Türkiye'yi Sarsan Gerilimde Son Perde: Kazanan Kim Olacak?
Mümtazer Türköne'nin kaleminden, Türkiye siyasetini kilitleyen "ben gitmem" krizinin perde arkası! Halkın gözü önünde cereyan eden bu büyük güç savaşında kimin kazanacağı, kimin kaybedeceği artık belli mi oluyor? Heyecan dolu detaylar için okumaya devam..
Türkiye siyaset sahnesi, her geçen gün dozunu artıran bir gerilimle adeta nefes kesen bir drama dönüşüyor. Halkın gözü önünde cereyan eden bu büyük güç savaşının nereye varacağı sorusu, tüm ülkenin gündemini meşgul ederken, bu makale sizi adım adım bu karmaşık senaryonun derinliklerine taşıyacak ve ülkenin geleceğini şekillendiren bu kritik dönemi tüm detaylarıyla ele almaya devam edecek. Medyaskop'ta yayınlanan ve kamuoyunda büyük yankı uyandıran Mümtazer Türköne'nin "Kim Kazanacak, Kim Kaybedecek?" başlıklı yazısı, www.avazturk.com olarak yakından takip ettiğimiz bu kritik dönemece ışık tutuyor. Sesli Köşeli YouTube kanalında yayınlanan ve Türköne'nin 8 Temmuz 2025 tarihli bu çarpıcı analizini içeren videonun satır aralarını okuyarak, siyasi satranç tahtasında tarafların avantajlarını, zayıf noktalarını ve karşılıklı oyun planlarını mercek altına alıyor, olayların akışını değiştirebilecek her detayı gün yüzüne çıkarıyoruz.
Mümtazer Türköne'nin yazısında vurguladığı gibi, hangi soruyla başladığınız bu analizin gidişatını belirliyor: "Kim kazanacak diye sorduğunuz zaman tarafların avantajlarını karşılaştırıyorsunuz. Kim kaybedecek dediğiniz zaman zayıf noktalarını". Mevcut siyasi krizin, tarafların kartlarını açık oynadığı ve hatta sade vatandaşların bile çatışmanın nereye evrileceğini kestirebildiği sürükleyici bir senaryo olduğu belirtiliyor. Bu krizin ve çatışmanın başlatanı ve tırmandıranı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak resmediliyor. Yerleşen kanaate göre, "Halk desteği azalan Erdoğan’ın elindeki araçları zorlayarak tek potansiyel rakibi CHP’yi teslim almak üzere seri operasyonlara girişti". Bu durum, iktidar sahibinin gücüne tutunarak yerine göz dikenleri tasfiye etme çabası olarak algılanıyor ve Türkiye'yi kilitleyen, siyasi ve ekonomik istikrarı tehdit eden "ben gitmem" krizi şeklinde yorumlanıyor. Erdoğan'ın karizmatik bir lider olduğu ve popülaritesinin partisinin imajının çok üzerinde olduğu ifade edilirken, 23 senelik iktidarının özellikle ikinci yarısında devlet gücünün caydırıcı araçlarının tek başına onun tekeline girdiği belirtiliyor. Türköne, Erdoğan'ın kimseyle tartışmadığını, müzakere etmediğini, sadece karar verdiğini ve verdiği emrin uygulandığını kaleme alıyor.
Bu tabloda, tek kişinin karizması ile ayakta duran bir iktidarın geleceği de sorgulanıyor. Erdoğan'ın "elhamdülillah dimdik ayaktayız, Emri hak vaki olana kadar da yine burada olacağız" sözlerinin, siyasi rekabette kritik bir karşılığı olduğu belirtiliyor. Zira, bu iktidarın "emri haktan sonra çözülüp dağılacağı" ve geride kalanların ne yapacağının belirsiz olduğu bir gerçek olarak önümüze konuluyor. Zamanla bir çıkar şebekesine dönen AK Parti bağlılarının, CHP'nin müstakbel iktidarında başlarına neler geleceğini, "Devri Sabık'ın buldozerlerinin üzerlerinden nasıl geçeceğini" öfkeyle dolup taşarak yakından gözledikleri ve bu yüzden topa girmedikleri ifade ediliyor. Hatta bazı durumlarda, CHP'ye yapılanlara karşı "bu kadar da olmaz" itirazlarını dile getirdikleri bile belirtiliyor. İktidar kanadında Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) ise bu operasyonların içinde yer almadığı, zaman zaman hukuk ve adaleti vurgulayan mesajlarla nisbi itirazlarda bulunduğu Türköne'nin tespitleri arasında yer alıyor.
