İmamoğlu Operasyonu Ekonomiyi Dip Yaptırdı mı?

İmamoğlu Operasyonu Ekonomiyi Dip Yaptırdı mı?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik 19 Mart'taki siyasi operasyon, Türk lirasında sert değer kaybına, borsada çöküşe ve faizlerde tarihi artışa yol açtı. Mesele Ekonomi YouTube kanalındaki uzmanlar yaşanan krizi ve sonuçlarını..

18 Mart akşamı başlayan ve 19 Mart sabahına yansıyan gelişmeler, Türkiye tarihinde bir kırılma anı olarak kayıtlara geçti. Siyasetin merkezinde yaşanan bir kriz, kısa süre içinde hem ekonomiyi hem de sokakları etkiledi. Mesele Ekonomi YouTube kanalında yayınlanan "AĞIR BEDEL! 19 MART KRİZİNİN BİLANÇOSU" başlıklı videoda, ekonomistler ve yorumcular Barış Soydan, Evren Kırıkoğlu ve Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu bu kritik süreci ve yansımalarını derinlemesine analiz etti.

Aslında iktidarın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik bir operasyon yapacağı uzun süredir konuşuluyordu. Özellikle iktidara yakın medya ve siyasetçilerden gelen sinyaller, kamuoyunda "turbun büyüğü", "dananın kuyruğu" gibi tabirlerin sıklıkla tartışılmasına yol açmıştı. İmamoğlu'nun İstanbul Üniversitesi diplomasının iptal edileceği neredeyse herkes tarafından biliniyordu. Rektörlükten çözülemeyen bu durumun savcılık soruşturmasıyla ilerleyeceği anlaşılmıştı. Ancak 19 Mart sabahı yaşananlar, bu beklentilerin çok ötesindeydi.

Türkiye güne, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alındığı haberiyle uyandı. Ardından, İmamoğlu'nun tutuklandığı bilgisi son dakika haberi olarak paylaşıldı. Bu durum, kuvvetler ayrılığının çalışmadığı bir ortamda siyasetçilerin bir soruşturmayla ilgili önceden adres göstermesiyle gelen bir sürecin doruk noktasıydı. O sabah Ankara'daki akademik çevrelerde, aydın çevrelerde ve hatta bankacılar arasında büyük bir sürpriz ve kafa karışıklığı yaşandı; "bu ne oluyor, bunun altında ne var, niye böyle bir şey yapılıyor" soruları soruluyordu. Bu, Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla nereye varılacağı, seçimlerin yapılıp yapılmayacağı gibi tartışmaları başlatan büyük bir travmaydı.

19 Mart sabahı sadece Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının gözaltına alınması değil, aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atanması da planın bir parçasıydı. Hatta sonrasında AK Parti içerisindeki siyasi aktörlerce hem İBB'ye hem de CHP'ye kayyum atanması fikirleri dillendirilmeye başlandı. Ancak, milletin Sarachane'de dik duruşu, belediye önünü doldurup bu işe hayır demesi ve piyasalarda oluşan çöküş (kurda yaşanan %10'un üzerindeki hareket, faiz piyasalarındaki hareket) iktidarın kayyum meselesinde geri adım atmasına neden oldu. Ekonomi yönetimi içindeki "akil, sakin ve makul davranma refleksi olan" kişiler tarafından sarayın ikna edilmeye çalışıldığı haberleri de dolaşıyordu. Toplumun göstereceği bu toplumsal muhalif direncin ve sürecin iktisadi etkilerinin hafife alınmış olabileceği belirtiliyor.

Bu siyasi sarsıntının ekonomik yansımaları ise yıkıcı oldu. Döviz kurları uçuşa geçti. Türk lirası dolar karşısında dakikalar içinde %14 değer kaybetti ve 42 lirayı gördü. Euro 44 liranın üzerine çıktı, bazı kaynaklarda 45 lirayı gördüğü de belirtiliyor. Gram altın ilk kez 4.000 lirayı aştı. Borsa İstanbul'da BIST 100 endeksinde sert düşüşler yaşandı ve iki kez devre kesici çalıştı. Piyasadan 1.9 trilyon TL silindi, borsa 3-4 gün içinde %19 kadar değer kaybetti.

