Türkiye'nin Yanan Vicdanlarını Ortaya Çıkardı!
İzmir'deki orman yangını kontrol altına alınırken, Metin Yılmaz'ın kaleminden çıkan çarpıcı analiz, asıl sorumlunun kim olduğu sorusunu gündeme taşıyor. Elektrik hatlarından sosyal medya 'influencer'larına, ekonomik krizden vurdumduymazlığa; yanan sadece
Değerli okuyucularımız, Türkiye yakın zamanda yine yürekleri yakan bir felaketle sarsıldı: İzmir'deki orman yangını. Alevler kontrol altına alınmış olsa da, ardında bıraktığı duman sadece yanmış ağaçların değil, çok daha derin ve çözülmesi gereken toplumsal sorunların habercisi gibi tütmeye devam ediyor. Bu haber makalemiz, yangının ötesine geçerek, bu olayın bir ayna görevi üstlenerek ülkemizin yüzleşmesi gereken gerçekleri nasıl gözler önüne serdiğini ayrıntılarıyla inceleyecek ve bu önemli sorgulama sürecinin devam ettiğini vurgulayacaktır. www.avazturk.com olarak bu kapsamlı analizi sizlere sunmaktan gurur duyuyoruz.
Yangın felaketinin hemen ardından, her zaman olduğu gibi "suçlu kim?" sorusu gündeme oturdu. Kimi kesimler elektrik hatlarını işaret ederken, bazıları da ormanda mangal keyfi yapanları suçladı. Ancak bu suçlamalar, sorunun kökenine inmekten uzak, hızlı bir rahatlama arayışının parçası gibiydi. Nitekim, Gediz Elektrik firması yangınla ilgilerinin olmadığını belirtirken, İzmir Valisi ise olayın elektrik hatlarından kaynaklandığını öne sürüyordu. Bu çelişkili ifadeler, sorumluğun havada asılı kalmasına neden oldu ve Metin Yılmaz'ın da belirttiği gibi, bu ülkede yangın çıktığında önce ağaçlar yanar, sonra sorumluluk duygusu kül olur. Herkes birbirini suçlarken, kimse aynaya bakma zahmetine girmiyor. Oysa mesele, basit bir kablo arızası, küçücük bir kıvılcım ya da münferit bir ihmalden çok daha büyük: Mesele, kökleri derine inen, sistemli bir vurdumduymazlık zinciridir.
Elektrik hatları gerçekten de yangının çıkış nedeni ise, bu hatların yıllardır ormanlık bölgelerden geçmesine rağmen neden altyapı iyileştirmelerinin yapılmadığı sorgulanmalıdır. Yüksek riskli alanlarda yer altına alma projeleri neden tamamlanmıyor? Bir kıvılcımın nelere mal olabileceği açıkça bilinirken, neden sadece seyrediliyor? Benzer şekilde, eğer suçlu mangal yakan bir vatandaş ise, o vatandaşın ormana nasıl girdiği, orman girişlerinde yeterli uyarı levhalarının olup olmadığı, güvenlik önlemlerinin eksikliği ve denetimlerin yetersizliği de sorgulanmalıdır. Yani mesele, sadece birinin dikkatsizce yaktığı bir kibrit değil, o kibritin ormana nasıl taşındığı ve orada yanmasına izin veren ihmaller zinciridir. Bu durum, ülkemizde bir "önlem alma kültürü"nün eksikliği olduğunu acı bir şekilde ortaya koyuyor. Yangın çıktıktan sonra herkes hararetle konuşurken, yangın çıkmasın diye kimse elini taşın altına koymuyor. Ağaçları yakan kıvılcımlar değil, aslında sistemimizdeki sıcaklık, denetimsizlik ve bitmek bilmeyen ihmal zinciridir. Ve tabii ki, kolayca bir suçluyu işaret edip rahatlama alışkanlığıdır.
Peki, şimdi ne yapmalı? Metin Yılmaz'ın da önerdiği gibi, acilen harekete geçilmesi gerekiyor: Ormanlık bölgelerdeki tüm elektrik altyapısı bilimsel yöntemlerle denetlenmeli. Yangın sezonu başlamadan önce halk detaylıca bilgilendirilmeli ve ormanlara girişler kontrollü hale getirilmeli. Cezalar kesinlikle artırılmalı, ancak asıl önemlisi, yangınları baştan önleyecek önleyici politikalar geliştirilmelidir. Her yıl bir kahramanı toprağa vermek yerine, her yıl bir yangını önlemeyi hedeflemeliyiz. Yangının gerçek suçlusu belki de tek bir kişi değil, belki de hepimiziz. Ama en çok da, görevini yapmayanlar, rahat koltuklarında oturup riskleri yıllardır görmezden gelenlerdir.
