Doların Kış Uykusu Ağustos'ta Kabusa mı Dönüşüyor?

Doların Kış Uykusu Ağustos'ta Kabusa mı Dönüşüyor?

Türkiye ekonomisi, son dönemde özellikle döviz kurlarında yaşanan hareketlilikle gündemdeki yerini korurken, Merkez Bankası'nın beklenen faiz kararı öncesinde Prof. Dr. Osman Altuğ'dan çarpıcı tespitler geldi. Bu detaylı haberimizde, doların 40 liranın...

Emre Kulcanay EKTV YouTube kanalındaki yayınında, Prof. Dr. Osman Altuğ, Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu oldukça sert bir benzetmeyle "striptiz yapıyor" olarak tanımladı. Bu benzetmeyi detaylandıran Altuğ, ekonominin "önden, arkadan, üstten, alttan açık, sapır sapır döküldüğünü" ifade etti. Mevcut durumu "zarar" olarak niteleyen Altuğ'a göre, Türkiye ekonomisinin en temel üç deliği bütçe açığı (gelirlerin giderleri karşılamaması), dış ticaret açığı (ihracatın ithalatı karşılayamaması) ve ödemeler dengesi açığı (gelen paranın giden parayı karşılamaması) olarak sıralanıyor. Bu "zarar" konusunun artık "almış başını gittiğini" vurgulayan Prof. Dr. Altuğ, bu deliklerin her geçen gün daha da derinleştiğine dikkat çekti.

Prof. Dr. Osman Altuğ, zararın nasıl yönetileceğini bilemediğimizi, çünkü Türkiye ekonomisinin "iki ucu da kirli değnek" gibi olduğunu belirtti. "Zararı yönetmek" kavramını "borç yönetimi" olarak açıklayan Altuğ, kaynak bulmak için öz kaynaklara yani vergilere müracaat edildiğini ancak vergi zamlarının bile bu delikleri kapatmaya yetmediğini ifade etti. En son stopaj oranlarının artırılmasının (yüzde 20'den yüzde 25'e yükseltilmesi) aslında faiz giderlerini küçültmeye yönelik olduğunu ancak bunun da yetersiz kaldığını dile getirdi. Para hacmine ilişkin de çarpıcı bilgiler paylaşan Altuğ, eskiden Merkez Bankası'nın bastığı paranın para hacmi olarak anlaşıldığını ancak günümüzde kredi kartıyla vadeli alışveriş yapıldığında "herkes kendi parasını basar" hale geldiğini, dolayısıyla ülkedeki para hacminin tam olarak bilinmediğini söyledi. Para hacmi bilinmediğinde ve para miktarı arttıkça enflasyonun artmasının kaçınılmaz olduğunu belirten Prof. Dr. Altuğ, enflasyonu dizginlemek için para hacminin küçültülmesi gerektiğinin altını çizdi. Merkez Bankası'nın vatandaşlardan faizsiz borç aldığını (cebimizdeki TL'nin Türkiye Cumhuriyeti'nin borç senedi olduğunu) ve daha sonra bu faizsiz parayı geri çekmek için faizleri artırmak zorunda kaldığını izah eden Altuğ, devletin tahvil çıkararak faizsiz borçlandığı parayı faizle geri aldığını, bunun da faizi artırmak anlamına geldiğini ifade etti. Merkez Bankası'nın faiz indirim kararlarının kime yönelik olduğunu sorgulayan Altuğ, Merkez Bankası'nın sadece bankalara faizle borç verdiğini ve faiz oranlarının düşürülmesinin veya yükseltilmesinin bankalara yönelik bir olay olduğunu belirtti. Bu bağlamda, piyasadaki güncel gelişmelere ve yorumlara ulaşmak için https://www.avazturk.com adresini de ziyaret edebilirsiniz.

Prof. Dr. Osman Altuğ, bütün piyasanın 2-3 puanlık bir faiz indirimi beklediği bir ortamda, Merkez Bankası'nın faizleri bırakın indirmeyi, daha da arttırmak mecburiyetinde olduğunu vurguladı. Bunun sebebini ise, Merkez Bankası'nın bankalara enflasyonun altında faizle borç vermesinin "haksız kazanç" veya "transfer" anlamına gelmesiyle açıkladı. Gerçek iş adamlarının ve sanayicilerin talebinin faiz indirimleri olmadığını, onların öncelikli talebinin ekonomideki dengelerin yeniden kurulması olduğunu dile getiren Altuğ, zarardaki bir işletmenin nereye kadar yaşayabileceğini sorguladı. Sanayicinin üzerindeki yüklerin sadece faizle sınırlı olmadığını belirten Prof. Dr. Altuğ, doğalgaza, elektriğe, akaryakıta gelen yüzde 100'leri, yüzde 200'leri bulan zamların sanayicinin maliyetlerini satış fiyatlarıyla örtüştüremediğini ifade etti. "Önü kapalı adamın zaten ya önü kapalı" diyerek sanayicilerin içinde bulunduğu zor durumu gözler önüne serdi.

