Dev şirketler işçi çıkarıyor!
Türkiye'nin en büyük şirketleri işten çıkarma dalgası başlatırken, bazıları üretimlerini yurt dışına taşıma kararı alıyor. Bu kritik tablonun arkasında yatan nedenler ne? Yüksek faiz, pahalı TL ve artan maliyetlerin faturası kime çıkıyor?
Türkiye ekonomisi son dönemde çetin bir sınavdan geçerken, sahadan gelen haberler tablonun vahametini gözler önüne seriyor. Ülkenin lokomotif şirketlerinden gelen devasa işten çıkarma haberleri ve bazı firmaların üretim hatlarını yurt dışına taşıma kararları, ekonomik daralmanın ve mevcut politikaların iş dünyası üzerindeki ağır yükünü açıkça ortaya koyuyor.
Zorlu Holding'den 2000 Kişilik İşten Çıkarma Dalgası: "Verimlilik" mi, Ekonomik Gerçekler mi?
Ekonominin gündemine bomba gibi düşen son haberlerden biri, Türkiye'nin önde gelen holdinglerinden Zorlu Holding'in 2000 kişiyi işten çıkarma kararı oldu. Holding tarafından gerekçe olarak "verimlilik" artışı gösterilse de, ekonomi çevreleri ve uzmanlar bu kararın ardında yatan asıl nedenlerin, uygulanan genel ekonomik politikalar olduğunu belirtiyor. Özellikle holding bünyesindeki Vestel gibi ihracat odaklı dev şirketler, mevcut politikaların doğrudan hedefi haline gelmiş durumda.
Ekonomi yazarı Remzi Özdemir'in analizlerine göre, bu durumun ana nedeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibinin uyguladığı yüksek faiz ve özellikle "değerli TL" politikası. Vestel gibi şirketler, fabrikalarındaki maliyet artışlarıyla (artan işçi maaşları, enflasyonun Türk Lirası üzerindeki baskısı, artan vergiler ve SGK primleri gibi) karşı karşıya kalırken, yurt dışından elde ettikleri dolar ve euro gelirleri değerli TL politikası nedeniyle sabit kalıyor veya TL karşılığı reel olarak azalıyor. Bu durum, Türk Lirası cinsinden artan maliyetler ile döviz cinsinden gelen ve TL'ye çevrildiğinde reel değeri düşen gelirler arasındaki makası açıyor, şirketlerin kârlılığını bitiriyor ve hatta zarara sürüklüyor. Kaynaklar, Vestel'in yaklaşık 5 milyar dolara yaklaşan borcunun da bu politikalardan kaynaklandığını işaret ediyor.
Sadece Vestel Değil: Borçlar Yüzdürülüyor, Konkordato Riski Büyüyor
Uzmanlar, Vestel'in yaşadığı sıkıntının tekil bir vaka olmadığını, şu anda bankalar tarafından kredileri "yüzdürülen" veya yüzdürülmek zorunda kalınan onlarca büyük şirket olduğunu belirtiyor. Daha önce yalnızca orta ölçekli şirketlerde görülen konkordato (iflas erteleme/koruma) sürecinin, mevcut politikaların devam etmesi halinde önümüzdeki aylarda devasa şirketlerde de görülme riski bulunduğu uyarısı yapılıyor. Türk Hava Yolları (THY), Tüpraş, Koç Holding'e bağlı birçok şirket gibi normalde döviz geliri olan büyük şirketlerin bile zarar açıkladığı veya karlarının devasa oranlarda düştüğü borsadaki sinyallerle görüldüğü ifade ediliyor. İstanbul Sanayi Odası Başkanı'nın "artık takatimiz kalmadı" şeklindeki çarpıcı açıklaması da bu genel zorluğun bir yansıması olarak değerlendiriliyor.
Üretim Hatları Türkiye'den Kaçıyor: "Pılımı Pırtımı Toplayıp Gideceğim" Mesajı mı?
Ekonomik zorlukların bir diğer dramatik sonucu ise şirketlerin üretim ve yatırımlarını Türkiye dışına kaydırma eğilimi. Zorlu Holding CEO'sunun Amerika Birleşik Devletleri'nde ciddi fırsatlar gördüklerini ve kaynak/yatırımlarını oraya çevirdiklerini açıklaması, uzmanlarca "biz artık Türkiye'de üretmeyeceğiz, ürünü satacağımız ülkeye ya da başka pazarlara taşıyacağız" yani "pılımı pırtımı toplayıp gideceğim" mesajı olarak yorumlanıyor.
