Bu Saldırılar Dünya Dengelerini Sonsuza Dek Değiştirecek Mi?
Tarihi bir dönemeçteyiz: ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine yönelik şok edici bombardımanı, İsrail'in yıllardır süren tehdit algısıyla birleşince Ortadoğu'nun geleceği belirsizliğe büründü. Yeraltındaki sığınaklar, 13 tonluk devasa bombalar ve bölgenin..
Ortadoğu semaları, uzun zamandır beklenen ancak şaşırtıcı detaylarla dolu bir gelişmeye tanıklık etti. Amerika Birleşik Devletleri, 21 Haziran'da hazırlanan bir video içeriğinin ardından, 22 Haziran'da İran'daki nükleer tesisleri hedef aldı. Bu saldırılarda, B-2 bombardıman uçaklarından bırakılan GBU-57 sığınak delici bombalar kullanıldı. İranlı kaynaklar ise, saldırı öncesinde zenginleştirilmiş uranyumların güvenli noktalara taşındığını iddia etti. Bu gelişme, 2003 yılında Irak'ın işgaline Saddam Hüseyin'in elindeki kitle imha silahları gerekçe gösterilirken, bu silahların hiçbir zaman bulunamamasıyla başlayan ve aradan yıllar geçmesine rağmen benzer bir iddianın şimdi İran üzerinde yeniden gündeme gelmesiyle dikkatleri bir kez daha bölgeye çevirdi.
Bu kez hedefin İran olması ve düğmeye basan ülkenin İsrail olması, gerilimi farklı bir boyuta taşıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu'ya göre, İran yıllardır nükleer silah üretme eşiğinde ve bu iddiayı 1996'dan beri tekrarlayıp duruyor. Netanyahu, İran'ın bu hedefe ulaşmak için belirlenen son tarihin son derece yaklaştığını belirtiyor ve İran'ın balistik füze sistemleri geliştirme konusunda Irak'ı bile geride bırakarak, bu füzelerin önümüzdeki 15 yıl içinde ABD'nin doğu kıyılarına ulaşabilmesini hedeflediğini vurguluyor. Mevcut zenginleştirme hızları devam ederse, İran'ın önümüzdeki ilkbaharda—en geç yaz başında—orta düzey zenginleştirme sürecini tamamlayıp son aşamaya geçeceği belirtiliyor. Bu noktadan sonra, ilk nükleer bomba için yeterli düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma ulaşmaları yalnızca birkaç ay, hatta belki de birkaç hafta sürebilir. Netanyahu'nun ifadeleriyle, dünyanın en önde gelen terörizm destekçisi olan militan bir İslami terör rejimi, birkaç hafta içinde nükleer bomba üretmek için gerekli malzemeye sahip olma konumuna gelebilir. Eğer durdurulmazsa, İran'ın çok kısa sürede, bir yıl veya birkaç aydan daha az bir sürede nükleer silah üretebileceği iddia ediliyor. Bu soruların peşinden giderken, İsrail'in 13 Haziran'da İran'ın nükleer altyapısına yönelik büyük bir saldırı başlattığı ortaya çıktı. Bazılarına göre bu saldırı, Tahran'ı ilk kez nükleer silah üretmeye sevk edecek bir kırılma anıyken, kimilerine göre ise onlarca yıldır süren "İran bombası" tehdidinin artık sonu gelmişti. İsrail ordusu, şu ana kadar İran'ın hava savunma sistemlerini neredeyse tamamen devre dışı bırakarak, Tel Aviv'e yalnızca nükleer altyapıyı değil, artık rejimin kalbindeki unsurları da hedef alma imkânı sunuyor. Gelen bilgilere göre saldırılar sebebiyle enerji santralleri, askeri tesisler ve altyapı unsurları ciddi ölçüde tahrip oldu, ancak İsrail'in asıl gündem ettiği mesele İran'ın nükleer tesisleri. Bölgedeki bu kritik gelişmeleri ve daha fazlasını, ayrıntılı analizlerle birlikte https://www.avazturk.com adresinden takip edebilirsiniz.
