Türkiye'nin Vize Çilesi Yeni Bir Boyuta Ulaştı
Vize randevusu almak artık imkansız! Türk vatandaşlarının yurt dışı hayalleri kâbusa dönerken, milyonlarca kişisel veri sessiz sedasız yabancı şirketlerin kontrolüne geçiyor olabilir. Şok eden detaylar içeride!
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa ülkelerine seyahat etmek için katlandığı vize çilesi, son dönemde dayanılmaz bir hal aldı. Artık yalnızca vize almak için gerekli koşulları yerine getirmek değil, en basitinden bir randevu alabilmek bile neredeyse imkansız bir göreve dönüştü. Kapılar yüzbinlerce vatandaşa kapanırken, bu durumun ardında yatan karmaşık ve endişe verici gerçekler, Türkiye'nin ulusal güvenliği ve veri egemenliği açısından ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Geçmişte Türk vatandaşları için Schengen vizesi süreçleri çok daha kolaydı; çok girişli vizeler alınabiliyor, hatta vizeyi aldığınız ülkeden farklı bir Avrupa ülkesine gitmek dahi sorun teşkil etmiyordu. Avrupa Komisyonu bir dönem vizenin tamamen kaldırılmasını bile gündemine almıştı. Ancak 2016 sonrası süreçte, elde edilen tüm bu kazanımlar ne yazık ki tarihe karıştı. Bugün, Avrupa Birliği'nin Ankara Temsilcisi'nin "kademeli vize rejimine geçiliyor" açıklaması bile, aslında geriye, yani bir zamanlar "normal" kabul edilen duruma döndüğümüzü gösteriyor. Ancak bu normalleşme bile, sorunların çok ötesine geçmiş durumda.
Vize başvurusu süreçleri, elçiliklerin önündeki uzun kuyrukları önlemek adına aracı kurumların devreye girmesiyle başladı. Bu kurumlar, evrakları ön kontrol edip bir nevi ön eleme yaparak elçiliklere iletiyor, nihai kararı ise yine elçilikler veriyor. Ancak istenen "tonlarca bilgi" pek çok kişinin gözünü korkutunca, "yanlış bir iş yaparım" tedirginliğiyle acentalar da sisteme dahil oldu. Böylece, vize süreci, üç aşamalı, içinden çıkılmaz bir bürokratik labirente dönüştü. Özellikle Covid-19 pandemisi sonrası derinleşen randevu alma krizi, sektör uzmanlarının iddialarına göre, gelişmiş yazılımlar sayesinde randevuların açılır açılmaz havada kapılmasıyla daha da büyüdü. Bu durum, sadece bir bürokratik sorun olmaktan çıktı; iddialara göre, randevu alabilmek için vize ücreti dışında 500 dolardan 3 bin dolara kadar ek ücret teklif edenlerin ortaya çıkması, bir "randevu karaborsası" gerçeğini gözler önüne serdi. Kuşku yok ki, bu karaborsadan fayda sağlayanların varlığı, soruna kasten çare üretilmediği şüphelerini artırıyor ve okları aracı vize kurumlarına çeviriyor.
Peki, bu devasa vize operasyonlarını kimler yürütüyor? Türkiye'deki diplomatik temsilciliklerle çalışan aracı vize kurumlarının büyük çoğunluğu ne yazık ki yabancı firmalardan oluşuyor. Bunların en bilinenlerinden biri, 2001 yılında Hint asıllı girişimci Zubin Karkaria tarafından kurulan VFS Global. 140'tan fazla ülkede ofisi bulunan VFS Global, Türkiye'de 2010'lu yılların başından beri bir Türk şirketi ile ortaklık yürütüyordu. AB ülkeleri başta olmak üzere 30'dan fazla ülkeye hizmet veren bu dev şirket, 2021 yılında Blackstone adlı bir yatırım fonu tarafından satın alındı. Ve işte burada, milyonlarca Türk vatandaşını yakından ilgilendiren kritik bir iddia ortaya atıldı: Blackstone'ın, Türkiye'deki operasyonlarını tek başına yürütmek istediği ve mevcut Türk iş ortağıyla yolları ayırma niyetinde olduğu konuşuluyor.
