Türkiye'nin Kaderini Değiştirecek Sırlar Perdesi Aralanıyor!

Türkiye'nin Kaderini Değiştirecek Sırlar Perdesi Aralanıyor!

Türkiye, eşi benzeri görülmemiş bir dönemeçte: Barış görüşmeleri sürerken artan baskılar, adalet sistemindeki çöküş ve Cumhuriyet'i hedef alan şok edici niyetler... İçeride ve dışarıda yaşananlar, ülkenin geleceğini nasıl şekillendirecek? Derinlemesine...

Türkiye, belki de tarihinde hiç olmadığı kadar keskin bir dönemeçte. Bir rejim değişikliğinden söz edildiği bu dönemde, ülkenin içinde bulunduğu durumun basit bir hükümet ya da yöntem değişikliğinin çok ötesinde olduğu gün gibi aşikar. Cumhuriyet rejiminin ve demokratik seçmen iradesine dayalı sistemin apaçık sallantıda olduğu artık sadece eleştirel sesler tarafından değil, ana muhalefet partisi lideri tarafından bile dillendiriliyor. Bir yandan Türkiye barış arayışında ve tarihi görüşmeler yaparken, diğer yandan eşi benzeri görülmemiş bir baskı rejimi adım adım inşa ediliyor. Bu makale, bu iki zıt sürecin nasıl iç içe geçtiğini ve Türkiye'nin geleceğini nasıl etkilediğini tüm ayrıntılarıyla ele alacak ve perdenin arkasındaki asıl niyetleri www.avazturk.com aracılığıyla gözler önüne serecek. Konuşulanlar ve gelişmeler, sanılandan çok daha derin bir değişime işaret ediyor ve okumaya devam ettiğinizde bu sürecin tüm katmanlarını aralayacağız.

Türkiye'de adalet arayışı, toplumun her kesimine yayılmış durumda. Adaletin neredeyse sıfırlandığı, politize olduğu bir ortamda, Can Dündar'ın da belirttiği üzere, adalet arayışı Kartalkaya'da yakınlarını kaybedenlerden en popüler dizi oyuncularına kadar herkesin ortak çığlığı haline gelmiş durumda. Son günlerde yaşananlar bu krizi daha da derinleştiriyor: Üç belediye başkanı hakkında tutuklama kararı çıkarken, Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalar halen gözaltında tutuluyor ve Adana'da ona yönelik bir destek gösterisi sürüyor. Erk Acarer, yıllardır endişe edilen bir noktaya doğru Türkiye'nin "dolu düzgün" ilerlediğini ve bunun artık herkes tarafından görüldüğünü vurguluyor. Ona göre, Erdoğan'ın koltuğuna endeksli bir yere götürülmek istenen Türkiye'de, halkın rızasını kaybetmeye başladıktan sonra ne "terliyen cumhurbaşkanı" olmak ne de "başkanlık sistemi" yetmiyor; isim konulmamış bir padişahlık isteniyor.

Adalet sistemindeki bu çarpıklıkların en çarpıcı örneklerinden biri, Ayşe Barım'ın tutukluluğunun devamına karar verilmesi oldu. Can Dündar, Ayşe Barım'ın suçsuz olduğunu hakimler ve hükümet dahil herkesin bildiğini, ancak Erdoğan'ın Gezi'ye olan saplantısının yeni bir ceza kesme çabası olduğunu dile getirdi. Buna karşılık, aynı günlerde gazeteci Timur Soykan'ın tahliye edilmesi gibi çelişkili kararlar, Erk Acarer'e göre, iktidarın kontrol dışına çıkmaya başlayan bazı yargıçların varlığına işaret edebileceği gibi, daha çok bir "iyi polis kötü polis" oyununun parçası olarak yorumlanıyor. Bu oyunun bir amacı da, özellikle dizi sektöründe olduğu gibi, iktidarın bir sektöre çökme ve onu değiştirme operasyonlarını gizlemek. Medyaya yönelik baskılar da bu tablonun bir parçası: Sözcü televizyonunun kapatılmasına saatler kala Halk TV son anda kurtulurken, AKP iktidarı, gazeteciler de dahil olmak üzere herkesi ya zorla, ya şantajla, ya da tehditle sessizleştirmeye çalışıyor. Can Dündar'ın ifadesiyle, Türkiye medyası bir yıl önceki etkisini bile kaybetmiş durumda.