Erdoğan'ın tek başına, yapayalnız bir şekilde karşısında, kökleri derinlere inen, örgütlü ve yerleri kolayca doldurulacak yeni seçkinlere sahip koskoca bir CHP geleneğini bulduğu vurgulanıyor. Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve halkta canlı karşılığı olan diğer belediye başkanları ile birlikte CHP'nin bir müessese olduğu ve bu yığınla popüler ismin bir tanesinin bile AK Parti'de muadilinin bulunmadığı belirtiliyor. Bu "ben gitmem" krizinin, siyasi yelpazede yeni bir saflaşma ve kutuplaşma oluşturduğu, CHP ağırlığı ile yeniden şekillendiği ve partiler yelpazesinde açıkça bir CHP hegemonyasının kurulduğu dile getiriliyor. Merdan Yanardağ'ın analizlerinde de benzer şekilde dile getirilen bu yeni gerçeklik, Türkiye siyasetinin dinamiklerini kökten değiştiriyor. Erdoğan'ın, CHP'nin yükselen halk desteğinden ve özellikle bu desteğin miting alanlarında somutlaşmasından büyük rahatsızlık duyduğu, "Ankara'da siyaset yap" çağrısının dahi CHP'nin sahaya sürdüğü gücün saray tarafından tescil edilmesi anlamına geldiği belirtiliyor. CHP'nin kendisini selamete ulaştıracak önemli bir kanal açtığı ve bu kanalı sürekli genişlettiği de ekleniyor.
Ancak bu gerilim, tehlikeli bir tırmanışa da işaret ediyor. CHP'lilerin tutuklandığı ve mitinglerin tam gaz devam ettiği bu krizin, Türkiye'yi derin bir siyasi kaosun içine sokabilecek kadar ilerleyebileceği uyarısı yapılıyor. Türköne'ye göre, bu durumda bir tarafın vazgeçmesi gerekecek ve bu taraf "Tabii ki krizi çıkartıp yöneten ve tırmandıran taraf". CHP'nin ise pes etmesinin mümkün olmadığı, zira böyle bir müessesenin yara alabileceği ancak devrilemeyeceği, pes edenin siyasete veda edeceği belirtiliyor. Özgür Özel ile Erdoğan arasında sokak gösterileri etrafında devam eden diyalogda, Özel'in "daha dur sokak henüz başlamadı" tehdidinde bulunması, gerilimin sokağa taşma potansiyelini gözler önüne seriyor. Eğer tutuklamalar yaygınlaşırsa direncin artacağı, sokak gösterileri şiddete yönelirse bu sefer OHAL ilan edileceği ve OHAL'in ilan edildiği gün muhalefetin "tartıdan düşeceği", Türkiye'nin açıkça faşist bir yönetime geçmiş olacağı uyarısı yapılıyor. Niyetin CHP'yi tahrik edip OHAL ilan etmek olduğu düşünülse de, bu senaryonun bedelinin "çok ama çok ağır" olacağı özellikle vurgulanıyor.
Tüm bu gerilimi tırmandırmaktan şu an için her iki tarafın da kazancı olduğu ifade edilse de, sorumluluğun sarayda olduğu ve bu krizden kaos çıkarsa ahlaki üstünlüğün bütünüyle kaybedilmiş olacağı net bir şekilde ortaya konuluyor. AKP iktidarı için temelin altındaki toprağı kazmak gibi, binayı yıkacak meşruiyet sorununun giderek büyüdüğü belirtiliyor. Dahası, "otoriterleşerek terörsüz Türkiye mümkün mü?" sorusuyla, bu "ben gitmem" krizinin Türkiye'nin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorunuyla nasıl etkileşime girdiğine dikkat çekiliyor. Bir tarafta Türkiye'nin otoriterleşeceği bir yağmur-çamur-fırtına ile boğuşurken, diğer tarafta Kürt sorununun çözümü için demokrasi ve hukuk üretmenin imkansız olduğu belirtiliyor. PKK'nın silah bırakmasının ve kendisini feshetmesinin önemsiz kaldığı, asıl sorunun "Kürtlerle kader birliği ederek gireceğimiz yeni yüzyılın temel taşlarını döşemek" olduğu vurgulanıyor. Bu konuda önümüzün bütünüyle açık olduğu ancak atılmış tek bir adım bile olmadığı acı bir gerçek olarak yüzümüze çarpıyor.
İktidarın bu kadar ağır sorunlar ortasında saray entrikası ve güç savaşları ile galibi belirleyemeyeceği, siyasi süreçlerin temel dinamiğinin halkın ihtiyaçları olduğu belirtiliyor. Mümtazer Türköne'nin yazısında altını çizdiği gibi, halkın ihtiyaçlarını, taleplerini ve beklentilerini takip ederek sonucun kestirilebileceği, kimin kazandığı ve kimin kaybettiğinin aslında belli olduğu dile getiriliyor. Türkiye'nin bütün kişisel rekabetleri ve iktidar oyunlarını ezip geçen, hem devlet hem de millet için hayati bir beka sorununun giderek tırmanan kriz ortamında çözülemeyeceği de açıkça belirtiliyor. İktidar için otoriterleşmek ile Kürtler için demokratikleşmek gibi iki zıt istikameti birleştirmenin imkansız olduğu, birbirine bağlı ama iki farklı istikamete koşan atlarla her iki hedef için de büyük felaketler yaşanacağı uyarısı yapılıyor. Ve hikaye her zaman böyle biter: Uzun bir savaşın sonunda ordusu yenilen kralın sadık şövalyeleri çarpışmaya devam ederler… Bu kaçınılmaz son, halkın iradesinin ve değişen toplumsal dinamiklerin siyasi denklemi nasıl yeniden yazacağını www.avazturk.com olarak yakından izlemeye devam edeceğimizin en güçlü kanıtıdır.