Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister...

Bu köşede, 28 Kasım 2016’da yayınlanan “Sivil Anayasa ve Başkanlık temelli Milliyetçi-Muhafazakar ittifaka sabotajın kodları” başlıklı yazımı; AK Parti ile MHP ittifakı üzerine kimi değerlendirmeler yaptıktan sonra şu paragrafla noktalamıştım:

“AK Parti ile MHP arasındaki sivil anayasa ve sistemsel revizyon ittifakı, bu ülkeyi yüz yıla yaklaşan uykudan uyandıracak bir sürecin de mihenk taşı. Haliyle bu ittifakı tarumar etmek için düzenlenecek sabotajlar sadece yukarıda saydıklarımla sınırlı kalmayacak, yerel ve küresel boyutlarıyla şiddetini arttırarak sürecektir. Bu çerçevede, ivedilikle yapılması gereken şey, sistem değişimi sonrasında siyaseti iki partili düzene zorlayacak olan Başkanlık/Partili Cumhurbaşkanlığı yolunda, AK Parti ve MHP’yi ittifakın ötesinde bütünleştirecek adımlar atılmasıdır. Böylelikle; Milliyetçi Muhafazakar Demokrat blok hem yeni Türkiye’nin kurucu iradesi olacak hem de yeni sistem, ayrılıkçı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici unsurlar ve dış etkilere karşı daha dirençli olacaktır.”

Bu tespitim, aklı selim çevrelerde kabul görmekle birlikte, bazı kesimleri fazlasıyla rahatsız etmişti.

Mesela; MHP tabanı içerisinde, “milliyetçilikle ulusalcılık” arasında gel-git yaşayan kesimle, AK Parti’deki, “ümmetçiliği” Türkiye’nin üst kimliği olan “Türklüğü” redde dönüştüren ve “İslamcılık” maskesi altında “Kürtçülük” romantizmine kapılanlar, bu yazıyı eleştirmekle birlikte, AK Parti’nin “Kürt seçmenin” teveccühünü kaybedeceğini öne sürmüşlerdi. Hem de örtülü “ırkçı” yaklaşımlarını dışa vurarak. Öfke nöbetleri geçirmişlerdi hatta…

Aslında öfke nöbetlerinin temel kaynağı MHP’nin temsil ettiği Ülkücü taban ve onların taşıdığı siyasal eğilimdi.

Onlara göre “ırkçı, faşizan” yaklaşımın ta kendisiydi Ülkücülük!

Sadece bu tayfa mı böyle baktı?

Tabi ki hayır!..

Vatan toprağının tek bir çakıl taşı için ölmeyi göze alan Ülkücüler, her dönem horlandı, her dönem ırkçılıkla suçlandı.

Bilhassa bu vatanın bölünmez bütünlüğüne, bu ülkenin egemenliğine ve bağımsızlığına göz diken fikriyatlardan beslediği gruplar, bizleri yani Ülkücüleri, bu söylemlerle ötekileştirdi, bu söylemlerle başkalaştırdı.

Oysa bizler, yani Ülkücüler, Bilge Kağan’ın, “Üstte mavi gök çökmedikçe, aItta yağız yer deIinmedikçe, kim bozabiIir senin iIini ve töreni” söylemlerini şiar edinen ve bu hasletle “Ey Türk, titre ve kendine dön” diye haykıran bir anlayışla yoğrulmuş ülkünün savunucularıydık.

Yeminimiz bile, bu milletin birliğine, dirliğine, bu vatanın bölünmez bütünlüğüne, bu milletin diline dinine ve kültürüne yönelen tüm bozguncu anlayış ve oluşumlarla mücadele kararlılığı üzerine kurulmuştu.

Şöyle ki;

“Varlığına, birliğine ve yücelerin en yücesi olduğuna inandığımız,

Ol deyince olduran ve gönüllerimizi iman nuruyla dolduran:

Allah'a, Kur'an'a, Vatan'a, Bayrağa ve Silaha yemin olsun!

