Ekonominin Derinliklerinden Gelen Alarm Sinyalleri!
Kayseri'nin sanayi devi HES Kablo'nun üçüncü kez satılamaması, sadece bir şirketin değil, tüm ülkenin ekonomik geleceğinin nasıl belirsizliğe sürüklendiğini gözler önüne seriyor. "Türkiye Yüzyılı" masalı altında saklanan acı gerçekleri ve sanayicilerin...
Türkiye'nin ekonomik kalbinde derin bir sessizlik var, görünürde "Türkiye Yüzyılı" denilen büyük vaatler yankılanırken, perdenin arkasında ise sanayi devlerinin bile satılamadığı, alarm zillerinin çalmaya başladığı sarsıcı bir gerçekle yüzleşiyoruz. Bu durum, yalnızca anlık bir ekonomik dalgalanma değil, ülkenin sanayi ve yatırım iklimine dair çok daha büyük bir resmin, hatta bir ekonomik kabusun başlangıcının işaretidir ve bu hikaye, okudukça daha da şaşırtıcı detaylarla ilerlemeye devam edecektir. www.avazturk.com olarak, bu derinlemesine araştırmayla, mevcut ekonomik politikalara dair zihinlerdeki tüm soruları tek tek yanıtlayacak ve geleceğe yönelik kaygıları artıran bu tabloyu en çıplak haliyle gözler önüne sereceğiz.
Anadolu'nun sanayi incisi, kablo sektörünün devlerinden HES Kablo, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından tam 22 milyar TL muhammen bedelle üçüncü kez satışa çıkarıldı. Ancak gelin görün ki, bu dev şirkete tek bir alıcı bile çıkmadı, hatta "ayıp olmasın" diye sembolik bir teklif dahi veren olmadı. Bu durum, sıradan bir şirket satışının ötesinde, Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği çıkmazı ve yatırımcıların ülkeye olan güveninin ne denli sarsıldığını gösteren çarpıcı bir örnek teşkil ediyor.
Oysa HES Kablo, öyle köhne ya da sıradan bir işletme değil. İstanbul Sanayi Odası'nın en büyük 100 şirketi listesinde 13.6 milyar TL satış hasılatıyla yer alan, 128 farklı ülkeye ihracat yapan gerçek bir sanayi devi. Bu denli büyük ve başarılı bir şirketin kapısının bile çalınmaması, sorunun şirketin kendisinden ziyade, ülkenin genel yatırım ikliminden kaynaklandığını açıkça ortaya koyuyor. Peki, bu dev şirketi kimse neden istemiyor?
Cevap, kaynağında da belirtildiği üzere, hukuki belirsizlik ve yatırımcıların Türkiye'deki "hukuk" kelimesinden duyduğu derin çekincede gizli. Şirket, 2016 yılında FETÖ soruşturmaları kapsamında devletin eline geçmiş. Bu durum, potansiyel yatırımcılar için büyük bir siyasi ve hukuki risk anlamına geliyor. Yarın bir yetkilinin çıkıp "Pardon, o dönem bir hata olmuş" demesi ihtimali, yatırımcıların tüm planlarını altüst edebilir. Normal şartlarda mahkemelere gidilip hak aranabilirken, Türkiye'de "hukuk" kelimesi, yatırımcının en çok çekindiği kelime haline gelmiş durumda. Bir yatırımcı, genellikle üç yıl sonrasını planlamak, beş yıl sonrasına hedef koymak ister. Ancak ekonominin adeta körebe oynadığı, bırakın beş yılı, beş gün sonrasının bile meçhul olduğu bir ortamda, 22 milyarlık bir sanayi devini bırakın, en küçük bir bakkal dükkanının bile alınamayacağı belirtiliyor.
Bu tablo, daha önce sıkça dillendirilen "yeni ekonomi modeli", "Türkiye Yüzyılı", ülkeye para akacağı ve ihracat patlaması yaşanacağı yönündeki anlatılarla büyük bir tezat oluşturuyor. Ülkenin kalkınma masalı, kablo şirketini bile satamayan bir ekonomik gerçeklikle adeta dalga geçiyor, bu durum "insanların salak yerine koyulması" olarak yorumlanıyor. İstanbul Sanayi Odası'nın "İkinci 500" raporunun yayımlanmasıyla birlikte bu vahim tablo daha da netleşti. Rapor, adeta bir cenaze marşı çalar gibi, sanayinin içinde bulunduğu karanlık durumu gözler önüne seriyor. Vergi öncesi karın yüzde 63.8 eridiği, satış karlılığının ise yüzde 8.2'den yüzde 2.1'e gerilediği belirtiliyor. Bu rakamlar karşısında, dükkanı kapatıp gitmenin daha iyi bir seçenek olduğu yorumu yapılıyor.
Daha da vahimi, bu listelerdeki firmaların "iyi firmalar" olduğu düşünülürken, tam 159 şirketin "zarar ettim" açıklaması göndermesi, 1997'den bu yana görülen en karanlık tabloyu çiziyor. Hatta 2001 krizinin bile bu tablodan çok daha iyi olduğu vurgulanıyor. Sanayiciler neden zarar etti? Çünkü kazandıklarının yüzde 81'i bankalara, faiz olarak gitti. Bu durum, ekonomi yönetiminin "sıkı para politikası" derken, aslında sanayicinin boğazının sıkıldığını çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Tamam, enflasyonla mücadele önemli olabilir, ancak sadece faiz artırıp, dövizle oynayıp dışarıdan borç aramakla ekonominin düzelmeyeceği açıkça belirtiliyor. Daha önce böyle bir örneğin olup olmadığı da sorgulanıyor. Ekonomi aynı zamanda beklenti yönetimi demekken, Türkiye'de filizlenen beklentinin yeni operasyonlar, yeni kayyumlar veya anayasayı yeniden yazmak olup olmadığı gibi belirsizlikler, yatırımcıyı daha da ürkütüyor.
Türkiye'nin ekonomik ağacı kökünden sarsılmış durumda. Bu, sadece bir şirketin satılamaması ya da birkaç sanayi firmasının zarar etmesi değil; ülkenin ekonomik geleceğini belirleyen temel dinamiklerin, güvenin ve beklentilerin derinden sarsıldığı anlamına geliyor. Anlatılan "Türkiye Yüzyılı" masalı ile yaşanan acı gerçekler arasındaki uçurum, her geçen gün daha da derinleşiyor. HES Kablo vakası, bu sarsıntının, ülke ekonomisinin geldiği noktanın, hatta bu saaten sonra "gittiği yere kadar" anlayışının en çarpıcı göstergesi olarak tarihe geçiyor. Bu derin belirsizlik ve hukuki güven eksikliği, ekonomik büyüme vaatlerinin ötesinde, Türkiye'nin gelecekteki yatırım ve kalkınma potansiyelini ciddi şekilde tehdit eden asıl tehlikedir ve www.avazturk.com olarak bu gelişmelerin takipçisi olmaya devam edeceğiz.