Bu eğilim sadece Zorlu ile sınırlı değil. Kaynaklar, tekstil sektöründe de ciddi bir kriz ve konkordato sürecinin yaşandığını, batmak istemeyen devasa tekstil şirketlerinin üretimlerini Mısır'a taşımaya başladığını belirtiyor. Bu durumun Türkiye'de büyük bir işsizliğe yol açtığı ancak kayıt dışı üretim nedeniyle tam olarak hissedilemediği ifade ediliyor. Benzer bir tablonun, Türkiye'nin bacasız sanayisi olarak görülen turizm sektöründe de yaşandığı, birçok büyük otelin bankalara çok ciddi borçları olduğu ve sektörün de bir çöküş aşamasına geldiği belirtiliyor.
Tüm bu sorunların ana nedeni olarak ise yine uygulanan faiz ve döviz politikaları ile birlikte, geçmişteki "nas var" politikalarının yarattığı enflasyonun faturası gösteriliyor. Uzmanlara göre, Türkiye bu faturanın henüz sadece %10'unu ödedi, geri kalan %90'lık "turpun büyüğü" ise önümüzdeki dönemlerde ortaya çıkacak.
Yüksek Faizle Bile Gelmeyen Sıcak Para ve İmamoğlu Etkisinin Gölgesi
Mevcut ekonomi politikalarının bir diğer dikkat çekici boyutu ise ülkeye sıcak para (carry trade) çekmedeki başarısızlık. Kaynaklar, Türkiye'nin şu anda "dünyanın en yüksek tefeci faizinden iki kademe daha yukarı" bir faiz oranı (yüzde 52 civarı) vermesine rağmen, bırakın doğrudan yatırımı, kısa vadeli sıcak paranın bile gelmediğini vurguluyor.
Bu durumun altında yatan nedenler arasında, yabancı yatırımcıların Türkiye'deki hukuk konusundaki endişeleri başı çekiyor. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olayı sonrası yaşanan gelişmelerin, yatırımcı zihinlerinde hala taze olduğu ve keskin düşüşlere neden olduğu, ardından yaklaşık 58-60 milyar dolar civarında bir paranın Türkiye'den çıktığı ve geri dönmediği belirtiliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e uluslararası toplantılarda bu konunun sorulduğu ancak net bir yanıt verilemediği, Bakan'ın da bu durumun farkında olduğu ancak politikalar gereği farklı hareket edemediği yorumları yapılıyor. Moody's gibi kuruluşların Türkiye'nin kredi notunu Karayipler'deki ada ülkeleri veya Afrika ülkeleriyle aynı seviyeye çekmiş olması da, sıcak para çekmedeki zorluğun bir diğer göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek faiz politikasının temel amacının "traderları" getirerek rezerv biriktirmek olduğu ifade edilse de, sahadan gelen veriler bu amacın tam olarak gerçekleşmediğini gösteriyor.
Şimşek'in Kendi Çelişkisi ve Artan Eleştiriler
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir yandan sürekli olarak maliye ve vergi denetimleriyle vatandaşı ve iş dünyasını tehdit ederken, diğer yandan vergi kaçırmak veya kaçınmak amacıyla İngiltere'de ortak şirket kurduğu ve gayrimenkul aldığı iddialarıyla gündemde. Uzmanlar, bu durumu "en büyük çelişki" ve Bakan'ın "kendi kendini bitirmesinin nedeni" olarak görüyor. Gariban vatandaştan IBAN'la gönderilen 100 liranın dahi peşine düşen bir Bakan'ın, milyon dolarlık bir operasyonda isminin geçmesinin etik olmadığı vurgulanıyor.
Bakan Şimşek'in bugüne kadar Türkiye ekonomisine vurduğu en büyük darbelerden ikisinin yüksek faiz ve dolaylı vergiler (dar gelirlinin sırtına binen vergiler) olduğu belirtiliyor. Yüksek faiz, üretimi ve yatırımı baltalarken, dolaylı vergiler halkın alım gücünü daha da düşürüyor.