7 Ekim sonrası bölgedeki nüfuzu eriyen İran, son dönemde adeta kabuğuna çekilmiş durumda. İsrail ise "Ahtapot Doktrini" ile önce İran'ın vekillerini zayıflatmaya çalışırken, sırayı ahtapotun başına getirdi ve mevcut süreçte nükleer bahanesini kullanarak İran'a son darbeyi vurmaya uğraşıyor. Ancak bu görüldüğü kadar kolay değil, çünkü hedef tahtasındaki nükleer tesisler sıradan hedeflerden oluşmuyor. Çoğu yerin ve dağların derinliklerine gömülmüş durumda, olası bir saldırıya karşı onlarca metre kalınlığında betonla korunuyorlar. İsrail bu zırhı delme konusunda oldukça ısrarcı, hatta Amerika'yı da bu konuda yanına çekmeye ve savaşa sürüklemeye zorluyor. İran'da çok sayıda nükleer tesis bulunuyor: Tahran Nükleer Araştırma Merkezi, Erak Ağır Su Nükleer Reaktörü, Fordo Uranyum Zenginleştirme Merkezi, İsfahan Uranyum Dönüşüm Tesisi, Natanz Nükleer Merkezi ve Buşehr Nükleer Santrali bunlardan sadece birkaçı. Tüm bu saldırıların İran'ı gerçekten durdurup durduramayacağı, yoksa hayatta kalmak için nükleer silah üretmeye mi yönlendireceği sorusu akıllarda yankılanıyor. Yalnızca İsrail'in düzenlediği bir saldırı, hatta ABD'nin de dahil olduğu bir ortak operasyon bile İran'ın nükleer kapasiteye ulaşmasını durdurmaya yeterli olacak mı? Olası saldırının merkezinde ise iki önemli nükleer tesis var: Natanz ve Fordo. Biri İsfahan yakınlarında, diğeri Kum'un eteklerinde bir dağın derinliklerinde yer alıyor. Bu iki tesisin, geçmişte olası İsrail saldırılarına karşı özel olarak inşa edildiği biliniyor ve Natanz şu ana kadar vurulan tesislerden. Asıl sır perdesi ise, başkent Tahran'ın yaklaşık 100 km güneyinde bulunan Fordo. Analistlere göre, Fordo'daki nükleer tesis yüzeyin 80 ila 90 metre altında inşa edilmiş durumda. Bu iki tesis, İran'ın nükleer programının adeta atardamarı niteliğinde ve her ikisinde de binlerce santrifüj çalışıyor, farklı saflıklarda uranyum üretmek üzere tasarlanmışlar. İsrail, Natanz'daki yer altı kompleksine zarar verildiğini açıklasa da detay paylaşmazken, Fordo'nun hedef alınıp alınmadığı henüz belirsizliğini koruyor.
Bugün itibarıyla İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) raporuna göre, elinde 408,6 kilogram uranyumla %60 saflıkta zenginleştirilmiş ciddi bir uranyum stoku biriktirmiş durumda. Natanz ile Fordo'daki gelişmiş santrifüjler bu miktarı her ay ortalama 33,5 kilogram artırıyor. Bu oranın, silah üretmek için gereken %90 saflığa ulaşmak için sadece bir adım geride olduğu belirtiliyor. Washington merkezli Bilim ve Uluslararası Güvenlik Enstitüsü'ne göre, İran bu stokla yalnızca üç hafta içinde dokuz nükleer silah üretecek malzemeye ulaşabilir. Aynı rapora göre, bu uranyumun tamamı Natanz ve Fordo'da olmayabilir; bir kısmının ülkenin dört bir yanına dağılmış durumda olduğu da tartışılıyor. Yani, hedefler yalnızca yerin altında değil, aynı zamanda İran'daki farklı noktalarda da olabilir. İsrail saldırıları sonrasında şu ana kadar, İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stokunun kullanılamaz hâle geldiğine ya da santrifüjlerin yok edildiğine dair somut bir işaret bulunmuyor. Eğer bu stoklar hâlâ duruyorsa ve santrifüjler sağlam kaldıysa, İran'ın birkaç hafta içinde nükleer programını yeniden ayağa kaldırabileceği öngörülüyor. Ancak silah üretmek için uranyum tek başına yeterli değil. İran'ın bu uranyumu metale dönüştürebilecek, parçalara ayırıp savaş başlığına çevirebilecek ekipmana da ihtiyacı var. Savaşın ortasında bu işlemi yürütmek zor ve Batı da yıllardır İran'ın bu ekipmana ulaşmasını engellemek için yoğun çaba harcıyor. Bir diğer kritik nokta ise insan kaynağı. İran'ın hâlâ eğitimli bilim insanı ve teknisyenlerden oluşan bir çekirdek kadrosu bulunuyor. İsrail, Atom Enerjisi Kurumu'nun eski başkanı Feridun Abbasi'yi, fizikçi Muhammed Mehdi Tehranci'yi ve bazı askerî yetkilileri öldürse de, bu ölümlerin tek başına nükleer programı durdurmaya yeterli olmadığı belirtiliyor.
