Zebraların Masum Koşuşlarının Ardındaki Tüyler Ürperten Son Ortaya Çıktı
Siyah-beyaz çizgileriyle özgürlüğün ve demokrasinin sembolü olan zebraların, vahşi doğadaki hayatta kalma mücadelesinin ardında yatan sır perdesi aralanıyor. Yılmaz Özdil'in çarpıcı anlatımıyla, bu cesur hayvanların doğal düşmanlarına karşı bile ayakta...
Sevgili okuyucular, bugünkü haberimiz sizi derin düşüncelere sevk edecek, belki de bilmediğiniz bir gerçeğin kapılarını aralayacak. Bu makale devam ediyor ve sizi adım adım, vahşi doğanın en asil ve belki de en yanlış anlaşılan canlılarından birinin, zebranın sırlarla dolu dünyasına taşıyacağız. Siyah beyaz çizgileriyle özgürlüğü, barışı ve cesareti temsil eden bu asil hayvanların, hayatta kalmak için sergiledikleri eşsiz stratejilerin, modern dünyanın acımasız gerçekleriyle nasıl çarpıştığını görecek, asıl şaşırtıcı sona ulaşana kadar nefesinizi tutacaksınız.
Yılmaz Özdil, çarpıcı konuşmasında zebraları bambaşka bir gözle incelememizi sağlıyor. Özdil'e göre, zebra, kendi bedeninde bile zıtlığı ve karşıtlığı barındıran, tam anlamıyla bir demokrasidir. Derisindeki siyah ve beyaz şeritlerin hangi rengin baskın olduğuna dair algının tamamen izleyenin niyetine bağlı olduğunu belirtirken, zebranın özgür düşüncenin bir sembolü olduğunu vurguluyor. Özdil'in anlatımına göre zebralar, sırtına binilemeyen, gem vurulamayan asi canlılar olsalar da, doğadaki en iyi huylu, hoşgörülü ve dostane varlıklardan biridir. İnsanlar gibi sosyal varlıklar olup, toplum misali birlikte ve kalabalık halde yaşarlar. Barışçıl doğaları gereği yaşadıkları ortamda kimseye düşmanlık beslemez, kimseye zarar vermezler; tarihte hiçbir canlıya saldırdıkları görülmemiştir. Sakin ve huzurlu olmalarına rağmen, karıncayı bile incitmedikleri halde daima tehlike altındadırlar, çünkü vahşi hayvanların hedefidirler. Ancak buna rağmen asla saklanmazlar; mangal yürekli denir ya, öyle cesur, mert hayvanlardır. Her yönden tehdit gelebildiği halde korkmak yerine meydan okurcasına açık alanda gezerler. Özdil, zebraların tıpkı namuslu vatandaşlar gibi gerçek kimlikleri olduğunu, her birinin siyah-beyaz şeritlerinin parmak izi gibi birbirinden farklı olduğunu ve ömürleri boyunca kim olduklarının belli olduğunu ifade ediyor. Zebraların baş düşmanları olan aslanlar ve kaplanlar gibi yırtıcıların renk körü olduğunu, sadece hareketi gördüklerini ve bu sayede zebraların açık alanda hareketsiz durarak gözden kaçabildiğini belirten Özdil, kalabalık halde gezen zebraların tehlike anında çil yavrusu gibi dağılarak yırtıcıların kafasını karıştırdığını ve bu sayede hayatta kaldıklarını açıklıyor.
Ancak Yılmaz Özdil, bu doğal ve mükemmel hayatta kalma mekanizmasının "doğal ortam bozulursa" nasıl acımasızca çaresizliğe dönüştüğünü de gözler önüne seriyor. Mertliğin tüfek icadıyla bozulduğunu ve doğal ortamın da bununla birlikte yozlaştığını vurgulayan Özdil, zebraların en somut tehlikelere aldırmadan, saklanmadan, korkmadan açık alanlarda mertçe dolaşmalarının, bir namlunun ucunda nasıl çaresiz kaldığını çarpıcı bir dille anlatıyor. Bu noktada, doğanın insan müdahalesiyle ne denli hassas bir dengeye sahip olduğunu daha iyi kavramak için https://www.avazturk.com adresindeki çevre haberlerini de incelemenizi tavsiye ederiz.
İşte tam da bu noktada, "zebra koşusu" denilen o yürek burkan an başlıyor. Yılmaz Özdil'in deyimiyle, avcı tüfeğini doğrultur, dürbünüyle nişan alır, tetiği yoklar ve "drann!" sesiyle her şey başlar. Bu ses, zebralara içgüdüsel bir start verir. Etrafta aslan ya da kaplan olmasa bile, o "drann" sesinden sonra topluca, yan yana, omuz omuza, çılgınlar gibi koşmaya başlarlar. Koşarlar, koşarlar, koşarlar... Uzaktan bakan biri, "yırttılar galiba, kurtuldular" diye düşünebilir, hatta birinin düşmediğini görünce umutlanıp, avcının ıskaladığını zannedebilir. Ama o sırada avcı sinsi sinsi gülümsemektedir. Zebralar, çılgınca, üç dakika, beş dakika topluca koşmaya devam ederler.
Ve işte o tüyler ürperten an gelir: "tık..." diye bir sesle biri tökezler ve düşer. Vurulmuştur. Çünkü o "drann" sesinden sonra havada "sısss" diye ıslık çalarak süzülen mermi, "pufff" diye birinin vücuduna saplanmıştır. O anda aslında her şey bitmiştir, ama mermiyi yiyen zebra bunun farkında değildir. Yürekleri ağızlarında, heyecanla, birbirlerinden ayrılmadan koşmaya devam ederler. Kanı boşalana kadar, son damlasına kadar... Ve biri düşer. Yılmaz Özdil'in bu çarpıcı anlatımı, zebraların sadece birer hayvan olmadığını, aksine özgürlüğün, mertliğin ve aynı zamanda doğal ortam bozulduğunda maruz kalınan çaresizliğin bir sembolü olduğunu gözler önüne seriyor. Bu son, bize doğanın ve yaşamın ne denli kırılgan olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.