Şimşek'in Etkisinin Azalması ve Zeybekçi'nin Yükselişi mi?
Mehmet Şimşek'in pozisyonu da ekonomik tabloyla birlikte tartışmalı hale geliyor. Daha önce piyasaların sırtını dayadığı ve görevden alınmasının büyük çalkantı yaratabileceği düşünülen Bakan'ın, özellikle son dönemde yerine getiremediği vaatler, yarattığı ekonomik sıkıntılar ve hakkındaki iddialar nedeniyle yıprandığı ve etkisinin azaldığı yorumları yapılıyor. TÜSİAD üyelerinin yurt dışı çıkış yasaklarının kaldırılması süreci de bu yorumları güçlendiriyor. Bakan Şimşek'in bu yasağın kaldırılmasını istediği ancak talebinin uygun görülmediği, buna karşın eski Bakan Nihat Zeybekçi'nin TÜSİAD ziyareti sonrası yasağın kalkmasının ise Zeybekçi'nin ekonomi yönetimi içindeki artan etkisini ve "saraya yakın" duruşuyla yeni bir misyon üstlendiğini gösterdiği belirtiliyor. Bu durum, Mehmet Şimşek'in etkisinin "yok denilecek kadar azaldığının" veya "yıpratma sürecinin" başlatıldığının işareti olarak okunuyor. Zeybekçi'nin önümüzdeki dönemde ekonomi yönetiminde daha kilit bir rol üstlenebileceği konuşuluyor.
Küresel Altın Savaşı ve Türkiye'nin Rolü
Ekonomik tablonun bir diğer ilginç boyutu ise küresel rezerv para savaşları ve altının yükselişi. Altın fiyatlarının son 1.5 yılda 1650 dolardan 3500 dolarlara kadar yükselmesinin temel nedeninin, Çin'in başlattığı ve Hindistan, Rusya, İran gibi ülkelerin desteklediği, Amerikan dolarını rezerv para olarak kabul etmek istemeyen bir "gizli savaş" olduğu belirtiliyor. BRICS ülkelerinin altına dayalı dijital para çalışmaları da bu savaşın bir parçası. Amerika'nın Londra'daki altınlarını geri çekmesi de bu savaşa bir yanıt olarak görülüyor. Son dönemdeki altın fiyatlarındaki düşüşün sadece kar amaçlı satışlar olduğu, savaşın devam ettiği ve Türkiye Merkez Bankası'nın da bu süreçte altın alımına devam ederek doğru bir politika izlediği vurgulanıyor. Yıl sonuna doğru bu rezerv para savaşlarının daha da gün ışığına çıkmasıyla altın fiyatlarında akıl almaz yükselişler yaşanabileceği öngörülüyor.
Çözüm Yolları ve Beklenen "İşsizlik Kasırgası"
Uzmanlara göre, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu zorlu ekonomik durumdan çıkabilmesi için acil olarak yeni bir ekonomik programa geçmesi gerekiyor. Mevcut faiz politikalarının yeniden gözden geçirilmesi ve en azından sanayi şirketlerine, özellikle KOBİ'lere doğrudan sermaye enjeksiyonu niteliğinde Kredi Garanti Fonu (KGF) desteklerinin verilmesi gerektiği belirtiliyor. Aksi takdirde, önümüzdeki dönemde Türkiye'de büyük bir "işsizlik kasırgasının" esebileceği uyarısı yapılıyor.
Tüm bu karmaşık tablo, vergi gelirlerinin önemli bir kısmının faize gittiği, şirketlerin maliyet yükü altında ezildiği, üretimin ve yatırımların risk gördüğü için yurt dışına kaydığı, sıcak paranın ülkeye gelmediği ve halkın alım gücünün düştüğü bir ekonomik resmi çiziyor. Mevcut politikaların sürdürülebilir olmadığına dair sinyaller her alanda kendini gösterirken, alınacak acil önlemlerin ülkenin geleceği açısından kritik öneme sahip olduğu vurgulanıyor. Belediye gibi yerel yönetimlerin ekonomik yetkilerinin kısıtlanmasına yönelik yeni yasa taslakları gibi gelişmeler de, ekonomik tablonun her düzeyde etkilerinin görüldüğünü gösteriyor.