Tüm bu baskılara rağmen, toplumda ve muhalefette şaşırtıcı bir direniş ruhu yükseliyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il başkanları ortak bir bildiri yayınlayarak direneceklerini açıkladı. Can Dündar, içeri giren hiç kimsenin pişmanım demediğini, herkesin kararlı bir şekilde mücadeleye devam ettiğini, hatta hapishanelerden bile haber sızdırıldığını ve bildiriler yayınlandığını aktararak, Türkiye'nin neredeyse hapishanede bile canlı bir insan hakları ve siyasi mücadeleye tanıklık ettiğini vurguluyor. Erk Acarer, AKP iktidarının inatla ülkeyi çölleştirmek istediğini, ancak karşı tarafta da çıtanın yükseldiği bir direnç olduğunu belirtiyor.

CHP, gümbür gümbür üzerine gelen iktidarın baskısının sadece belediyelerle sınırlı kalmayıp genel merkeze kadar ulaşacağını fark etmiş durumda. Özgür Özel'in geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanına yönelik "Allah'ın korkağı" çıkışı gibi sert konuşmaları, iktidarın saldırgan tavrına karşı kararlı bir duruş sergiliyor. Can Dündar'ın CHP'den bir yetkiliyle yaptığı görüşmede, "sine-i millet" (hükümet istifa etmese bile milletvekillerinin meclisten çekilmesi) ve genel grev gibi seçeneklerin masada olduğu ortaya çıktı. Ancak sendikaların çoğunun iktidara yakın olması nedeniyle genel grevin başarısız olma riski, bu seçeneği şimdilik ertelemiş durumda. Bankalardan ortak mevduat çekme gibi ekonomiyi çökertme potansiyeli olan fikirler de tartışılmış ancak halka zarar vereceği gerekçesiyle reddedilmiş. Bunun yerine belediye meclis toplantılarının meydanlarda yapılması gibi kitleleri politize edecek arayışlar öne çıkıyor. Erk Acarer, halka zarar vermeden iktidarı hedef alacak bir yöntem geliştirmenin zorluğunu kabul etmekle birlikte, artık sivil itaatsizlik eylemleri, boykot ve sokaktan başka çare kalmadığını ifade ediyor. Özgür Özel'in Ekrem İmamoğlu tutuklandıktan sonra "Che Guevara" ruhuyla verdiği tavizsiz mücadele, Can Dündar tarafından çok önemli bulunuyor ve bu sert muhalefet tarzının bir kurtuluş yolu olabileceği belirtiliyor.

Erdoğan, devleti ele geçirdikçe toplumu kaybediyor ve bu ilginç bir ikilem yaratıyor. Erdoğan'ın sinirlerinin laçka bir halde olması ve hataya çok açık olması, AKP içinde bile çatlak seslerin yükselmesine neden oluyor. Can Dündar'ın aktardığına göre, "uçuruma gidiyoruz, sakin olalım, yarın çok pis hesap vereceğiz" korkusu AKP içinde yerleşmiş durumda. Toplumun da sesinin giderek yükselmesi, yönetim değişikliklerine yol açabilecek kritik bir eşik olarak görülüyor. AKP'nin oy oranının gerilemesi, ekonomik krizin derinleşmesi ve insanların iktidardan uzaklaşması bu tabloyu daha da belirginleştiriyor.

Tüm bu iç gelişmelerin yanı sıra, Türkiye'nin Kürt meselesindeki adımları da büyük önem taşıyor. Erdoğan'ın DEM heyetiyle İmralı sonrası yaptığı görüşme "tarihi bir adım" olarak nitelendiriliyor. Ancak bu barış arayışları, Kuzey Irak'ta devam eden operasyonlarla gölgeleniyor. Son olarak 19 askerin girdiği bir mağarada 12'sinin hayatını kaybetmesi, metan gazı zehirlenmesi iddiaları ve ihmal şüpheleri kamuoyunda ciddi sorulara yol açtı. Erk Acarer, "Barış süreci devam ederken neden operasyonlar sürüyor?" sorusunu sorarken, TSK'nın başlangıçta sessiz kalıp bir fotoğrafın yayınlanması üzerine açıklama yapması da dikkat çekiyor. Bu mağaranın PKK tarafından hastane olarak kullanıldığı iddiaları da ihmal şüphelerini artırıyor.

