Ayşe Tükrükçü'nün Sarsıcı Tanıklığı: Genelev Batağından 'Hayata Sarıl'a Bir Kadının İsyanı ve Mücadelesi
Çocukluk travmalarından başlayıp zorla satıldığı genelevde yaşadığı dehşete, oradaki kölelik koşullarından bir kadının toplumsal isyanına ve 'Hayata Sarıl' Derneği ile umut oluşumuna Ayşe Tükrükçü'nün ağzından tüyler ürpertici bir yaşam öyküsü.
Ayşe Tükrükçü... Bu isim, Türkiye'nin en karanlık gerçeklerinden birine, genelevlerin acımasız dünyasına dair kan donduran bir tanıklığın simgesi haline geldi. Yıllar sonra sessizliğini bozan ve yaşadıklarını tüm açıklığıyla anlatan Tükrükçü'nün hikayesi, sadece bir bireyin dramı değil, aynı zamanda sistemin, toplumun ve ailenin acıtan yüzünü gözler önüne seren bir isyan manifestosu niteliğinde. Tele1 ekranlarında paylaştığı detaylar, dinleyenleri derinden etkiliyor ve genelev gerçeğine farklı bir pencereden bakmaya zorluyor.
Almanya'da gurbetçi bir ailenin beş çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Ayşe Tükrükçü'nün çocukluğu, aile içi ensest tecavüz travmasıyla gölgeleniyor. Bu travmanın ardından çocuk esirgeme kurumunda beş buçuk sene kalan Tükrükçü, 23 yaşında "tatile" geldiği Türkiye'ye, ailesi ve akrabalarının altınına ve parasına duyduğu açgözlülük nedeniyle kalıcı bir dönüş yapıyor. İlk eşiyle bu vasıtayla tanışan Tükrükçü, Türkiye'ye dönmekle hayatının en büyük pişmanlığını yaşadığını dile getiriyor. İlk evliliğinde eşinin ailesi tarafından şiddete maruz kalan Tükrükçü, boşanmaya karar verdiğinde 92 Türkiye'sinde "dul kadın" olmanın ne demek olduğunu acı bir şekilde öğreniyor. Almanya'daki özgür ortamdan sonra, dul bir kadının bakkala dahi gitmesinin sorgulandığı, saçının renginin, sürdüğü ojenin dahi 'kötülüğe' yorulup damgalandığı bir toplumla yüzleşiyor. Bu çaresizlikle, ailesinin onayını almadan (ancak dayılarının ve teyzelerinin onayıyla) ikinci evliliğini bir imam nikahı ve kına gecesiyle yapıyor. Eşi terzi olmasına rağmen, ailenin Ayşe Tükrükçü'den sakladığı ikinci bir 'mesleği' olduğu gerçeği, hayatının en karanlık döneminin başlangıcı oluyor.
İkinci eşi tarafından, sırf ailesinin Almanca bilen birini yanlarına alıp Almanya'ya gitme isteği yüzünden, akıl almaz bir ihanetle karşılaşıyor Ayşe Tükrükçü. Eşi, kendisini satmak için satış kağıtlarını dahi hazırlayarak, 18 Kasım 1993 tarihinde 240 milyon lira karşılığında Mersin genelevine satıyor. Kendi memleketinde, hem de eniştesinin müşterisi olduğu bir ortamda bu dehşeti yaşaması, acısını katlıyor. Sadece birkaç ay içinde Türkiye genelinde tam 7 farklı genelevine satıldığını anlatan Tükrükçü, o dönemi "et pazarı" veya "hayvanat bahçesi" olarak tanımlıyor. Demir kapılar ve camların arkasında, müşteriler tarafından hayvan gibi görüldüklerini, günün 10-12 saatini tek ayak üstünde, tıpkı bir flamingo kuşu gibi bekleyerek geçirdiklerini ve kendilerini pazarlamak zorunda kaldıklarını belirtiyor. En acı veren detaylardan biri de, genelevde olduğunu bilip de kendisine haber gönderen teyzelerinin, kuzenlerinin, paraya ihtiyaçları olduğunda ondan borç para istemesi. Bu durum, o dönem bile akrabalarına yardım ettiğini gösteriyor.
Ayşe Tükrükçü'nün isyanı, genelevlerin yasal statüsü ve orada çalışan kadınların haklarıyla ilgili derin soruları da beraberinde getiriyor. Türkiye'de 62 tane genelev olduğunu belirten Tükrükçü, bu yerlere "diri gidilip ölün gelindiğini" çok iyi bildiklerini söylüyor. Kapısına sadece erkeklerin girebildiği bu yerlerden kadınların çıkarken neden hak hukuk tanınmadığını sorguluyor. Genelevde çalışmak "dünyanın en eski mesleği" olarak anılsa da, orada çalışan kadınların İşçi Bulma Kurumu'na kayıtlı olmadığını, en yüksek vergiyi ve sigorta primini ödemelerine rağmen emekli olamadıklarını dile getiriyor. Bir insanın günde 30 kişiye satılmasının iş değil kölelik olduğunu, haftada bir gün izni varken, sıkıntılıyken, kanamalıyken, hatta kürtajdan yarım saat sonra dahi çalıştırılmalarının asla kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Ayşe Tükrükçü, kendilerine "Hayat kadını" diyen topluma ve devlete seslenerek, kendilerini "Hayat kadını" yapan insanları, yani devleti, aileyi, çevreyi, kocayı ve babasını neden sorgulamadıklarını soruyor. Bu konuyla ilgili detaylı araştırmalar ve analizler, avazturk.com gibi platformlarda zaman zaman derinlemesine ele alınarak toplumsal farkındalığın artmasına katkı sunmaktadır.