İşverenlerin üzerindeki bir diğer önemli yükün sosyal sigorta primleri ve gelir vergisi stopajı olduğunu belirten Prof. Dr. Altuğ, işçiye 100 lira ödeniyorsa devlete 100 lira daha "deli dumrul vergisi" verildiğini, yani işverenin maliyetinin yüzde 36 sosyal sigorta primi ve yüzde 14 gelir vergisi stopajı ile toplamda yüzde 50 oranında arttığını söyledi. Bu durumun kayıtlı işçi çalıştırmak yerine kayıt dışı işçi çalıştırmayı "iktisadi olarak meşru" hale getirdiğini ifade etti. Sosyal güvenlik sisteminin "kötü yönetimden kaynaklandığını" ve aktüerya sisteminin uygulanmadığını, işçi ve işverenden alınan primlerin sıfır faizle devlete borç olarak verildiğini ve iyi yerinde kullanılmadığını vurguladı. Altuğ, bu durumun emekli maaşlarını devlet borcuna dönüştürdüğünü ve bu borcun gerektiği gibi güncellenmediğini, devlete yakışanın "kıyak yapmak" değil, borcunu "adam gibi ödemek" olduğunu belirtti.

Peki, dolar neden yükseliyor? Prof. Dr. Osman Altuğ'a göre, doların yükselişinin temel nedeni maliyetlerin yükselmesi. Maliyetler yükseldikçe sanayicinin zararının arttığını, özellikle ihracat ve ithalat yapan işletmelerde maliyet artışının dolar ihtiyacını artırdığını, dolayısıyla dolara talebin arttığını açıkladı. Altuğ, ithalatın yüzde 60'ının enerjiye dayalı olmasının dolar ihtiyacını daha da artırdığını belirtti. Bir ülkenin para değerini belirleyen esas unsurun o ülkenin üretim gücü olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Altuğ, Türkiye'nin "delikli" bir ekonomi olduğunu, yani birçok temel sorunu olduğunu dile getirdi.

Şimdiye kadar sakin seyreden doların aslında bir "kış uykusuna yattığını" söyleyen Prof. Dr. Altuğ, bu uykudan ne zaman uyanacağının belirsiz olduğunu ancak bir "kabus" görerek de uyanabileceğini ifade etti. Prof. Dr. Osman Altuğ, Ağustos ayına dikkat çekerek, bu ayın Türkiye'de finansal mevsimler arasında "çok tehlikeli bir ay" olduğunu belirtti. Tarihi bir örnekle açıklayan Altuğ, Türkiye'nin 4 Ağustos 1958 tarihinde yüzde 300 devalüasyon yapmak zorunda kaldığını, doların 3 liradan 9 liraya çıktığını hatırlattı. Türkiye'de "devalüasyon alışkanlığı"nın "uyuşturucu hastalığı gibi" olduğunu söyleyen Altuğ, ekonominin "delik bir vücut" gibi olduğunu ve bu delinmenin çeşitli hastalıkları beraberinde getirdiğini ifade etti.

Prof. Dr. Osman Altuğ, ekonominin yönetimindeki temel sorunların başında belirsizliğin geldiğini, borcun, alacağın, gelirin, giderin, envanterin bile belli olmadığını, yani "karanlıkta kör bulduğunu" yönetme hali yaşandığını belirtti. Türkiye'de ekonominin "kayıt dışı" olmasının teşhis konulmasını bile engellediğini dile getirdi. Altuğ, "zorla maliyetleri düşüremezsin, zorla fiyatlara narh koyamazsın, koyduğun zaman adına zaten biz ekonomide kışla ekonomisi deriz" diyerek, piyasaya müdahalenin getirdiği olumsuz sonuçları vurguladı. Konuşmasının kilit noktasında ise şu uyarıyı yaptı: İşin ehliyet ve liyakat sahibi insanlara verilmesi gerektiği konusunda genel kabul olmasına rağmen, sistem bozuk olduğu sürece istediğin kadar bilgili adamı getirip oturt, yönetemezsin. Bu nedenle, Türkiye'nin iki yakasını bir araya getirebilmesi için sistemin düzeltilmesi ve kayıtlı ekonomiye geçilmesi gerektiğini ifade etti. Prof. Dr. Altuğ, son olarak, Ağustos ayında doların 50 lirayı görmemesi temennisinde bulunarak, 4 Ağustos 1958 tarihinin unutulmaması gerektiğini vurguladı.