Ekonomi Yönetimi Politikaları Firmaları Zombileştiriyor Uzman Görüşü
Prof. Dr. Emre Alkin, ekonomi yönetimlerinin yanlış politikalarının firmaların "zombileşmesinde"ki payını ve firmaların bu ortamda nasıl ayakta kalabileceğini derinlemesine analiz ediyor. Gerçek rakamlarla resmi veriler arasındaki uçuruma dikkat çeken...
Ekonomi Yönetimlerinin Yanlış Reçeteleri Firmaları Zombileşmeye Sürüklüyor: Prof. Dr. Emre Alkin'den Çarpıcı Analiz
Ekonomi dünyasının yakından takip ettiği isimlerden Prof. Dr. Emre Alkin, son YouTube videosunda "zombi şirketler" olgusunu ekonomi yönetimlerinin uygulamalarıyla ilişkilendiren dikkat çekici bir analiz sundu. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. Alkin, genellikle piyasa analizi yapmaktan kaçındığını belirterek, bunun sebebinin bu alanda çok sayıda yorumcu bulunması ve birçoğunun güvenilmez olması olduğunu ifade ediyor. "Bozuk saat gibi günde iki defa doğruyu gösteren" analizcilerin tecrübeli isimlere haksızlık ettiğini düşünen Alkin, akademik unvanının Türkiye gibi ülkelerde insanlarda "hocayı dinleyelim" yaklaşımı yarattığını ve bu durumun da tecrübeli piyasa analistlerinin önüne geçebileceğini vurguluyor. Bu nedenle, kendini bu kalabalığın dışında tutmayı tercih ettiğini söylüyor.
Prof. Dr. Emre Alkin, ekonomi yönetimleri veya düzenleyici otoritelerde görev alanların atama süreçlerine de değiniyor. Gelişmekte olan ülkelerde akademik unvanın her zaman karşılık bulduğunu, ancak gelişmiş ülkelerde bu kurumlarda çalışanların adlarının ve soyadlarının öne çıktığını, unvanlarının değil. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde bu görevlere atananlarda görevle ilgili tecrübenin pek aranmadığını, gelişmiş ülkelerde ise tam tersine önce tecrübenin istendiğini belirtiyor. Örneğin ABD'de Merkez Bankası Başkanının atamasının kongre onayıyla gerçekleştiğini, yasama organının yürütmeyle aynı fikirde olmaması durumunda bu kişinin yetenekleriyle ilgili önceden sinyal verildiğini ve genellikle oylamaya dahi gelmediğini, bunun da iyi çalışan bir sistem olduğunu ifade ediyor. Bizim gibi ülkelerde ise direkt atama yapıldığını ve tek meziyetin "siyasetten sakıncalı olmamak" olduğunu öne sürüyor. https://www.avazturk.com okurları için bu atama sisteminin ekonomik sonuçlara etkisini anlamak, Alkin'in analizinin temel taşlarından biridir.
Bu şekilde atanan ekonomi yönetimlerinin, genellikle uyguladığı reçetenin doğruluğunu kanıtlamak amacıyla parametrelerdeki tüm gelişmeleri kendine göre yorumladığını dile getiriyor. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. İşler bozuluyorsa "zaten biliyorduk, önce bozulacak sonra düzelecek" denildiğini, ara sıra ortaya çıkan olumlu gelişmelerin ise "kalıcı iyileşme haline getirileceği" şeklinde yorumlandığını söylüyor. Bu durumun, iş sahipleri ve işletmelerin ortaya çıkan sonuçla yapılan yorumlar arasında kalmalarına ve mali tabloları hazırlarken zorlanmalarına neden olduğunu vurguluyor.
Alkin, firmalara ışık tutmak amacıyla rakamları nasıl yorumlayacakları ve anlamlı bilgi haline getirecekleri konusunda tavsiyelerde bulunuyor. Avrupa'da dahi durumun benzer olduğunu, Eurostat ve Avrupa Komisyonu'nun bir incelemesine göre sokaktaki vatandaşın yaşadığı ile resmi rakamlar arasında muazzam bir fark olduğunu, örneğin enflasyonda 9 puana varan bir makas bulunduğunu belirtiyor. Bu gerçekten hareketle, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki firmaların hükümetlerin açıkladığı resmi rakamlara ve ekonomi yönetiminin yorumlarına bakmak yerine, firmanın öne çıkan 25-30 maliyet kalemini tespit edip, en az 3 yıl geriye giderek bir endeksleme yapmaları gerektiğini öğütlüyor. Pandemi rakamlarının akıl karıştırıcı olabileceği için en geriye 2021 ortasından bakarak bir endeksleme yapılabileceğini, bu dönemi 100 kabul edip gelecekteki 2-3 yılı tahmin etmeye çalışmanın ekonomi yönetimlerinin "vurdum duymaz yorumlarını dinlemekten çok daha doğru" olacağını söylüyor.
