Enflasyon Rakamları ve Maaş Zamları Üzerindeki Gizem Perdesi Aralanıyor!

Enflasyon Rakamları ve Maaş Zamları Üzerindeki Gizem Perdesi Aralanıyor!

TÜİK'in tartışmalı enflasyon verileriyle sarsılan Türkiye'de, beklenen zam oranları halkın alım gücünü iyice eritecek mi? Uzmanlar, "evdeki hesap çarşıya uymuyor" derken, gerçek enflasyon, maaş artışları ve ekonomik mücadelenin ardındaki sarsıcı gerçeği..

Türkiye, her ay açıklanan enflasyon verileri ve bununla birlikte memur, emekli ve işçi maaşlarına yapılacak zam oranları gündemiyle nefesini tutmuş durumda. Ancak uzmanlar, açıklanan resmi rakamlar ile vatandaşın cüzdanındaki gerçekliğin arasında büyük bir uçurum olduğunu ve bu uçurumun giderek derinleştiğini belirtiyor. Bu makale, ekonominin perde arkasındaki gerçekleri aralamaya devam edecek ve sizi şaşırtacak detayları gün yüzüne çıkaracak.

KRT TV'de yayınlanan bir programda Prof. Dr. Aziz Çelik'in Tarkan Bey'in sorularına verdiği yanıtlar, ekonomi gündemine bomba gibi düştü. Haziran ayı enflasyon oranlarının TÜİK tarafından %1.53 olarak açıklanmasının, aslında TÜİK'in "frene bastığı" anlamına geldiğini belirten Prof. Dr. Çelik, bunun Temmuz ayında işçi, memur ve emekliye yapılacak zam oranlarının düşük tutulacağının bir göstergesi olduğunu vurguladı. Çelik'e göre, TÜİK verileri ile vatandaşın hissettiği ve yaşadığı enflasyon maalesef birbirine uymuyor; İstanbul Ticaret Odası (İTO) verileriyle arasında yaklaşık yarı yarıya bir fark gözlemleniyor. Prof. Dr. Çelik, TÜİK'in 2022'den bu yana mahkeme kararlarına rağmen verileri sakladığını, enflasyonu nasıl hesapladığına dair ortalama fiyat listesini açıklamadığını da ekleyerek bu verilerin "şaibeli" olduğunu düşünüyor.

Peki bu durumun Temmuz ayında beklenen zam oranlarına etkisi ne olacak? Prof. Dr. Aziz Çelik'in aktardığına göre, memura ve memur emeklisine %14, diğerlerine ise %15 civarında bir zam gelmesi bekleniyor. Ancak Çelik, bu enflasyonist ortamda bu tip zamların "devede kulak" kalacağını, yani vatandaşın alım gücünü artırmakta yetersiz kalacağını dile getirdi. Özellikle https://www.avazturk.com üzerinden de takip edilebilecek bu tartışmalarda, eski ekonomi yönetimindeki düşük TÜİK verileri eleştirilerinin, isimler değişse de bugün de yaşanmaya devam ettiği ifade ediliyor.

Prof. Dr. Aziz Çelik'e göre, Türkiye'de "enflasyonla mücadeleyi" aslında Maliye Bakanlığı ya da Merkez Bankası değil, TÜİK verileri sağlıyor. Çelik, ekonomi politikasının enflasyonu düşürmede başarılı olamadığını ve TÜİK'in adeta bir "enflasyonla mücadele kurumu" haline geldiğini iddia ediyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in enflasyonu %35'e kadar gerilettikleri yönündeki açıklamaları da Prof. Dr. Çelik tarafından sert bir dille eleştirildi. Çelik, Türkiye'nin hala dünyanın en yüksek enflasyona sahip 3-4 ülkesinden biri olduğunu (Arjantin, Venezuela, Orta Afrika ülkeleri) ve savaş halinde olan Ukrayna ve Rusya'nın bile enflasyon oranlarının %7-10 bandında seyrederken, Türkiye'nin %35'le "övünmesinin" kabul edilemez ve şaibeli bir veri olduğunu belirtiyor.

Enflasyondaki "düşüş eğilimi" ise bambaşka bir yanılgıyı beraberinde getiriyor. Prof. Dr. Aziz Çelik, enflasyonun düşmesinin fiyatların düştüğü anlamına gelmediğini net bir şekilde ifade ediyor. Bu durumun "baz etkisi" ile ilgili olabileceğini vurgulayan Çelik, fiyatların hala artmaya devam ettiğini, sadece artış hızının yavaşladığını belirtiyor. Vatandaşın dün aldığı bir malı bugün daha ucuza almasının söz konusu olmadığını dile getiren Çelik, TÜİK'in şeffaf olması, ortalama fiyatları açıklaması ve mahkeme kararlarına uyması gerektiğini, aksi takdirde verilerin inandırıcılığını yitirdiğini söylüyor.

