Ekonomi Skandalı: Gerçekler Ağzınızı Açık Bırakacak!
Ülkemizin en saygın profesörlerinden şok açıklamalarla sahte diplomaların karanlık yüzü, ekonomi yönetimindeki gizemli çelişkiler ve dev şirketlerin bilinmeyen sırları ortaya çıkıyor; bu detaylı haberi okumak için sabırsızlanacaksınız!
Ülkemizin gündemini sarsan, herkesi derinden etkileyen ve toplumun her kesiminde büyük yankı uyandıran sahte diploma skandalı, aslında buzdağının sadece görünen yüzü gibi duruyor; ekonomi yönetimindeki çarpıcı gerçekler ve dev şirketlerin bilinmeyen sırları ise bu haberde ayrıntılarıyla ele alınmaya devam ediyor, daha fazlasını öğrenmek için okumaya devam edin.
Prof. Dr. Emre Alkin'in "yaşanan şey korkunç" olarak nitelediği sahte diploma vakaları, kimsenin küçümseyemeyeceği, sokaktaki vatandaşın bile evinde konuştuğu vahim bir durum olarak öne çıkıyor. Özellikle e-imza ve benzeri sahte evrak üretim teknikleri sayesinde, gerçekten bu evraklara sahip başarılı insanların bile karalanmasına yol açan muazzam bir fırsatın ortaya çıktığı belirtiliyor. Prof. Dr. Alkin, kendi gençliğinde 1990'larda bile post-doktora başvurularında kontenjanların nasıl dolduğunu sorguladığını ve bu tür kuşkular yaşadığını ifade ediyor. Üniversitelerde diploma sahihlik komisyonlarının kurulmasının ve diplomaların tek tek incelenmesinin, hatta yurt dışından gelenlere bile özel olarak bakılmasının, Prof. Dr. Alkin'in 10 yıldır bu işi yaptığını da ekleyerek, aslında bu tür korkuların gerçek olduğunun bir kanıtı olduğu vurgulanıyor. Akademik camianın, özellikle kamudan vakıf üniversitelerine geçmiş tecrübeli meslektaşların bu konuda ön almasının ne kadar doğru olduğunun şimdi ortaya çıktığı ifade ediliyor. Yaşananların tekil vakalar değil, neredeyse sistematik hale geldiği, bu durumun çok ciddi bir sıkıntı olduğu ve mutlaka üzerine gidilmesi gerektiği belirtiliyor. Bir eski bakan yardımcısının, hem 1990'larda hem de 2000'lerde müsteşarlık yapmış bir isim olarak, kendisinin birincilikle mezun olduğu iyi bir üniversiteden sonra yurt dışında zorlu bir üniversitede yüksek lisans ve doktora yaptığını ve yorulduğunu anlattığı aktarılıyor. Aynı kişinin, bazı meslektaşlarında 13 diploma gördüğünü ve kendisinin sadece bir lisans, bir yüksek lisans ve bir doktora programından mezun olduğu için "süpermen gibi adamlar bunlar" diyerek kendisinden utandığını dile getirdiği belirtiliyor. Bu tür örneklerin, aslında skandal ortaya çıkmadan bir ay önce bile konuşulan bir espri konusu olduğu ancak şimdi gerçekliğin acı bir yüzü olarak karşımıza çıktığı ifade ediliyor. Prof. Dr. Alkin, tüm bu yaşananların, geçmişte her mahallede bulunan 'arzu halciler' kültüründen gelen bürokrasi merakının ve bazı uyanık, ahlaksız kişilerin "uğraşmayın, biz kökten halledelim" diyerek sahte belgeler üretmesinin zalim sonuçları olduğunu belirtiyor. Bu durumun, kişilerin mezuniyetine dikkat edilirken liyakatlarına dikkat edilmemesi gibi genel bir yaklaşımın sonucu olduğu vurgulanıyor. Prof. Dr. Alkin, kendi üniversitesinde uyguladıkları, Bilgi Üniversitesi ve diğer bazı üniversitelerde de bulunan "anlattığını tatbik edemeyen hoca istemiyoruz" kuralını örnek göstererek, bankacılık dersi verip banka bilançosu okumayı bilmeyen ya da inşaat mühendisi olup hiç inşaat yapmamış birinin okulda ders vermesinin kabul edilemez olduğunu dile getiriyor. Bu bağlamda, Türkiye'deki "rütbe merakı, unvan merakı ve klişeleşmiş makam merakı" sebebiyle insanların parlak gözüken diplomalarının alkışlandığı, ancak becerilerinin ve liyakatlarının alkışlanmadığı eleştirisi yapılıyor. Sadece diplomaya değil, tecrübeye de bakılması gerektiği, çünkü öğrenilen ya da öğretilen bilginin pratikte uygulanamamasının akademik sistemin temel bir sorunu olduğu vurgulanıyor. Üniversite seçimlerinde sadece kağıt üzerindeki şartlara bakılmasının yerine, öğretilen şeyin tatbik edilip edilemediğinin, yazılan makalelerin pratikte mümkün olup olmadığının sorgulanması gerektiği belirtiliyor. Bazı bilimsel makalelerin "dışarıda yağmur yağarken şemsiye almak lazım" ya