En Zoru Geride Kaldı Diyorlar Ama Halkın Satın Alma Gücü Neden Eriyor?

En Zoru Geride Kaldı Diyorlar Ama Halkın Satın Alma Gücü Neden Eriyor?

Türkiye ekonomisi, yıllardır süregelen "en zor günler geride kaldı" söylemlerine rağmen derinleşen sorunlarla boğuşuyor. Sanayi üretiminden gıda enflasyonuna, barınma krizinden vergi adaletsizliğine kadar pek çok alanda yaşanan düşüşler, uzmanların...

Türkiye ekonomisi, uzun bir süredir belirsizlikler ve zorluklarla mücadele ediyor. Hükümet kanadından yapılan "en kötüsü geride kaldı" veya "en zoru geride kaldı" açıklamaları, ekonomistler ve vatandaşlar arasında büyük bir çelişki yaratmaya devam ediyor. Zira SÖZCÜ Televizyonu'nda yayınlanan son bir programda, uzman ekonomistlerin çarpıcı analizleri, bu söylemlerin gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Programda vurgulandığı üzere, AKP siyaseten yaptığı hataların bedelini dünyanın en pahalı zamanını satın alarak ve bunun parasını da millete ödeterek telafi etmeye çalışıyor; ancak bu yöntemler artık işlemiyor. Kur korumalı mevduat (KKM) ve NAS gibi ekonomi modelleriyle, düşük maliyetli kredilerle suni bir bahar havası yaratılmaya çalışılsa da, piyasaların yolunda gittiğine dair inanç gün geçtikçe azalıyor.

Geçmişe dönük yapılan bir zaman çizelgesi, "en zoru geride kaldı" söyleminin aslında yıllardır bir ezber gibi tekrarlandığını ortaya koyuyor. Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 10 Eylül 2020'de doların 7,5 TL ve yıllık enflasyonun %11 olduğu dönemde "En kötüsü geride kaldı" demişti. Ardından 12 Aralık 2022'de Cumhurbaşkanı, 2023'te enflasyonun %20'ler seviyesinde olacağını öngörerek "önümüzdeki yıl daha iyi olacak, geçti artık bitti" ifadelerini kullanmıştı. Ne var ki, bu öngörüler tutmadı. En son Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de, 11 Temmuz 2024 ve 10 Haziran 2025 tarihlerinde "En zoru geride kaldı" açıklamasını yineleyerek aynı cümleyi kullanmaktan çekinmedi. Bu durum, ekonomideki gerçek gidişat ile yapılan açıklamalar arasındaki kopukluğu net bir şekilde gösteriyor. Türkiye ekonomisine dair tüm güncel analizleri ve uzman görüşlerini https://www.avazturk.com adresinde bulmak mümkün.

Peki, bu "en zor günler geride kaldı" söylemleri ne kadar gerçekçi? Açıklamalarla çelişen ekonomik veriler, tablonun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor. 2022 senesinde gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) içerisinde sanayinin payı %26 iken, 2025 ilk çeyreği itibarıyla bu oran %19'a gerilemiş durumda. Yeni siparişlerin olmaması, otomatik olarak yardımcı ve yarı mamul ithalatını düşürüyor ve eski siparişlerin gönderilmesi ihracatı yapay olarak yukarı çekiyor. Bu veriler, üretimin bir şekilde aşağı çekildiğini ve ekonomideki büyümenin sürdürülebilir olmadığını düşündürüyor.

Vatandaşın cebindeki gerçek ise, enflasyonun acımasız yüzüyle çarpışmak anlamına geliyor. Programda dile getirildiği üzere, Türkiye'nin gıda enflasyonu %36.1 iken, en yakın ülke Estonya'da bu oran %7.3, Pakistan'da ise yıllık enflasyon %2.5 seviyesinde. Uzman ekonomist, "Bizim 2 sene sonraki hayalimiz %7. Tek haneli enflasyonu 7 seneden beri dinliyoruz" diyerek, hedeflerle gerçekler arasındaki uçurumu vurguluyor. Asgari ücretin %30 zam almasına rağmen, geçen senenin %40 enflasyonunun telafi edilemediği ve 17.000 liranın satın alma gücünün 12.000 liraya düştüğü belirtiliyor. İnsanların her geçen gün satın alma gücünü daha fazla kaybettiği, akşam 100 lirayla uyuyan birinin sabah 97 lirayla kalktığı bir ortamda, "barınma krizi"nin Orta Çağ veya İlk Çağ'dan bile beter olduğu ifade ediliyor. Güncel ekonomik gelişmelerin tüm detaylarına ve analizlerine https://www.avazturk.com adresinden ulaşabilirsiniz.

İş dünyası da bu zorlu koşullarda sessizliğini koruyor gibi görünüyor. Uzmanlara göre, "Herkes kendi konfor alanını düşünüyor. Bugün çıkaracağı bir ses yarın öbür gün farklı bir şekilde kendisine dönebilir" düşüncesi hakim. Binlerce kişiye ekmek veren şirket sahipleri, atacakları bir yanlış adımın birçok insana sirayet edebileceği endişesini taşıyor. Ancak programda, doğruların her zaman söylenmesi gerektiği de vurgulanıyor. Enflasyonun, üretici firmaların ürün fiyatlarına haftalık olarak yansıdığı bu süreçte, emeklinin ve emekçinin ne yapacağı sorusu aciliyetini koruyor.