İkinci önemli tavsiyesi ise gözle gördüğünüz ve tecrübe ettiğiniz ne varsa ona güvenmek. Eğer ekonomi yönetimi yeterli güveni sağlamamışsa, vatandaşlar ihtiyaçları yokken şimdiden mal satın alıyorsa veya firma sahipleri tedarik ve fiyat konusunda güvende hissetmiyorlarsa, işlerin raydan çıktığını gösteriyor. Bu durumda firmaların önünde iki seçenek olduğunu belirtiyor. Eğer kalite ve fiyat rekabetinde mücadele ediyorlarsa, fiyatı ne kadar artırırlarsa artırsınlar karsızlık sorunuyla karşılaşabileceklerini ve maliyet muhasebesinin kar imkanı olmadığını söylüyorsa ısrar etmenin manası olmadığını ifade ediyor. Diğer seçenek olarak, tedarik imkanlarını ve müşteri portföyünü genişleterek hayatta kalma imkanının görüldüğü durumlarda, son derece ince bir hesap yaparak bir deneme yapılabileceğini, ancak bunun mutlaka bir süresi olması gerektiğini ve belirlenen süre içinde firma toparlanamazsa bu sevdadan vazgeçilmesi gerektiğini vurguluyor. Nesiller boyu süren işi zor durumda da olsa devam ettirme ısrarının, ekonomi politikasının firmaları batırmayı yan etki olarak belirlediği bir ülkede firmaları kaçınılmaz olarak zombi firmaların arasına katacağını söylüyor. https://www.avazturk.com olarak bu analizlerin, işletme sahipleri için kritik yol haritaları sunduğunu düşünüyoruz.
IMF'nin 1997-2020 arasını kapsayan raporuna göre, en çok zombi firmaya sahip 10 ülke arasında Türkiye'nin birinci sırada yer aldığını açıklıyor. Türkiye'yi Endonezya, Romanya, Rusya, Norveç, Letonya, Malezya, Brezilya, İtalya ve Bulgaristan'ın takip ettiğini belirtiyor. Bu durumun, zombileşmeyi sağlayan ortamların coğrafyayla bağlantılı pek olmadığını, zorla yaşatılan ya da borçlanarak hayatına devam ettirilen firmaların ekonomiye büyük yük getirdiğini gösterdiğini söylüyor.
Prof. Alkin, firmaların zombileşmesinden firmaları değil, ekonomi yönetimlerini sorumlu tutmak gerektiğini ısrarla vurguluyor. Zombileşmenin en önemli kaynağının "yanlış ekonomik reçeteler" olduğunu belirtiyor. Ekonomi yönetimlerinin hem reçeteyi ortaya koyup hem de sonra firmaları zombileşmekle suçlamasını eleştiriyor. Parlak CV'li ancak tecrübesi eksik kişilerin ekonomi yönetimlerine atanmasıyla beraber, özel sektöre tepeden bakma anlayışının da ortaya çıktığını gözlemlediğini söylüyor. Bu akademik kökenli kişilerin, bilimin aşağılanmasının intikamını alırcasına özel sektörü sürekli "iş bilmezlikle" suçladığını, ihracatı, ticaret yapmayı öğrettiklerini, oysa kendilerinin hiçbir bilanço yönetmemiş, adam işe alıp çıkarmamış olduklarını dile getiriyor.
Elbette özel sektörde de bir dereceye kadar haklılık payı olabileceğini kabul etmekle birlikte, uygulanan reçetenin yan etkilerini "modelleme yaptık, merak etmeyin düzelecek" diyerek görmezden gelmenin de başka bir "iş bilmezlik" olduğunu söylüyor. Sebep-sonuç ilişkilerinin karıştığı bu dünyada, kurulan modellerin sık aralıklarla "hassas ayara" tabi tutulması gerektiğini, modelin gösterdiği sonuçla gerçek hayat yaşananlar arasında makas oluşuyorsa hemen müdahale edilmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak ekonomi yönetimlerinin nadiren proaktif olduklarını ve modellere müdahale edilmediği için sonunda çöktüğünü, suçun ise konjonktürel gelişmelere veya siyasete atıldığını belirtiyor. Gelişmekte olan ülkelerin kritik karar alıcılarının genellikle bu tip çok denklemli ve dinamik modelleri kuracak esneklik ve beceride olmadıklarını ve modelin hızla gerçek hayattan koptuğunu söylüyor. https://www.avazturk.com olarak, bu kritik analizin iş dünyası profesyonelleri için yol gösterici nitelikte olduğunu görüyoruz.