19 Mart sabahı piyasada büyük bir döviz talebi oluştu. Bu talep hem yurtiçi hem yurtdışı bankalardan geldi ve kur talebi hızla arttı. Saat 11:00'e kadar 7-8 milyar dolar satıldığı duyuluyordu. Gün sonunda Merkez Bankası'nın analitik bilançosunda 12 milyar dolar satıldığı görüldü. Kamu bankalarıyla diğer yurtiçi ve yurtdışı bankaların işlem limitleri bir anda bitti. Talep o kadar büyüktü ki, günlük 300 milyon dolar işlem yapılan bir banka 500 milyon dolarlık taleple karşılaşınca sadece 300'ünü karşılayabildi. Bu etkiyle kurlar bir anda elden kaçtı. Merkez Bankası'nın haftalardır 36,5 civarında tuttuğu dövizi bir anda elinden kaçırdığı ve 42-43 gibi fiyatların geçmeye başladığı görüldü. Merkez Bankası'nın piyasalar biriminin burada önemli bir hata yaptığı düşünülüyor. Sabah geç kalındığı kesin olarak belirtiliyor.

Operasyon yabancı yatırımcıda çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Swap pozisyonları neredeyse tamamen kapatıldı. Yabancıların ciddi miktarda tahvil sattığı görüldü. Faizler tarafında da ciddi artışlar yaşandı. 2 yıllık tahvil faizleri 37'lerden 46'lara çıktı. 2, 5 ve 10 yıllık tahvil faizleri ortalama %9 civarında arttı. Offshore faizleri %176'ya kadar yükseldi. Bu görünüm, Türkiye'nin borçlanma ve faiz yükünü ciddi anlamda negatif etkiledi. CDS'ler (risk primleri) bir anda 245'lerden 350'lere yükseldi. Daha önce seçim öncesi 700-800 baz puandan 260-270 baz puana inerek eşdeğer ülkelere yaklaşmış olan risk primlerindeki bu artış, birinci aşaması başarıyla uygulanan ekonomi programının bir başarısını geri aldı.

19 Mart sonrasındaki birkaç haftada dolarizasyon tekrar artmaya başladı; %39'lara kadar düşmüşken %42,5'lara kadar tekrar yükseldi. Para piyasası fonlarından 500 milyar TL'lik bir çıkış gerçekleşti. TL'ye güven ciddi oranda erozyona uğradı. Bu güveni kazanabilmek için, daha önce faiz indirim döngüsüne girmesi beklenen Merkez Bankası faiz arttırımına gitmek durumunda kaldı. Merkez Bankası para politikası faizini %46'ya çıkardı ve Nisan ayındaki toplantıda bunu %49'a yükseltti. Ayrıca, ihracatçı dövizinin %40'ını Merkez Bankası'na satma zorunluluğu %25'e indirilmişken tekrar %35'e yükseltildi. Döviz mevduat ve repo zorunlu karşılık oranları arttırıldı. Bir haftalık repo ihaleleri sonlandırıldı, likidite senetleri ihraç edilerek TL likiditesi çekilip açık yaratılmaya çalışıldı.

19 Mart darbesi olmasa, Merkez Bankası'nın piyasayı %40'tan fonlaması beklenirken, bugün %49'dan fonladığı belirtiliyor. Yaklaşık 9 puanlık fonlama maliyeti artışı, 6 trilyon liralık iç borç üzerinde düşünüldüğünde kamunun sırtına yıllık 540-550 milyar TL ekstra yük bindiriyor. Kurdaki her 1 liralık artışın brüt dış borç stoku (515-520 milyar dolar) nedeniyle 500 milyar liranın üzerinde ekstra yük getirdiği, kamu özel işbirliği taahhütleri (150 milyar dolar civarı) nedeniyle de 150 milyar lira gibi bir sonuç doğurduğu hesaplanıyor. Bir puanlık reel büyüme azalmasının da 600 milyar liralık ekstra yük getirdiği düşünüldüğünde, bugünkü şartlarda minimum 2 ila 2,5 trilyon liranın minimum 19 Mart darbesi nedeniyle yakıldığı, harcandığı tahmin ediliyor.

19 Mart, Mehmet Şimşek'in ekonomi programının sonu muydu, ya da Şimşek'in otonomisinin çalışmayacağı bir evreye mi girildi gibi soruları da beraberinde getirdi. Ekonomik yönetimin 2023 sonrası planının ilk aşamasını (kamu bilançosunu toparlamak, finansal istikrarı sağlamak) başardığı, ancak 19 Mart'ın bu süreci kesintiye uğrattığı vurgulanıyor. 19 Mart olmasaydı, 2026 sonunda enflasyonu %15-20 bandına indirip üçüncü aşamaya (seçimlere hazırlık, harcama kapasitesi) geçileceği düşünülüyordu.