Eğer bu iddia gerçek olursa, yüzbinlerce Türk vatandaşının kişisel verileri tamamen yabancı firmaların eline geçmiş olacak. Vize başvurusu yapanlar bilirler; altı aylık banka dökümlerinizden tüm mal varlığınıza, kardeşlerinizin yurt dışındaki adreslerinden yaptığınız işe kadar tonlarca hassas bilgi talep ediliyor. Böylesine kritik ve kişisel verilerin, yerli bir şirketin denetiminden bağımsız olarak, tamamen yabancı şirketlerin kontrolüne geçmesi, siber güvenlik ve ulusal veri egemenliği açısından devasa bir risk taşıyor. Üstelik, aracı kurumları kapsamlı bir şekilde düzenleyen bir yasal mevzuatın bulunmaması, bu endişeleri daha da artırıyor.
İktidarın "yerli ve milli" sloganını her fırsatta vurgulamasına rağmen, vize süreçlerinde yerli şirketlere neredeyse hiç yer tanınmaması, adeta bu sloganın lafta kaldığının bir kanıtı. Roketsan Genel Müdürü'nün uluslararası piyasadan vida almalarının bile engellendiğini söylemesi ya da Türkiye'nin ilk nükleer santrali Akkuyu için gerekli bazı malzemeleri getirecek personel için vize randevusu alınamayıp projenin aksama riskiyle karşı karşıya kalması gibi somut örnekler, durumun vahametini gözler önüne seriyor. Öte yandan, e-imza skandalında olduğu gibi, yerli ve milli kurumların elindeki verilerin korunmasında dahi açıklar varken, Türk vatandaşlarının verilerinin yabancı şirketlerin elinde bulunmasına ve bu verilerin güvenliğine dair özel bir hassasiyet gösterilmemesi şaşkınlık yaratıyor.
Bu derinleşen krizin ardında yatan bir diğer ilginç ayrıntı ise, VFS Global'in Blackstone tarafından satın alınmış olmasına rağmen, şirket yönetiminin çoğunluğunun Hint olması. Hatta, Türkiye'de faaliyet gösteren IDATA adlı Türk şirketini satın alan BLS adlı şirketin de Hint asıllı olduğu biliniyor. Hatırlanacağı üzere, birkaç ay önce Pakistan ve Hindistan arasındaki kısa süreli kriz sonrasında Hindistan hükümeti, ulusal güvenlik gerekçesiyle bir Türk şirketi olan Çelebi Hava Servisi'nin iznini iptal etmişti. Bu örnek, ülkelerin kendi ulusal güvenliklerini koruma konusundaki hassasiyetini net bir şekilde ortaya koyarken, Türkiye'nin kendi vatandaşlarının verileri söz konusu olduğunda benzer bir hassasiyet sergilememesi, akıllarda büyük soru işaretleri bırakıyor.
Randevu krizine acil bir çare bulunması gerektiği aşikar. Bir Avrupa ülkesinin aracı kuruma, "randevu için başvurana en fazla iki-üç gün içinde cevap verileceksiniz, ne kadar ileri bir tarih olursa olsun randevu tarihi iki-üç gün içinde bildirilsin" diyerek randevu karaborsasına nasıl darbe vurduğu örneği, uygulanabilir bir çözüm yolunu işaret ediyor. Ancak Türkiye'de bu sorunun bu denli derinleşmesine rağmen hükümetin sessiz kalması, konunun sadece yüzbinlerce vatandaşı değil, aynı zamanda ülkenin ulusal veri güvenliğini de ilgilendiren devasa bir mesele olduğunu gösteriyor. Dışişleri, İçişleri ve İstihbarat birimlerinin bu konuya ne kadar kafa yorduğu, milyonların merakla beklediği bir soru olarak havada asılı kalıyor.