Yeraltındaki nükleer tesisleri gerçekten etkisiz hale getirmek için sığınak delici mühimmat gerekiyor ve İran'ın en korunaklı bölgelerine ulaşmanın yolu, ABD'ye ait dev bombalardan geçiyor. Seçenekler arasında öne çıkan GBU-57 adlı bomba, tam tamına 13 ton ağırlığında ve betonu 61 metre delip ardından patlamak üzere tasarlandı. Amerika'nın elinde bundan yaklaşık 20 adet mevcut ve bu bombayı sadece B-2 tipi hayalet uçaklar taşıyabiliyor. Biraz bu uçak hakkında bahsetmek gerekirse, B-2'nin menzili 11.000, hava ikmaliyle 18.500 kilometreyi aşıyor. 15.240 metre yüksekliğe çıkabilirken, 18 tonluk mühimmat taşıyabiliyor. Northrop ve Boeing'in ortak tasarımı olan "uçan kanat" formu, düşük radar izini sağladığı için tercih edilmişti, bu da radarda görünürlüğünü düşük düzeye çekiyor. 2025 itibarıyla ABD, 19 adet B-2'yi aktif olarak kullanıyor. Bu uçaklar, Mart ayında Hint Okyanusu'nun ortasındaki Diego Garcia'da bulunan Amerikan üssüne konuşlandırılmıştı. Hatta o vakitlerde B-52 bombardıman, C-17 askeri nakliye, KC-135 yakıt ikmali ve P-8A keşif uçakları da üste konuşluydu ve o tarihten bu yana "Amerika İran'ı vurmaya mı hazırlanıyor?" soruları gündeme geliyordu. Buradaki üs, İran'a 5.300 km, Husilerin bulunduğu Yemen'e ise yalnızca 4.000 km uzaklıkta. Kısa bir genel kültür bilgisi olarak, Diego Garcia, aslında bölge ülkesi Morityus'a bağlı Chagos Takımadaları'nın bir parçasıydı; ancak İngiltere, Morityus henüz bağımsız bile olmadan, 1965'te bu adaları hileyle ayırdı ve Chagos'u kendi toprağı ilan etti. 1966'da ABD ile İngiltere el sıkışarak, İngiltere Diego Garcia'yı Amerika'ya kiralarken, karşılığında balistik füzeleri daha düşük fiyata aldı. 2016'da bu anlaşma bir 20 yıl daha uzatıldı, ancak masadaki pazarlığın en ağır bedelini adanın halkı ödedi; 1.500'den fazla Chagoslu, evlerinden zorla sürüldü. Konumuza geri dönecek olursak, Eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı Mick Mulroy'a göre, Fordo gibi tesisleri etkisiz hale getirmek için yaklaşık altı adet GBU-57 bombası gerekebilir. Yani ilk atılan bombalar 60 metre betonu delerken, sona doğru atılanlar, açılan boşluktan daha derinlere inebilecek. Askerî analistlere göre, bu bomba Fordo gibi dağ altına gömülmüş tesisleri vurmak için en güçlü seçenek. İşte bu yüzden, ABD'nin İsrail'in operasyonlarına dahil olabileceği ihtimali gün geçtikçe daha çok konuşuluyor.