Prof. Alkin, firmaların da kendi modellemelerini dinamik bir kontrole tabi tutması ve hassas ayarlar yapması gerektiğini tavsiye ediyor. Ekonominin bir "entropisi" olduğunu, kararlı unsurların artık rastlantısal unsurlardan daha az olduğunu, yani daha çok rastlantısal unsur bulunduğunu söylüyor. Bilimselliğin ezberlenmiş bir reçete olmadığını, geçmiş tecrübelerin üzerine dikkat ve rasyonelliğin eklenmesiyle rüştünü ispat ettiğini belirtiyor. Bu sebeple, firmaların ayakta kalmak için yapacakları borçlanma stratejisinin de dönemden döneme değişiklik göstermesi gerektiğini ifade ediyor.
Firmalar için kamunun faiz dışı fazla hesabına benzeyen bir dengeye bakmaları gerektiğini öneriyor. Reel faizin, aynı döneme ait ciro büyümesi ile faiz ödemeleri hariç verilen gelir-gider denge fazlasının ciroya oranının toplamına eşit veya küçük olması gerektiğini söylüyor. Yani, Reel Faiz <= (Ciro Büyümesi Oranı) + ((Faiz Hariç Gelir-Gider Fazlası) / Ciro). Bu gelir-gider endekslemesi ve hesabı doğru yapılmışsa, borçlanmanın düzgün bir şekilde yapılabileceğini ancak yüksek enflasyon ve yüksek faiz dönemlerinde bu koşula dikkat etmenin çok önemli olduğunu belirtiyor.
Gelir-gider endekslemesini doğru yapan firmaların büyük ihtimalle resmi TÜFE oranından ayrıştıklarını göreceklerini, eğer firma gelirini TÜFE kadar bile artıramıyorsa, faaliyetini kredi alarak devam ettirmesinin anlamsız olduğunu ifade ediyor. Ancak, gelir ve gider artışının resmi enflasyonun üzerinde ise bu durumda piyasadaki faiz oranı ne kadar yüksek olursa olsun, firmanın borçlanma imkanının oluşabileceğini, hatta hatırı sayılır bir nakit fazlalığı varsa kredi-mevduat faizindeki konjonktürel avantajlardan bile yararlanılabileceğini söylüyor. Bazı sektörlere özel düşük kredi faizlerinin (tarım, madencilik vb.) uygulandığı durumlarda, bunlardan utanmadan faydalanmak gerektiğini ekliyor.
Özetle, Prof. Dr. Emre Alkin'e göre ekonomi yönetimlerinin katma değer yaratan faaliyetlerle alakalı saha tecrübelerinin olmaması, başını kaldırıp etrafı dikkatlice süzen firmaların lehine avantajlar yaratıyor. Firmaların "söylenmek" yerine bu duruma odaklanması gerektiğini belirtiyor. Ekonomi yönetimlerinin iş bilmezlik konusunun vatandaşların ve akademisyenlerin dile getirmesi gereken bir konu olduğunu, firmaların ise teşvik düzenlemeleri, kredi kampanyaları, ihracat imkanları gibi alanları kovalaması ve sürekli bahsettiği analizlerle kendilerini tartmaları gerektiğini söylüyor. https://www.avazturk.com yazarları olarak bu stratejik yaklaşımın önemini vurguluyoruz.
Alkin, kredi alarak yola devam edip zombi olmak yerine, faaliyetleri geçici süreyle durdurmanın en iyisi olabileceği gibi, beklentilerle gerçekleşmeler arasındaki farktan kaynaklanan avantajları değerlendirerek karlılığı korumanın ve yola devam etmenin de mümkün olduğunu ifade ediyor. Bir firmanın bağlı olduğu sektör %10 büyüyecekken daha fazla büyüme isteniyorsa, bunun başka bir firmanın müşterisini almakla mümkün olacağını, yani "kapmak" gerektiğini söylüyor. Bunun bazen agresif hamlelerle, bazen de diğerlerinin piyasadan çekilmesini bekleyerek olabileceğini, ancak her iki durumda da bilinmesi gereken şeyin resmi açıklamalar ve rakamlar değil, gerçeklere göre bir model kurup onu uygulamak olduğunu belirterek analizini sonlandırıyor.