Şehitlerim, Gazilerim ve Başbuğ'um emin olsun!

Ülkücü Türk Gençliği olarak;

Komünizme, Faşizme, Kapitalizme,

Siyonizme ve her türlü Emperyalizme karşı mücadelemiz,

Son nefer, Son nefes, Son damla kana kadardır!

Mücadelemiz milliyetçi Türkiye’ye,

TURANa kadardır!

Mücadelemizde hiç bir engel tanımayacağız!

Yılmayacağız! Yıkılmayacağız!

Başaracağız! Başaracağız! Başaracağız!”

Yılmadan, yıkılmadan mücadele yemini ettiğimiz faşizmle suçlanırken, bu yafta vurularak hor görülürken, dinsizlikle inançsızlıkla itham edilirken, “cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dâva başarıya ulaşamaz” desturundan hareketle, cesaretimizi kaybetmeden yüreğimizi ortaya koyduk, kararlılığımızı atılganlığımızla sergiledik dosta düşmana.

Ülkümüz olan Kızılelma zindanların işkence ve zulümlerin gerekçesi sayılırken, işte o kararlılığımız, o cesaretimiz ve ortaya koyduğumuz yüreğimizle, o ülküden bir milim geri atmamanın mükafatını alıyoruz bugünlerde.

Dün bizlere yöneltilen ırkçılığın, faşizanlığın ve bozgunculuğun gerekçesi sayılan Kızılelma, bugün devletin politikasına dönüştü. Devletin başı, Başkomutanımız bile Kızılelma ülküsünü yüksek sesle haykırıyor şimdi.

Devletin başı, Başkomutan Kızılelma’yı yüksek sesle haykırırken, S. Ahmet Arvasi’nin, “Ve tarih bir gün, acz içinde kıvrana kıvrana şehadete susamış bir ÜIkücü'den daha müthiş bir siIahın keşfediIemediğini yazmak zorunda kaIacaktır…” sözleriyle tarif ettiği Ülkücüler var yanında…

Afrin’e giderken “İstikamet Kızılelma, ailem beklemesin” diyebilen yiğitler var. Tıpkı devlete yönelen tarihin en kirli kumpası 17/25 Aralık’taki, devleti, devlet otağını ve o otağda devleti yönetenleri hedef alan MİT tırlarına düzenlenen tarihin en şerefsiz kumpasındaki, bu millete, bu vatana bu devlete kasteden 15 Temmuz gecesindeki gibi...

Bu ırkçılıksa, bu faşizmse evet, bu vatan toprağının her bir karışı için, bu topraklarda yaşayan her bir fert için, bu devletin bekası için şehadete koşmayı ülkü edinen bizler, sonuna kadar ırkçı sonuna kadar faşistiz.

Bilinsin ki;

“Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!

Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.”

Bizler, güçlü bir fikrin, şanlı bir destanın, derin bir aşkın fertleri olarak, bu millete, “Yıkıldın, yakıldın devrim dediler, soysuzlaştırıldın evrim dediler, Bozkurt’a it, ite yavrum dediler” diye haykırarak, “titre ve ayağa kalk, uyan, uyan artık ey millet” demeye de devam edeceğiz.

Yeni Türkiye’nin, Ortadoğu coğrafyasında sahnelenen ve toprak bütünlüğümüzü hedefleyen karanlık oyunu bozacak, dünyanın her bir coğrafyasındaki dili dini ve milliyeti farklı da olsa tüm mazlumların umudu olacak Türkiye’nin tesisi sürecinde tek kaygısı vatan ve şanlı bayrağımız olanlarla omuz omuza verip gerektiğinde gözümüzü kırpmadan şehadete koşacağız.

Varsın “kurban arandığında ilk koça bakılır” desinler, bu cennet vatan ve bu aziz millet için kurban bakılıyorsa yine biz varız, hep biz olacağız.

Birlik ve bütünlüğümüz daim, gazamız mübarek ola…

Önceki ve Sonraki Yazılar