Genelevdeki yaşamın dehşet verici gerçeklerinden biri de ölümler. Bir müşterinin kalp krizinden ölmesi üzerine, adamın hızla giydirilip tabuta konulduğunu ve adres olarak neden "küçük saat" gibi çarşı adresi verildiğini, gerçek adres olan Yeşilevler (genelev) yerine neden farklı bir adres yazıldığını sorguluyor. Polisin kendisine hakaret ederek "Bilmem neyim kadını" dediğini ve "genelev diye yazsak ailesi gelir alır mı sanıyorsun, almazlar, o zaman kimsesizler mezarlığına girecek" yanıtını verdiğini aktarıyor. Tükrükçü, neden ölen erkeklerin onurlu bir şekilde gömülmesine fırsat verilirken, kendilerinin insan yerine konulmadığını ve kimsesizler mezarlığına gömülen kişi olmalarına zemin hazırlandığını soruyor. Daha da sarsıcı olanı, rahmetli Damla'nın hikayesi. Müşteri tarafından başı gövdesinden ayrılan Damla'nın cansız bedenini ve kapının arkasındaki başını kendi gözleriyle gördüğünü anlatan Tükrükçü, Damla'nın da kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü belirtiyor. Bu travmatik deneyimler, Ayşe Tükrükçü'nün hayatında silinmez izler bırakmış; örneğin, rahmetli Damla'yı özendiği için saçlarını onun gibi uzun ve düz yapmak istese de, yaşadığı dehşet nedeniyle bunu tam olarak başaramadığını, hala o günlerin etkisiyle yaşadığını anlatıyor.
Genelevden sonraki yaşamında, toplumda yok sayılan, evsiz, işsiz insanlara yardım etmeye odaklanıyor Ayşe Tükrükçü. 2014-2016 yılları arasında sokakta yaşayanlara çorba, kıyafet dağıtıyor, ev yardımı yapmaya çalışıyor. Ancak bu kişilerin toplum tarafından hala dışlandığını, iş bulma görüşmelerinde dahi zorluklar yaşadıklarını görüyor. Belediyelerle iletişime geçtiğinde "kayıtlı evsiz yok" yanıtıyla karşılaşması, sistemin vurdumduymazlığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu çaresizlikle, kendi gibi zor durumda olan arkadaşlarıyla birlikte bir şeyler yapmaya karar veriyorlar. Kendi kısıtlı imkanlarıyla (aylık 1000 lira gelirin 500 lirasının gider olması, kanser tedavisi görmesi gibi) bir dükkan tutma hayali kuruyorlar. İşte tam da bu noktada, bir dönüm noktası yaşanıyor. Gastronomi etkinliğinde yaptığı konuşmada hayat hikayesini ve bir yer açma isteğini anlattığında, Türkiye'nin ve dünyanın önde gelen şefleri ayağa kalkarak ona destek sözü veriyor. Bu destekle, 2017 yılının Şubat ayında "Hayata Sarıl Derneği"ni kuruyorlar. İlk sponsorları Grundig oluyor.
Kebapçı dükkanını "Hayata Sarıl Lokantası"na çeviren Ayşe Tükrükçü, burada kendi bedenini satın alan adama dahi yemek verdiğini, geçmişiyle yüzleşerek hayata tutunduğunu anlatıyor. Amacı, genelevde çalışan ve toplumun görmezden geldiği kadınların hakları için mücadele etmek. "Ben kadınım, Ayşe Tükrükçü 20 sene önce de kadındı. Neden o zaman kimse bu soruyu sormuyordu? Bayramda, kandilde biz satılırken kadın değil miydik?" diyerek acı gerçeği haykırıyor. Çocukların satıldığında "teyze, abla ben iyi miyim" diye sorması, onun için hala kanayan bir yara. Dünya Kadınlar Günü etkinliklerine çağrılmasına rağmen, genelevdeki kadınlara karanfil vermenin bir anlamı olmadığını, asıl önemli olanın onların var olduklarını göstermek olduğunu vurguluyor. Mücadelesini, dibe vurmuşken hayata tutunmanın bir yolu olarak görüyor. Pandemi döneminde bile evsizlere sarıldıklarını, onlara yemek paketleri hazırladıklarını, lokantada "askıda yemek" uygulaması başlattıklarını belirtiyor. Şeflerle işbirliği yaparak hem yemek dağıtıyor hem de derneğe gelir sağlıyorlar. Ayşe Tükrükçü için ailesi, "Hayata Sarıl" çevresi ve onlara destek olan herkes. Türkiye'nin ve dünyanın her yerinden kapısını açanlar, 1 lira dahi olsa derneğe bağış yapanlar onun dostu. Genelev gerçeğine dair daha fazla bilgi ve analiz, Türkiye'deki medya kuruluşları ve avazturk.com gibi özel haber siteleri aracılığıyla kamuoyuna ulaştırılabilmektedir.
Ayşe Tükrükçü'nün hikayesi, bir kadının pes etmeyişinin, acıdan beslenerek umudu yeşertmesinin ve tüm zorluklara rağmen "Hayata Sarıl"manın simgesi. Onun mücadelesi, toplumun kanayan bir yarasına parmak basarken, aynı zamanda yardıma muhtaç olan herkese uzanan bir dost elinin hikayesidir.