet davalarıyla ilgili İmamoğlu ve arkadaşlarını mevcut iktidarın diliyle mahkum ettiklerini, ancak kendi ekiplerine dokunulunca "tornistan" yaptıklarını belirtiyor. Çifte standardın olmaması gerektiğini vurguluyor. TRT'de canlı yayınlanma olayını ise Devlet Bahçeli'nin "bir tuzağı" olarak görüyor; Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel'in talebine zemin yaratmak olarak nitelendiriyor. Konuşmacı, Ergenekon davalarında savunmanın kamuoyu tarafından izlenebilseydi nasıl bir "tiyatronun kurulduğunu" göreceğimizi ifade ederek, Silivri davalarındaki muhteşem savunmaların savcılık makamını nasıl yerle bir ettiğini gözlemlediğini söylüyor. Ekrem İmamoğlu davasında da benzer bir durumun yaşanacağını, savcılık iddianamesi okunduktan sonra, savunmanın itirafçıların ortaya koyduğu delilsiz ve mesnetsiz iddiaları çürüterek davayı nasıl tersine çevireceğini ve iktidarın nasıl "mahkum olacağını" iddia ediyor.

Ekrem İmamoğlu'nun 30 küsur yıl önce aldığı bir diploma için 8-9 yıl hapis cezası istenmesinin ve 28 kişilik dosyanın sadece İmamoğlu'nu kapsayacak şekilde 27'sinin iptal edilmesinin usulsüzlüğün bir göstergesi olduğunu belirtiyor. Konuşmacı, bir yolsuzluk veya usulsüzlük varsa, davanın fakülte ve üniversite yönetimine açılması gerektiğini vurguluyor. Fahrettin Altun'un kurduğu devasa trol ordusunun Ekrem İmamoğlu davasıyla ilgili algı oluşturmaya çalışırken yalnız kaldıklarına dair feryat ettiklerini, Cem Küçük'ün filanca kişinin itirafçı olduğunu söylemesinin ise aslında başkalarını itirafçı olmaya teşvik etme amaçlı olduğunu dile getiriyor. Bu trol ekiplerinin, AK Partililerin bu sürece katılmadıklarını ve destek vermediklerini söylemesinin altında büyük bir oyunun kurgusunun yattığını belirtiyor.

Kaynaktaki yorumcu, oyunun kurgusunu açıklarken, eğer 30-34 yıl önceki bir diploma iptal edilebiliyorsa, AK Parti iktidardan uzaklaştığında ya da kaybettiğinde, Türkiye'de yeni iktidar ve hukuk sistemi baskı kalktığında, Erdoğan'ın diplomasından tutun da Türkiye'de "alevere dalavere" ile yurt dışında (Karadağ, Gürcistan, internet üniversiteleri gibi) alınan tüm diplomaların iptal edilebileceğini ve "mutlak butlan" kararının çıkabileceğini vurguluyor. Bunun Türkiye'yi büyük bir kargaşaya sürükleyebileceğini ve atılan tüm imzaların geçersiz sayılabileceğini dile getiriyor. AK Partililerin "salak olmadığını", bir gün Erdoğan olmadığında ortalıkta AK Parti'nin kalmayacağını ve üzerlerinden "buldozer gibi geçileceğini" gördüklerini iddia ediyor. Onların da bu davanın görülmemesi ve kapanması gerektiğini bildiklerini belirtiyor. Trollerle AK Parti siyasetçileri arasında bir fark olduğunu, trollerin para için militanlık yaptığını, ancak siyasetçilerin siyasete devam etmek istediklerini ve kamudan beslendiklerini söylüyor.

Konuşmacı, Türkiye'de sistemin değiştirilmesinden kimsenin söz etmediğini, ihale yasasının yüzlerce kez değiştirildiğini hatırlatarak bu durumun mevcut siyasetin sorunu olduğunu belirtiyor. En kritik soruyu ise son sözlerinde patlatıyor: Eğer Erdoğan, PKK ve Öcalan'la ABD'nin de arkasında olduğu, Suriye, Irak, İran meselesi ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile ilgili siyasal bir anlaşma yapıyorsa, o zaman Öcalan'ın ve binlerce PKK'lının içeriden çıkarılması ve yurt dışındaki binlerce PKK'lının ülkeye döndürülmesi gerektiği sorusu ortaya çıkıyor. Bunun bir genel afla yapılmak zorunda kalınması durumunda, Ekrem İmamoğlu davasına ne olacağı, İmamoğlu ve arkadaşlarının içeride nasıl tutulacağı sorusunu soruyor. Erdoğan'ın "Yolsuzluk yaptılar" sözlerinin topluma inandırıcı gelmeyeceğini ve Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının içeride tutulamayacağını dile getiriyor. Tuncer Bakırhan ve DEM Parti'nin, Öcalan açıklama yapmadan ve silah bırakılmadan önce neden CHP'yi ziyaret ettiklerini de bir mesaj olarak yorumluyor. DEM Parti'nin, yeni çözüm sürecine "evet" derken Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının cezaevinde kalmasına veya kayyum meselesinin çözülmemesine seyirci kalamayacağını, aksi takdirde tabanın onları "boğacağını" belirtiyor. İşte tam bu noktada, tüm bu karmaşık olay örgüsünün ve derin siyasi oyunların tek bir şaşırtıcı sona doğru ilerlediği gerçeği beliriyor. Sonunda, Türkiye'nin tüm bu olaylar zincirinden sonra büyük bir toplumsal uzlaşmaya doğru ilerleyeceği vurgulanıyor. Bu gelişmeleri ve daha fazlasını takip etmek için yine https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.