Barış sürecinin geleceği adına önemli bir gelişme ise, Süleymaniye'de PKK'nın sembolik bir silah bırakma veya yakma seremonisi hazırlığı olduğu bilgisi. Bu adımın ardından Ankara'da Meclis'te bir komisyon kurulacak ve yasal hazırlıklar yapılacak. Can Dündar, bu sürecin Habur'a benzediğini ve sonunun hüsran olabileceği riskini taşıdığını belirtiyor. Kürt sorunu sadece iç mesele olmaktan öte, bölgesel ve küresel dinamiklerle de yakından ilişkili. Erk Acarer, İsrail'in İran'a yönelik çıkarları bağlamında Kürtlerle iş birliği yapma eğiliminin bu denklemi daha da karmaşıklaştırdığını ifade ediyor. Erdoğan'ın "CHP'yi döverim, DEM'le yürürüm" stratejisi, DEM'i zor bir pozisyona sokuyor; zira bir yandan barış sürecini sürdürmek isterken, diğer yandan muhalefetle ilişkilerini korumak zorunda kalıyorlar. Geçmişte Fethullahçıları "kullanıp atan" AKP'nin, aynı stratejiyi DEM üzerinde de uygulama riski, Kürt siyasi hareketinin temkinli yaklaşmasına neden oluyor.

Tüm bu iç ve dış politik hamlelerin üzerinde, Türkiye'nin en derin ve en saklı sırrı ortaya çıkmaya başlıyor: Cumhuriyet'in kendisine yönelik nihai bir hedef. Ahmet Hamdi Çamlı'nın (kamuoyunda "Yeliz Kanlı" olarak bilinen ismin) 1923'ü "darbe" olarak nitelemesi ve Cumhuriyet'le hesaplaşmadan büyük devlet olunamayacağını söylemesi, AKP içindeki cumhuriyet karşıtı damarı ve asıl nihai hedefi gözler önüne seriyor. Can Dündar, bunun Erdoğan'ın yakın adamı Çamlı'nın kendi kendine ürettiği bir fikir olmadığını, Aksine, Erdoğan'ın da istediği, kalan aydınlığı tasfiye ederek rejimi değiştirme ve Türkiye'yi çölleştirme çabası olduğunu vurguluyor.

Bu tabloyu daha da vahimleştiren bir başka gelişme ise, ABD'nin yeni Ankara Büyükelçisi'nin İzmir'de Osmanlı Devleti'ndeki "millet sistemini" öven sözleri oldu. Cumhuriyetin bu kadar tehdit altında olduğu bir dönemde, bir Amerikan Büyükelçisi'nin bu sistemi övmesi, Can Dündar tarafından "saflık"tan öte, belli bir niyeti barındıran ve aslında "ümmetçiliği" ile "siyasal İslam'ı dayatan" bir söylem olarak yorumlanıyor. Bu, yıkılan bir Osmanlı'nın "neo-Osmanlıcılık" adı altında yeniden canlandırılması ve Türkiye'ye dayatılması çabasının bir parçası olarak görülüyor.

Sonuç olarak, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu çalkantılı süreç, tesadüfi parçaların bir araya gelmesi değil, çok daha büyük ve sinsi bir oyunun ürünü. Adaletin siyasallaşması, muhalefete yönelik eşi benzeri görülmemiş baskılar, medyaya susturma çabaları, Kürt meselesindeki "iki yüzlü" barış arayışları ve hepsinin temelinde yatan Cumhuriyet'i ortadan kaldırma ve yerine adı konulmamış bir halifelik veya padişahlık kurma amacı; işte Türkiye'nin karşı karşıya olduğu en büyük gerçek bu. www.avazturk.com'un da ışık tuttuğu üzere, Erdoğan'ın aslında kendisinin de korku temelli hareket ettiği ve hatalara açık olduğu bu dönemde, toplumun kararlı duruşu ve yükselen sesi, bu gidişata dur demek için son şans olabilir. Önümüzdeki günler, gerçekten de Can Dündar'ın da belirttiği gibi, "sıcak olmayacak, daha sıcak olacak". Zira bu, ülkenin sadece siyasi değil, varoluşsal bir mücadelesidir.