Ancak söz konusu bombalar Fordo'yu tamamen yok edebilir mi? Bu konuya şüpheyle yaklaşan uzmanlar da var. İsrail'in ise Amerika'ya kıyasla bu tesisleri vurma kapasitesi oldukça sınırlı. En güçlü mühimmatı, F-15'lerle taşınabilen GBU-28 bombaları; 1.800–2.300 kilogram ağırlığındaki bu bombalar, 5–6 metre kalınlığındaki betonları delebiliyor. Ancak uzmanlara göre bu tesisleri yok etmek için tek bir atış yetmiyor, defalarca, hassas ve art arda saldırılar gerekiyor. Ayrıca İsrail'in elinde daha fazla sayıda sahip olduğu mühimmat ise BLU-109 tipi, 900 kilogramlık sığınak delici bombalar. Bu bombalar F-35 savaş uçaklarıyla taşınabiliyor ve örneğin, 2024'te eski Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'a yapılan saldırıda bu mühimmatlar kullanılmıştı. Ancak o operasyon bile, hedefe 80 ila 85 bombayla yapılan tekrar tekrar vuruşlarla sonuç alabilmişti. İran'ın yer altı altyapısı ise bundan çok daha karmaşık. Savunma Bakanlığında görev yapmış Ehud Eilam'a göre, İsrail bu tür hedeflere daha küçük sığınak delici mühimmatlarla saldırabilir, tıpkı Nasrallah'a yapılan suikastta olduğu gibi. Ancak Eilam, daha riskli ama etkili seçeneklerin de masada olduğunu söylüyor: Komando baskınları, siber saldırılar ve hassas suikastlar gibi örtülü operasyonlar. Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü'nden Darya Dolzikova ise, İsrail'in, İran'ın zenginleştirme kapasitesini tamamen ortadan kaldırmasının oldukça zor olduğunu belirtiyor. Çünkü Natanz ile birlikte Fordo'daki tesisler hala ayakta ve hatta İran'da henüz keşfedilmemiş başka nükleer tesisler bile olabilir. Eğer İran nükleer silah üretmeye karar verirse, bunu en korunaklı ve belki de hâlâ gizli kalmayı başaran tesislerde yapabilir. Uzun lafın kısası, İsrail'in tek başına İran'daki nükleer tesisleri yok etmesi olası değil ve bu sebeple Netanyahu, ABD'yi savaşa çekme konusunda ısrarcı.
Peki Amerika müdahale ederse Fordo'daki nükleer tesis, olası bir saldırıda çevreye radyasyon yayar mı? Alabama Üniversitesi'nden radyasyon sağlığı uzmanı Emily Caffrey'e göre, tam olarak hayır. Çünkü tesiste işlenen madde, uranyumun gaz hâli olan uranyum hekzaflorür. Bu madde çok ağır bir gaz, yani havaya karışsa bile çok uzağa yayılması pek mümkün değil. Saldırı olsa bile oluşacak kirlilik, büyük ihtimalle sadece tesisin çevresiyle sınırlı kalır. Ancak gazın bir riski var: Havadaki su buharıyla temas ettiğinde, yakıcı ve zehirli bir asit oluşturabiliyor. Bu madde, doğrudan solunursa zarar verebilir. Ama Fordo gibi tesisler dağların içine gömülü olduğundan, bu tür gazların dışarı çıkması da oldukça zor. Son olarak değinmek istediğimiz ve Ortadoğu'nun geleceğini derinden etkileyebilecek bir konu var: Ortadoğu'da tek nükleer güç İsrail. Yaklaşık 90 nükleer silaha sahip olduğu düşünülen İsrail, bölgede bir denge olmadığını gösteriyor ve başına buyruk bir şekilde nükleer kartını işine geldiği gibi kullanıyor. Uluslararası ilişkilerde güç dengesi, hiçbir devletin diğerlerine üstünlük kuramayacağı bir denge durumunu ifade eder ve amacı bir hegemonun ortaya çıkmasını engellemek ve büyük savaşları önlemektir. Bu denge, ittifaklarla, silahlanmayla ya da bölgesel güçlerin birbirini dengelemesiyle sağlanabilir. Neorealizmin kurucularından Kenneth Waltz, 2012'deki makalesinde şaşırtıcı bir tezi savunuyor: Nükleer İran'ın bölgede istikrar sağlayabileceğini iddia ediyor. Waltz kısaca şunu söylüyor: İran'ın açıkça nükleer bir güç hâline gelmesi, caydırıcılığı artırarak Ortadoğu'daki güç dengesini dengeleyecek ve İsrail'in onlarca yıllık nükleer tekelini kırarak daha kalıcı bir istikrar oluşturacak. Bu argüman, tarihi örneklerle de destekleniyor: Çin, Hindistan ve Pakistan gibi ülkeler nükleer silah edindikten sonra daha temkinli davrandı ve hiçbir nükleer güç bir diğerine karşı tam kapsamlı bir savaş başlatmadı. Yani Ortadoğu'da İran'ın nükleer silaha sahip olması şart değil, ancak İsrail'i dengeleme açısından, bölgede "aklı başında" bir ülkenin nükleer silah edinmesi şart gibi duruyor. İşte bu, bölgedeki sessiz diplomasi ve derin stratejilerin asıl hedefi olabilir: Ortadoğu'nun yıllardır süregelen kaosu, belki de nükleer bir dengeyle son bulacak ve dünya, tahmin ettiğimizden çok farklı bir geleceğe doğru adım atacak.