19 Mart'tan sonra ekonomi ikinci yarıda daha yavaş büyüyecek. Büyüme beklentileri aşağı çekilebilir. Sıkı para politikasının devamı reel sektörde homurdanmalara, işten çıkarmaların artmasına, ücret görüşmelerinde sıkıntılara ve hane halkının geçiminin zorlaşmasına yol açabilir.

Türkiye'nin cari açığı olan, yani tasarruf yatırım eşitsizliği bulunan bir ekonomi olduğu, büyüme için yabancı sermayeye ihtiyaç duyduğu belirtiliyor. Bu sermayenin gelip gelmemesini veya hangi fiyattan geleceğini ülkedeki hukuk ve adalet sistemi belirliyor. Kayyum atanması gibi durumların, yabancı yatırımcıyla kurulan ilişkilerdeki inandırıcılığı kaybettireceği ve öngörülemezlikleri artıracağı düşünülüyor. Mevcut şartlarda, yüksek faize rağmen yabancı yatırımcının uzun vadeli bir perspektifle Türkiye'ye gelmesinin pek mümkün görünmediği, kısa vadede TL faizlerinden yararlanıp kendisini koruyarak dolar cinsinden getiri elde etmeye çalışacağı ifade ediliyor. https://www.avazturk.com Türkiye'nin sürdürülebilir bir iktisadi patikaya oturmasının, siyasi operasyonların normalleşmesine bağlı olduğu belirtiliyor.

Bu krizin, finans piyasalarına ve para piyasalarına zarar verdiği hem AK Parti yönetimi hem de Merkez Bankası Başkanı tarafından kabul edildi. Türkiye'nin mevcut AKP iktisadi modelini "taşıma suyla" ve giderek zorlaşan kaynak bulma çabasıyla sürdürmeye çalıştığı, ancak bu modelin tıkandığı ve ekonomik sorunların (enflasyon, kur yükselişi, faiz artışı olarak) yüzeye çıktığı belirtiliyor. Ekonomik krizin siyasi krizle birleşerek "perfect storm" gibi büyük bir olaya dönüşebileceği ve ekonomiyi, toplumu işlevsiz hale getirebileceği geçmiş örnekleriyle anlatılıyor.

19 Mart'ın basit bir yargı operasyonu değil, krizi aşamayan iktidarın krizi görünmez kılmaya yönelik bir siyasi müdahale olduğu görüşü de dile getiriliyor. Bu krizden çıkışın, oluşmuş toplumsal muhalefete liderlik edecek ve bu sivil müdahaleyi örgütleyecek bir yapıyla, iktidarın siyasi kilitleme niyetinin boşa çıkartılmasıyla mümkün olabileceği düşünülüyor. Siyasi hamle yapılmadan ve siyasi kriz çözülmeden ekonomik çözümün mümkün olmadığı belirtiliyor. Mevcut durumun hem iktisadi hem siyasi olarak sürdürülemez olduğu ifade ediliyor.

Çok yakın bir dönemde halkın bu düzmece dosyaları reddedişi ve siyasetin getirdiği yeni süreçlerle birlikte Türkiye'de bir normalleşmenin kaçınılmaz olduğu düşünülüyor. Bu normalleşme başladığında atılması gereken ilk adımlardan birinin Sayın İmamoğlu'nun tutuksuz yargılanması, hatta görevinin başına dönmesi olacağı ifade ediliyor. Ekonomik krizin çözümünün ise, mevcut iktidarın düşünceleriyle uyumlu olmayan, refah, büyüme ve sermaye birikimini esas alan bir model değişimine ihtiyaç duyduğu, bu nedenle yeni bir iktidarla, yeni insanlarla ve yeni bir anlayışla ancak çıkışın bulunabileceği yönünde bir inanç dile getiriliyor. Mevcut sistem devam ederse, yüksek faiz döneminin uzayacağı, reel sektörün zora gireceği ve 1990'lardaki gibi yüksek ve dalgalı bir enflasyon sürecinin yaşanabileceği uyarısı yapılıyor. Bu tür bir sistemin yatırımı tümüyle silen ve yabancı sermayeyi caydıran bir sistem olduğu da ekleniyor.