Türkiye ekonomisindeki diğer çarpıcı sorun alanlarından biri de vergi adaletsizliği. Ülkenin %85'inin, %15'lik kesimin refahı ve mutluluğu için çalıştığı gibi çarpıcı bir tespitte bulunuluyor. Her sene ortalama 2.2 trilyon lira vergi muafiyeti ve istisnası olduğu, bu seneki bütçede ise bu rakamın 3.5 trilyon liraya çıktığı belirtiliyor. OECD ülkeleri arasında ortalamanın çok üzerinde muafiyet verilirken, bunun karşılığının alınamadığı ve 38 ülke arasında 36. sırada olunduğu ifade ediliyor. Dahası, bankadaki 10.000 lira mevduatı olanla 100 milyon lira mevduatı olanın aynı stopajı ödemesinin, kağıt toplayan bir vatandaşla bir holding patronunun aynı vergiye tabi tutulmasının adaletsiz bir gelir dağılımı yarattığı ve kartopu gibi büyüyen bir zenginliğe yol açtığı eleştirisi dile getiriliyor. Türkiye ekonomisinin bu derinlemesine analizi için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Özelleştirmeler ve kamu-özel işbirliği projeleri de eleştirilerin odağında yer alıyor. Uzmanlar, kömürcülük işletmelerine 150-200 milyon dolar borcu olan madenlerin bulunduğunu, alacakların Türk lirasına çevrilip 6 taksite bölündüğünü belirtiyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in dünyayı dört tur gezmek yerine, kamu-özel işbirliği projelerindeki firmalarla görüşerek, "kardeşim zor zamandan geçiyoruz, millette kemer kalmadı, delik yok kemerde, artık sıkacak, sizler de Türk lirasına dönelim" demesi gerektiği vurgulanıyor. Bu durum, vergi mükellefinin sırtına binen yükü daha da artırıyor. Ekonomik gelişmelerin detaylı analizi için https://www.avazturk.com sitesi önemli bir kaynak olabilir.

Sözde "tasarruf tedbirleri" de eleştiri oklarının hedefi oldu. Çırağan Sarayı gibi lüks bir mekanda açıklanan tasarruf tedbirlerinin, başlangıçta 100 milyardan 30-40 milyara düştüğü belirtildi. Programda, "hocaların odasından, öğretmenlerin odasından kettle fişinin çekilmesiyle, köydeki öğrencilerin servislerini iptal etmesini tasarruf tedbirleri olarak anlattılar" denilerek, bu önlemlerin günlük hayattaki karşılığının olmadığına dikkat çekildi. Arjantin örneği verilerek, bütün bankamatik memurlarının işten çıkarılması ve bakanlıkların kapatılması gibi gerçek tasarrufun ancak yapısal reformlarla mümkün olabileceği vurgulanıyor. Bu tür detaylı değerlendirmeler ve güncel haberler için https://www.avazturk.com her zaman başvurulabilecek bir adrestir.

Ekonomik krizin derinleşmesinin bir diğer nedeni olarak, programın başında orta vadeli programın yanlış yerden başlatılması ve kurun yanlış belirlenmesi gösteriliyor. Sürekli kırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalınan döviz kurunun, insanların tedirginliğini beklentilere yansıttığı ve beklentilerin toparlanamadığı ifade ediliyor. Uzman ekonomist, "gömlek baştan yanlış iliklendi, onun için düğmeleri yanlış geliyor" benzetmesiyle durumu özetliyor. Düşük faizle örtülü bir şekilde sabit kur rejimi uygulandığı, enflasyonun düşmediği ve aynı şeylerin tekrar uygulanarak farklı bir sonuç beklenmesinin "en büyük hata" olduğu belirtiliyor.

Son 22 yılda verilen 1.4 trilyon dolarlık dış ticaret açığı ve 750 milyar dolarlık cari açık karnesi, açıklanan ekonomik hedeflerin çok uzağında bir tablo çiziyor. Sanayiciler, kurlardan şikayetçi ve turizm firmalarının bankalara 14.5 milyar lira borcu olduğu, birçoğunun kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Yurt dışına gitmenin, ülkede tatil yapmaktan çok daha cazip hale geldiği bu ortamda, ekonomik sıkıntıların her alanda kendini hissettirdiği ortada. Türkiye'nin ekonomik geleceğine dair en kapsamlı analizleri ve özel haberleri https://www.avazturk.com adresinde bulabilirsiniz.

Tüm bu veriler ve uzman görüşleri, Türkiye ekonomisinin sadece para politikalarındaki faiz ayarlamalarıyla düzelemeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. Ekonomist, "Siz bugün yapısal reformlarla, siz bugün bir şekilde sistemsel olarak bazı şeyleri değiştirmediğiniz müddetçe bu işin altından ekonomik anlamda kalkamazsınız" diyerek, sorunun kökten çözülmesi gerektiğini vurguluyor. Sokaktaki vatandaş için "en zorunun geride kaldığı" söyleminin karşılık bulmadığı ve yaşam alanlarının elinden alındığı bu dönemde, gerçekçi ve kalıcı çözümlerin hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor.