Faiz Baskısı Altındaki Merkez Bankası Kritik Karar Eşiğinde: Ekonomi mi, Finans mı Kazanacak?
TCMB 19 Haziran'daki faiz kararı yaklaşırken, siyasi ve iş dünyası kaynaklı baskıların arttığı iddia ediliyor. Bu makale, Paramedya TV'deki bir yayına dayanarak, faiz indiriminin olası etkilerini, iş dünyasının rolünü ve Türkiye ekonomisindeki "finans"
Türkiye'de ekonomi gündeminin kalbi, 19 Haziran'da gerçekleşmesi beklenen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu toplantısına çevrilmiş durumda. Piyasalar, TCMB'nin olası faiz kararına kilitlenmişken, bir yandan da kurum üzerindeki baskıların arttığına dair tartışmalar yaşanıyor. Paramedya TV'de yayımlanan bir programda, sunucu Soner Gökten ve ekonomist Remzi Özdemir, Merkez Bankası'nın durumu, üzerindeki baskılar ve olası kararların etkileri üzerine dikkat çekici değerlendirmelerde bulundular. Özellikle "faiz baskısı altında bir Merkez Bankası" olduğu vurgulanırken, siyasi baskının ve lobi baskısının net olarak görüldüğü, hatta Mehmet Şimşek'e karşı bir lobinin harekete geçtiği iddia edildi. Remzi Özdemir, bu noktada bir düzeltme yaparak, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in Merkez Bankası için bir tampon görevi görmediğini, aslında uzun süredir "yalnızları oynayan", kendi başına bir yola giden ve iktidardan istediklerini yaptıramayınca geri çekilmiş bir isim olduğunu belirtti. Özdemir, "Şu anda orada bir bağımsız bir üçlü var hocam onun için bunu ısrarla belirtmek istiyorum..." diyerek Merkez Bankası'nın şu anki yönetiminin bağımsız sayılabileceğini öne sürdü.
Mayıs ayı enflasyonu beklentilerinin de Merkez Bankası kararı üzerinde etkili olduğu belirtiliyor. Piyasada medyan beklentinin %2 civarında olduğu ifade edilirken, Remzi Özdemir, %2'lik bir enflasyon rakamının hedeflerden ciddi anlamda sapma anlamına geldiğini ve olumlu bir veri olmadığını vurguladı. Ancak, Merkez Bankası'nın teknik olarak ve rasyonel olarak bu şartlar altında faiz indirimine gitmesinin mümkün olmadığını, ancak çok büyük, anormal bir baskı olması halinde faiz indirimine gidebileceğini söyledi. Bu baskının özellikle iş dünyasından geldiği iddia ediliyor. İş dünyasının "NAS dönemi" olarak adlandırılan düşük faiz sürecindeki kazançlarını öz sermayeye aktarmadığını, bu paraları kağıt, döviz gibi alanlara yatırdığını ve bunun Türkiye'ye haksızlık olduğunu belirtti. Ayrıca, KGF döneminde de şirketlerin çok ciddi para kazandığı ancak öz sermayelerini artırmadığı ifade edildi. Bu dönemlerde yaşanan gelişmeler ve Türkiye ekonomisinin yapısı hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Benzer şekilde bankaların da enflasyona endeksli tahvil ihraçlarından ve kimsenin öngörmediği enflasyon patlamasından devasa paralar kazandığı ancak öz sermayelerini güçlendirmediği öne sürüldü.
Günümüzde ise patronların "Para kazanamıyoruz" diyerek ağladığı, ancak bunun alışılmışın dışına çıkmaktan kaynaklandığı ve onların her zaman ağlamaya alışık olduğu (SGK primi affı, vergi affı gibi) belirtildi. Remzi Özdemir, ticaret hayatının dalgalanabileceğini, ancak patronların en ufak bir düşüşte ya da kriz söylentisinde hemen binlerce işçiyi kapının önüne koymaya başladığını ifade etti. Soner Gökten, Türkiye'nin en büyük ailelerinden birine ait bankanın bile 2014'te 2000 bankacıyı işten çıkardığını hatırlatarak, zorlukların fakir olup olmadığını sordu. Özdemir ise zorlukların fakir olmadığını, Vestel'den işçileri çıkarmalarının nedeninin finansal zorlukları finanse etmeye tahammüllerinin olmaması olduğunu söyledi. İş dünyasının bir nevi iktidarı da cezalandırdığı, düşük faizli kredi verilmemesi, vergi affı getirilmemesi gibi nedenlerle "bak sen bana bunu yapmıyorsun" diyerek baskı kurduğu iddia edildi.
Programda, Türkiye'deki temel sorunlardan birinin "finans" ile "ekonomi" farkının çözülememesi olduğu güçlü bir şekilde vurgulandı. Soner Gökten, "Hala Türkiye hala yorumcular hala değerlendirme yapanlar finans ile ekonominin farkını çözememiş vaziyetteler ekonomi hayat kalitesi optimizasyonu yani senin iktisat iktisat ne yediğinle ilgileniyor evin var mı yok mu ilgileniyor çocuğun okuyabiliyor mu ilgileniyor kışın mont alabiliyor musun ilgileniyor iktisat orta ve uzun vadeli şekillenir..." diyerek iktisadın insanların yaşam kalitesiyle ilgili olduğunu açıkladı. Kırmızı et yiyebilme, kira ödeme, çocuğuna dondurma alabilme gibi somut şeylerin iktisat olduğunu, beyaz yakalıların ay sonunu getirememesinin ülkenin iktisadi olarak çok kötü noktada olduğunu gösterdiğini belirtti. Buna karşılık finansın ise "sokakta yatan var mı insanlar aç mı sürünüyor mu bununla ilgilenmez" diyerek, finansın "kaymak tabakanın ya da cebinde parası olanın parasını arttırması, servet maksimizasyonuyla" ilgilendiğini söyledi. Mevcut faiz tartışmalarının da iktisadi değil, finansal olduğu, belli bir zümrenin parasından daha çok para kazanma isteğinden kaynaklandığı iddia edildi.
Türkiye'nin "ödünleşme" (trade-off) kavramını bilmediği, yani bir yanlış yapıldığında bedeline katlanılması gerektiği tezi savunuldu. NAS ekonomisine onay vermenin bedelinin işsizlik, fakirlik, yaşam konforunda düşüş ve enflasyon canavarı olduğu belirtilirken, bu bedele katlanılması gerektiği vurgulandı. Ayrıca, Türkiye'deki şirketlerin fakir, ancak patronların zengin olduğu, iş insanı kisvesine girenlerin çoğunlukla rant ekonomisinden, devlet ihalesinden faydalanan, katma değerli ürün üretmeyen tipler olduğu öne sürüldü. Bu kesimin devleti işçi çıkarmayla tehdit ettiği iddiası gündeme getirildi. Zorlu Holding CEO'sunun ABD'ye yatırım kaydıracaklarına dair açıklamasının eleştirildiği, Fatih Projesi gibi devlet desteklerinden faydalanıp sonra işçi çıkarma tehdidiyle yurt dışına gitme söyleminin "ahlaksızlık" olduğu ima edildi. Vergi sistemindeki soruna da değinilerek, toplam vergi gelirlerinin sadece %7'sinin şirketlerden geldiği, geri kalanının dolaylı vergiler ve beyaz yakalı ücretlilerden karşılandığı belirtildi. Bu tür ekonomik ve finansal analizler için https://www.avazturk.com adresini takip etmek faydalı olabilir. Bu durumun "ahlaksız bir çark" yarattığı ifade edildi.
Merkez Bankası'nın faiz indirimine gitmemesi gerektiği, ancak üzerinde siyasi baskı olduğu ve bu nedenle indirebileceği belirtildi. Merkez Bankası'nın enflasyondan çok döviz rezervine baktığı, rezervlerin Türkiye'nin "kanayan yarası" olduğu ve İmamoğlu'nun gözaltına alınması gibi bir olayda doların bir anda 42'ye fırlamasının bu durumu gösterdiği iddia edildi. Merkez Bankası'nın faiz indiriminde baz alacağı en önemli şeyin rezerv artışı olacağı belirtilirken, mevcut 5 milyar dolarlık rezerv artışının yeterli olmadığı ve bunun büyük kısmının borçlanma, ihracatçı/turizm geliri gibi geçici kaynaklardan geldiği, ciddi bir carry trade girişinin olmadığı öne sürüldü. Agresif faiz indiriminin dolarizasyonu ve altına yönelimi tetikleyebileceği uyarısı yapıldı.