da "sadece petrol geliriyle geçinen Arap ülkelerinde petrol fiyatları düştüğünde kamu hizmetleri neden aksıyor" gibi zaten bilinen şeyleri kanıtlama çabası taşıdığı, oysa asıl konunun bu sorunlara nasıl çare bulunabileceği olması gerektiği eleştiriliyor. Prof. Dr. Alkin, bu "tuhaf bir akademi düzeni" içinde, makalelerin sırf puan toplamak için yazıldığını, içeriklerinin bir işe yarayıp yaramadığının, yeni bir teori ya da deneme içerip içermediğinin sorgulanmadığını belirtiyor. Artık diplomaların tek başına yetmediği, çünkü üzerlerinde çok fazla soru işareti olduğu için, özellikle pratik hayattaki başarının ve anlatılanı tatbik edebilme yeteneğinin önem kazandığı, yani "anlattığını tatbik edebiliyor mu" sorusunun temel kriter haline geldiği vurgulanıyor. Bu derinlemesine incelemeyi sürdürmek için okumaya devam edin.
Ekonomi yönetiminin algı çabası içerisinde olduğunu belirten Prof. Dr. Emre Alkin, enflasyon meselesi başta olmak üzere kendi söylediklerine inanılmasının asıl felaket olacağını dile getiriyor. Giyim enflasyonunun yıllık %10 olmadığını ve TÜİK'in bu konudaki açıklamalarının tartışmalı olduğunu aktaran Alkin, Türk lirasının dolar karşısındaki seyrine ilişkin çarpıcı veriler sunuyor. Ocak ayından bu yana Güney Afrika randı, Meksika pezosu, Avustralya doları ve Euro gibi paraların dolara karşı değer kazanırken, Türk lirasının döviz üzerindeki muazzam baskıya rağmen değer kaybettiğini ve ekonomi yönetiminin devraldığı 20 lira seviyesinden 40 liranın üzerine çıkarak %100 oranında değer kaybettiğini ifade ediyor. Prof. Dr. Alkin, bazı iş insanlarının "doları tutuyorlar" dediğinde, milletin hafızasının kaybolduğunu ve dün ne yediğini hatırlamadığını düşündüğünü belirterek, ekonomi yönetiminin de vatandaşın hafıza kaybından o kadar emin olduğunu ve şikayetlere "o öyle değil, ben sana doğrusunu anlatayım" gibi yanıtlar verdiğini dile getiriyor. Yönetimin sıkıştığında konkordatoları veya batan şirketleri küçümsediğini, "büyütmeyin" dediğini veya Merkez Bankası'nın bloguna genç ve namuslu uzmanlara "adrese teslim" yazılar yazdırarak 2018-2019'da işlerin daha kötü olduğunu iddia ettirdiğini belirtiyor. Bu ekonomik tablonun detaylarını incelemeye devam edin.
Mızrağın artık çuvala sığmadığını belirten Prof. Dr. Emre Alkin, Merkez Bankası blogundaki bu tür yazıların aslında Berat Albayrak dönemini hedef aldığını ve bunun çok ayıp bir şey olduğunu dile getiriyor. Prof. Dr. Alkin, 2018-2019 döneminde konkordato başvurularının 1500 seviyelerine düştüğünü hatırlatarak, şu anda bu sayının 4000'e doğru gittiğini ve sadece Temmuz ayında 700'e yakın başvuru olduğunu, dolayısıyla konkordato başvurularının 2018-2019 toplamını geçtiğini vurguluyor. Bu durumda Merkez Bankası bloguna ne yazdırılacağının merak konusu olduğunu belirten Alkin, emrinde çalışan tertemiz, güzel okullardan mezun olmuş uzmanlara yanlış çıkan işlerin sonuçlarını temize çıkaracak şeyler yazdırma talebinin kendisi için utanılacak bir durum olduğunu ifade ediyor. Prof. Dr. Alkin, bu tür durumların, Merkez Bankası'nın bloguna veya güncesine doğru bilgi ama yanlış intiba veren yazılar yazmakla "sahte diploma kadar tehlikeli" olduğunu belirtiyor. Bilimsel üretimin kincil eserlerle yapıldığını ve Merkez Bankası'nın türettiği bu yazıların, gerçek olmayan intiba veren ikincil eserler olduğunu, bunların kaynak olarak kullanılarak yanlış algıların bilimsel eserlere girebildiğini anlatıyor. Prof. Dr. Alkin, TÜİK rakamlarından ve diplomalardan endişelendikten sonra, şimdi de bilimsel eserlerden kuşkulanmaya başladıklarını dile getirerek, iyi niyetli bilimsel eser yazarlarının, iyi niyetli olmayan saiklerle yazdırılmış eserlerden alıntı yapmasının tehlikesine işaret ediyor. Bilimsel olarak dezenflasyon tezinin çalışmadığını kanıtladıklarında bile, yabancı kuruluşların "ekonomi yönetimini güzelleyen makaleleri basarsak daha güzel olur" yaklaşımıyla bilimin paramparça edildiğini Hakan Üstad'a anlattığı örneğini veriyor. Bu kritik durumu daha yakından incelemek için okumaya devam edin.