Hayat pahalılığına gelince, Prof. Dr. Aziz Çelik geçen yıla kıyasla pahalılaşmanın ve geçim sıkıntısının arttığını düşünüyor. Özellikle asgari ücretli ve emeklilerin alım güçlerinin ciddi oranda eridiğini gözler önüne seriyor. Çelik, Ocak ayında 22.104 TL olarak belirlenen asgari ücretin fiilen 3.336 TL eridiğini, emekli aylıklarında da yaklaşık 3.000 TL'lik bir düşüş yaşandığını belirtiyor. Bu nedenle Temmuz ayındaki artışın %15 civarında olmasının yeterli olmadığını, asgari ücretin mutlaka ve mutlaka yeniden belirlenmesi gerektiğini vurguluyor. Prof. Dr. Çelik'e göre doğru zam, sadece enflasyon oranında değil, ülkenin büyümesinden de pay verilerek (refah payı) yapılmalı. Geçmişte emekli aylıkları hesaplanırken büyümenin %100'ü hesaba katılırken, şimdi %30'unun alındığı, zam yapılırken ise hiç hesaba katılmadığına dikkat çekiyor.

Ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar, işçi ve emekli maaşlarının düşük olmasının yanı sıra, sendikalı işçilerin hak arayışlarını da hedef haline getiriyor. Özellikle İzmir'de yaşanan ve kamuoyunda büyük yankı uyandıran grev, bu durumun somut bir örneği olarak öne çıkıyor. Prof. Dr. Aziz Çelik, İzmir'deki uyuşmazlığın temel sebebinin "eşit işe eşit ücret" meselesi olduğunu açıklıyor. Sendikanın belirli bir ücret miktarı dayatması olmadığını, sadece aynı işi yapan mesai arkadaşlarına verilen ücretin kendilerine de verilmesini talep ettiklerini belirtiyor. Çelik, bunun bir siyasi tartışma değil, işçilerin haklarını almak için yaptığı bir grev olduğunu ve bu tür grevlerin meşru olduğunu vurguluyor. Aynı iş yerinde farklı ücret verilmesinin iş barışını bozacağını da ekliyor.

Prof. Dr. Aziz Çelik, İzmir'deki işçilerin ücretlerinin yüksek olmadığını, asıl sorunun emeklinin, memurun, sendikasız işçinin aylıklarının düşük olmasında yattığını dile getiriyor. Sosyal medyada sıkça karşılaşılan, sendikalı işçileri diğer düşük ücretlilerin rakibi gibi göstermenin "haksızlık" olduğunu savunuyor. Hatta aynı konfederasyonun asgari ücretin artırılması için de eylem yaptığını hatırlatıyor. Türkiye'de dört yıllık üniversite mezunlarının %50-60'ının işe asgari ücretle başladığını, %80-85'inin ise kendi mesleği dışındaki uyumsuz işlerde çalıştığını belirten Çelik, bunun bir düzen bozukluğu olduğunu ve müdahale edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Ona göre, çözüm sendikalı işçinin ücretini düşürmek değil, asgari ücret düzeyini yükseltmek, iş gücü piyasasını genişletmek ve eğitimde planlama yapmak.

Tüm bu ekonomik adaletsizliklerin ve alım gücü düşüşünün temelinde yatan en önemli sorunlardan biri, Prof. Dr. Aziz Çelik'in de altını çizdiği üzere, Türkiye'deki sendikalaşma ve toplu sözleşme kapsamının düşüklüğü. Avrupa'da asgari ücretli nüfusun %4-5 civarında olduğunu ancak toplu sözleşme kapsamının %60'ın üzerinde olduğunu belirten Çelik, Türkiye'de ise asgari ücretin %50'ye yaklaştığını, toplu sözleşme kapsamının ise sadece %7-8'lerde kaldığını ifade ediyor. Asgari ücret tespit komisyonunun yapısının işçi aleyhine olması ve kararlarının yargı mekanizmasında denetlenememesi de bu kısır döngüyü besliyor.

Bu durumdan çıkışın yolu ise son derece açık ve net: Örgütlenmek! Prof. Dr. Aziz Çelik, İzmir'deki grevin bir örnek teşkil etmesi gerektiğini, işçilerin ve çalışanların haklarını savunmak için örgütlenmesinin şart olduğunu vurguluyor. Kamuda 700.000'e yakın işçinin sözleşmesinin 6 aydır tıkandığını ve eski ücretleriyle çalıştığını hatırlatan Çelik, sendikalaşmanın ve toplu pazarlık kapsamının artırılmasının bir tercih meselesi olduğunu ve hükümetin işçiyi ne kadar önemsediğine bağlı olduğunu belirtiyor. https://www.avazturk.com üzerinden de yayınlanan bu ve benzeri haberler, toplumun hak ve çıkarlarını korumak için örgütlü bir bilinç geliştirmesinin hayati önem taşıdığını ortaya koyuyor. Çelik'e göre, örgütlü bir toplum, her aşamada haklarını koruyabilir ve "niye grev yapıyorlar" gibi sığ tartışmalar yerine, kendi sorunlarına odaklanabilir. Esas mesele, toplumun dikkatini dağıtan bu tür kıyaslamalardan kurtulup, asıl adaletsizliğe odaklanması ve ortak bir mücadele başlatmasıdır.