Yapısal reformların, özellikle maliye politikasının, harcama kısıtlamalarının ve servet vergisinin yapılmadığı ve "kurumsal kalite sistemi"nin, mülkiyet hakkının ve politik riskin önemli olduğu vurgulandı. Politik riskin, oyun kurallarının aniden değişme olasılığı olarak tanımlandığı ve Türkiye'de bu durumun yüksek olduğu belirtildi. Piyasaların oligopolleştiği, enflasyonun yapışkan kalmasının nedenlerinden birinin insanların alım gücünün "ümüğüne basılması", yani erişimlerinin kısıtlanması olduğu iddia edildi. Soner Gökten, erişilemeyen ortamda enflasyonun düşeceğini ancak bunun bedelini halkın ödediğini, önemli olanın çocukların bu bedeli ödememesi olduğunu söyledi. Merkez Bankası'nın "sert iniş" yapıp yapamayacağının önemli olduğu, Hafize Gaye Erkan'ın ise büyümeyle enflasyonu düşürebileceğini düşündüğü ancak "iktisatçı değil finansçı" olduğu için "kolunun kesildiği" iddia edildi.
19 Haziran'da olası bir faiz indiriminin (örneğin 250 baz puan) göstermelik olacağı, Merkez Bankası'nın siyasi kalmaya devam ettiği ve lobinin kararına yenildiği anlamına geleceği, "sert inişi" engelleyeceği belirtildi. Bu durumda banka ve borsanın kısa vadeli "yalancı bahar" yaşayacağı, ancak bunun mal satmak için kullanılacağı öne sürüldü. Dolar kurunda zayıf küresel dolar nedeniyle büyük bir hareket beklenmediği, ancak dövize talebin artacağı ve Merkez Bankası'nın rezerv toplama sıkıntısı yaşayacağı ifade edildi. Euro'daki güçlenmenin (AB-Çin yakınlaşması, BRICS dijital para) euro üzerinden bir devalüasyona yol açabileceği, Merkez Bankası'nın euroya müdahale edemediği için bunun riskli olduğu belirtildi. Tahvil piyasasında bankaların başka alternatifleri (konut/ticari kredi) olmadığı için tahvil alacağı, ancak ciddi bir trend oluşmadığı dile getirildi. Yabancı yatırımcıların Türkiye'nin imajı kötü olduğu için karamsar olduğu, Arjantin'in ise "bankamatik memurlarını atarak" kamu tasarrufu yaptığı için oyuna döndüğü örneği verildi. Türkiye'de ise tasarrufun memurların lojmanları, servisleri ve çaylarından kısılması gibi sembolik düzeyde kaldığı eleştirisi yapıldı.
Güvenli liman olarak kısa vadeli para ihtiyacı olmayanlar için altının ve göreceli olarak para piyasası fonları ile faizin (stopaja rağmen) öne çıktığı belirtildi. Fırtınadan korunmak için "dua etmek" ve kesinlikle harcamaları "küçültmek" gerektiği tavsiye edildi. Ülkenin rahatlaması için erken seçimin önemli olduğu ve "rantçıları, emlak çetelerini, inşaat rantçılarını" dinlememek gerektiği vurgulandı.
Özetle, Paramedya TV yayınındaki değerlendirmeler, Merkez Bankası'nın kritik bir kararın eşiğinde olduğunu, yoğun baskı altında bulunduğunu ve olası bir faiz indiriminin teknik rasyonellikten çok bu baskılara yanıt verme ihtimali taşıdığını gösteriyor. Tartışma, ekonominin temel amacı olan yaşam kalitesini artırmaktan uzaklaşarak, belirli bir kesimin finansal çıkarlarını maksimize etme eksenine kaymış durumda. Geçmişteki politika hatalarının bedelinin fakir ve dar gelirli kesim tarafından ödendiği ve yapısal sorunlar çözülmedikçe bu kısır döngünün devam edeceği endişesi dile getiriliyor.