Şebnem Turhan'ın haberine göre, dev şirketlerin bile borç yapılandırma masasına oturduğu, vade uzatımı talep ettiği ve bankaların bu talepleri geri çevirmediği belirtiliyor. Bankacılık sektörü kaynakları, takipteki alacak oranının %2.1 gibi tarihsel ortalamaların altında olduğunu söylese de, borç yapılandırma taleplerinin artış göstermesi dikkat çekiyor. Prof. Dr. Emre Alkin, ekonomi yönetiminin "kredi hacmi artışı ortalamaların üzerinde" demesinin de yanıltıcı olduğunu, çünkü enflasyon ve maliyet artışları nedeniyle 1 liralık işin 5 liraya mal edildiğini ve bu durumun kredi ihtiyacını doğal olarak artırdığını açıklıyor. Bankaların mantıklı davrandığını, tahsil edemedikleri alacakları bilançodan dışarı çıkardığını veya erken uyarı sistemleri ile müşterileri yapılandırmaya çağırdığını ifade eden Prof. Dr. Alkin, bankacıların aslında en mantıklı konuşulabilecek insanlar olduğunu belirtiyor. Prof. Dr. Alkin, özellikle reel sektördeki tecrübesine dayanarak, bir firmanın finansal borcunun ticari borcundan büyük olmasının daha önemli olduğunu, zira ticari borcun çok yüksek olması durumunda alacaklı firmanın konkordato ilan etmesinin domino etkisi yaratabileceğini ve şirketin de konkordatoya gitmek zorunda kalabileceğini vurguluyor. Geçen yıl ilk yarıda sadece 836 milyon liralık borç yapılandırması yapılırken, bu yılın ilk 6 ayında bu rakamın 12.6 milyar TL'ye ulaşmasının, bu programın çalıştığının bir göstergesi olduğu belirtiliyor. Prof. Dr. Alkin, büyük firmaların dahi ana müşterilerinin konkordato ilan etmesiyle likidite sıkıntısına düşebildiğine dair somut örnekler vererek, şirketlerin ciro ve tedariklerinin %30'undan fazlasını tek bir müşteriye veya tedarikçiye teslim etmemesi gerektiğini, bunun iyi bir risk yönetimi prensibi olduğunu ve kalitesizlikten kaçınmak için bu tür ilişkilerin çeşitlendirilmesi gerektiğini öğütlüyor. Türk bankacılarının genellikle acemi olmadığını, 2015-2016 yıllarında yabancı bir bankanın turizm sektöründeki bir firmayı batırarak acemilik ettiğini anlattığı gibi, yerli bankaların piyasayı iyi bildiğini ve borçlularla uzlaşma yoluna gittiğini belirtiyor. Bu kritik analizlerin nihai sonucuna ulaşmak için okumaya devam edin.
Tüm bu çarpıcı gelişmeler, sahte diplomaların akademik dünyaya yaydığı güvensizlikten, ekonomi yönetiminin gerçekleri saklama çabasına, Merkez Bankası blogunda yazdırılan yanıltıcı bilimsel metinlerden, şirketlerin borç yapılandırma masalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede, Türkiye'de köklü bir sorunlar yumağının varlığına işaret ediyor. Uzmanlar, bu durumun sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal ve etik değerler açısından da derin bir erozyona yol açtığını belirtirken, bu karmaşık ağın çözümü için acil ve köklü adımlar atılması gerektiği vurgulanıyor. Zira, https://www.avazturk.com olarak da takip ettiğimiz bu süreçte, gerçekliğin ve liyakatin gölgelendiği bir ortamda, ne akademik başarılar ne de ekonomik istikrar tam anlamıyla sürdürülebilir olacaktır; bu tehlikeli gidişatın durdurulması, ülkenin geleceği için hayati önem taşıyor.