Ancak yangının ortaya çıkardığı tek toplumsal sorun bu sorumsuzluk zinciri de değildi. Yangın alevlerinin gökyüzünü sardığı o kritik anlarda bile, vicdanları adeta kül eden bir başka manzara yaşandı: Alevler arasında "like avcılığı". Ülkenin gözü günlerdir İzmir'deyken, ormanlar yanıyor, hayvanlar can havliyle kaçıyor, insanlar ellerinde kovalarla alevlere karşı savaşırken, bazıları bambaşka bir dünyanın peşindeydi. Kendilerine "influencer" diyen iki genç, yangın dumanlarının önünde adeta "sanatsal" pozlar verip bunları sosyal medyada paylaştılar. Halkın tepkisi ise gecikmedi: "Senin gün batımı dediğin yerde, insanlar evlerini kaybetti!", "O dumanın arkasında orman yanıyor, sen keyif çatıyorsun!" gibi yorumlar, bu empati yoksunu davranışa isyan niteliğindeydi. Bu pozlar, sadece bir felaket anındaki insanlık dışı bir görüntü değil, aynı zamanda sosyal medyanın içler acısı halini de gözler önüne seriyor. Eğer insanlar "like" uğruna alevlerin yanında gülümseyebiliyorsa, orada yanan sadece ormanlar değil, insanlık da yanmış demektir. "Bazen bazı gün batımları gerçekten bambaşka hissettiriyor" notuyla paylaşılan o kare, aslında ormanın son nefesiydi ve bu durum vicdanların nasıl da kül olduğunu açıkça gösteriyordu.
Toplumun bu tür olaylara verdiği tepkilerin ve Metin Yılmaz'ın analizlerinin derinliğinde, aslında çok daha geniş bir "yeter artık!" çığlığı yatıyor. Benzine zam, motorine zam, sigaraya zam, alkole, şekere, telefona, bilgisayara zam... Her güne yeni bir zamla uyanmak, vatandaşın nefes almasını bile "lüks" haline getirmiş durumda. Arabaya binmeme, tatil hayali kurmama, et yememe... Artık tavuk bile lüks sayılırken, dışarı çıkıp müzik dinleme, yemek yeme, sinemaya gitme gibi basit eğlenceler bile yasaklanmış gibi bir durum var. Adeta bir döngüye hapsolmuş insanlar: "Çalış, vergi ver, eve git, uyu. Sabah kalk, yine çalış. Haftasonu mu? O da ne? Eğlence mi? Gülmeyelim bile artık, lüks sayılıyor!". Kısacası, bu vatandaşlara adeta "YAŞAMA!" deniliyor. Milletin sabrı tükenmiş durumda. Kiralar ayrı dert, market fiyatları ayrı bela. Maaşlar bir yandan gelip, zamlar diğer yandan vurunca, cepler değil, artık ruhlar delinmiş durumda. Bu kadar zulüm fazla! Milletin sırtına yük bindikçe bindiriyorlar. Bizler robot değiliz, canız, insanız! Bir gülmek, bir nefes almak, bir tatil yapmak çok mu bu vatandaşa? Bu hayatın hayat olmadığı, toplumun her kesiminde hissedilen derin bir hayal kırıklığı ve isyanın sesi.
Bu genel ekonomik buhran ve TL'nin değer kaybı, yurtdışından gelen bir gurbetçinin deneyimiyle daha da somutlaşıyor. İsviçre'den cebinde 1000 frankla memleketine gelen bir vatandaş, Taksim'de dövizciye giriyor ve eline tam 5 deste 10 binlik banknot, yani 50 bin TL tutuşturuluyor. Kendini sanki banka soymuş gibi hissettiğini söyleyen gurbetçi, cebindeki tomar tomar parayla Beyoğlu'nda dolaşıp alışveriş yapıyor, akşamında ise ailesiyle Boğaz'da balık ziyafeti çekiyor ve hesabına dönüp bile bakmıyor. Çünkü cebindeki "deste deste Türk lirası" yetiyor da artıyor. Bu dramatik tablo, Türk Lirası'nın geldiği acı verici hali ve alım gücünün düşüşünü çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Ve işte tam da bu noktada, Metin Yılmaz'ın kaleminden çıkan bu sert eleştiriler ve halkın sözleri, İzmir'de sönen alevlerin sadece fiziksel bir felaketi değil, çok daha derin bir toplumsal yangını ve çürümeyi işaret ettiğini gözler önüne seriyor. Aslında yanan sadece ağaçlar değil, aynı zamanda sorumluluk duygumuz, empati yeteneğimiz, insani değerlerimiz ve yaşam kalitemizdir. Bu yangın, görmezden gelinen altyapı sorunlarından, sosyal medyanın yüzeyselliğine, ekonomik bunalımdan vicdanların nasırlaşmasına kadar geniş bir yelpazedeki sorunları bir kez daha hatırlattı. www.avazturk.com olarak, bu yangınların yalnızca ormanları değil, aynı zamanda toplumun ruhunu ve geleceğini de tükettiğini vurgulayarak, bu kritik durum karşısında acilen uyanmamız ve köklü çözümler bulmamız gerektiğini belirtiyoruz. Çünkü asıl felaket, alevler söndüğünde de içimizde yanmaya devam eden kayıtsızlık ateşi olacaktır.