İran'a Giden YIKIM Rotası: Nükleer Kıskaçta Rejim Tehlikede!
Ortadoğu'da gerilim tırmanırken, uzmanlar ABD'nin İsrail üzerinden İran'ı nükleer kapasitesi ve rejiminin istikrarı konusunda test ettiğini belirtiyor. Ekonomik yaptırımlar ve askeri zayıflıklarla boğuşan İran, küresel güçlerin kıskacında, zorlu bir dönem
Ortadoğu, son yılların en kritik gerilimlerinden birine sahne oluyor. Özellikle 7 Ekim olaylarının ardından başlayan ve 19 Nisan'daki karşılıklı füze atışlarıyla zirveye ulaşan süreç, bölgedeki dengeleri kökten değiştirebilecek bir "test dönemi" olarak yorumlanıyor. Habertürk TV'de yayınlanan "İran'dan İsrail'e Yeni Füze Saldırısı" videosunda yer alan analizlere göre, yaşanan bu çatışma dönemi, gelecekteki olası daha büyük çaplı bir savaşın provası niteliğinde. Bu süreçte ne İsrail'in hava kuvvetlerini tam kapasite kullandığı ne de İran'ın büyük etki çapına sahip füzelerini devreye soktuğu belirtiliyor.
Mevcut gerginliğin iki temel amaç doğrultusunda başlatıldığı ve sürdürüldüğü öngörülüyor. Bir uzmanın değerlendirmesine göre, bu senaryonun başat aktörü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olup, İsrail'i bir "tetikçi" olarak kullanarak İran'ın iki önemli unsurunu ciddi manada test ediyor. İlk olarak, İran'ın nükleer silah elde etme çabaları mercek altına alınıyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) 25 Mart 2020 tarihli raporunda İran'da 400 kilogram %60 zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu resmi olarak açıklandı. Enerji uzmanlarıyla yapılan görüşmelerde, bu miktarın 9 atom bombasına eşdeğer olduğu ifade ediliyor. Bu bağlamda, Ortadoğu'daki bölgesel ve küresel çıkarlar ile stratejik beklentiler çerçevesinde nükleer silaha sahip bir İran'ın asla istenmediği biliniyor ve bu durum ABD'nin genel politikası olarak öne çıkıyor. Bölgesel ve küresel gelişmeleri en güncel haliyle takip etmek için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
ABD'nin bu coğrafyada, özellikle Ortadoğu enerji kaynaklarının kontrol edilmesi ve Arap Yarımadası ülkeleriyle İsrail arasındaki ilişkilerin İbrahim Anlaşmaları doğrultusunda daha ılımlı sürdürülebilmesi amacıyla güçlü bir İran'ın varlığını istemediği belirtiliyor. İkinci olarak, İran'ın test edildiği önemli bir konu ise 46 yıldan beri iktidarda olan mevcut rejimin ortadan kaldırılması olasılığı. Uzman, ABD'nin bu istikamette ilerlediğini ve özellikle eski ABD Başkanı Sayın Trump'ın hem ilk döneminde hem de seçim kampanyalarında İran'ın nükleer silaha sahip olmasına karşı net bir duruş sergilediğini vurguluyor. Hatta müzakerelerin sonuna gelinmişken yapılan bu saldırının, İran'ın masaya çok daha zayıf bir şekilde oturmasını sağladığı yorumu yapılıyor. Bu durumun, 2003 yılında Irak'ın kimyasal silah bahanesiyle işgal edilerek 8 yılda parçalanmasına benzer bir senaryonun aşamaları olduğu dile getiriliyor. Uzman, mevcut küresel konjonktürde ABD'nin (Ukrayna ve Tayvan gibi kriz alanları varken) yeni bir kriz alanı yaratmak istemediğini ve bu nedenle İran üzerindeki politikayı İsrail üzerinden yürütmeye çalıştığını ifade ediyor.
Askeri güç dengesi açısından, İran'ın son 23 yıldır arzu ettiği şekilde silah satın alma kapasitesinin kısıtlı olduğu, hatta 2024'e göre %10 azaldığı belirtiliyor; bunun ana sebebi ise uygulanan ekonomik yaptırımlar. Buna karşılık, Stockholm Barış Enstitüsü'nün raporuna göre İsrail'in 2024 itibarıyla askeri gücünü %65 oranında artırdığı kaydediliyor. Bu durum, İsrail'in daha modernize, gelişmiş ve çağcıl silahlara ulaşırken, İran'ın elindeki mevcut silahlarla operasyonlarına devam etmek zorunda kalan bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. İran, ekonomik yaptırımlar nedeniyle harp araçlarındaki envanterini genişletemiyor ve zenginleştiremiyor.
13 Haziran akşamı İsrail Hava Kuvvetleri'nin, sızdırılan ajanların ve drone saldırılarının kullanıldığı operasyonlarda üç temel hedef seçildiği belirtiliyor: nükleer bilim insanları, nükleer üretim ve zenginleştirme tesisleri (santrifüj tesisleri) ile İran'ın komuta yapısı. Uzman, bu operasyonlarla İran'ın bir kez daha "aşağılandığı" değerlendirmesinde bulunuyor. Hatta eski ABD Başkanı Trump'ın, bir suikastı onaylamadığını söylemesinin dahi, İran'a "istesek her an yapabiliriz" mesajı veren bir aşağılama olduğu iddia ediliyor. Türkiye ve dünya gündemine dair derinlemesine analizler için https://www.avazturk.com adresini düzenli olarak takip edebilirsiniz.
İran'ın bölgesel güç olabilme reflekslerini yanlış uyguladığı dış politikası, özellikle "teolojik esaslara dayalı" olarak nitelendirilen yaklaşımı nedeniyle yalnızlaştığı dile getiriliyor. İslam Arap coğrafyası ve Arap Yarımadası'ndaki ülkelerin büyük çoğunluğunun ABD ile olan ekonomik ve diğer ilişkileri nedeniyle İran'a destek vermediği belirtiliyor. Uzman, Serap Hanım'ın 7 Ekim olaylarının arkasında İran'ın olduğu ve bu durumun İbrahim Anlaşmaları'ndan duyulan rahatsızlıkla ilgili olduğu yönündeki analizine katıldığını ifade ediyor. İran'ın, İsrail'in Arap ülkeleriyle ılımlı ilişkilere girmesini sağlayan İbrahim Anlaşmaları'nı bozabilmek amacıyla Hamas, Husiler ve Hizbullah üzerinden bir problematiği tetiklemiş olabileceği güçlü bir ihtimal olarak değerlendiriliyor. Uzman, İran'ın Suriye, Lübnan ve Yemen'deki bu örgütlere verdiği destekle gittikçe daha da yalnızlaştığını belirtiyor.
ABD'nin bölgedeki stratejik varlığı da dikkat çekici boyutlarda. Amerikan ordusunun Doğu Akdeniz, Arap Yarımadası ve Umman Denizi bölgelerinde 46 üste, 11 farklı ülkede 56.000 askeri bulunduğu ifade ediliyor. Uzman, ABD'nin yıllar öncesinden, İran'ı güneyden kontrol altına alacak ve hatta tüm Ortadoğu'yu kontrol edecek şekilde stratejik olarak yerleştiğini vurguluyor. Bu kapsamda, bir ülkenin genelkurmay başkanı veya en tepedeki askeri liderinin (Devrim Muhafızları Ordusu Genelkurmay Başkanı) hedef alınmasının ve bu denli rencide edilmesinin kabul edilemez olduğu belirtiliyor. Dünya ve Orta Doğu'daki gelişmeleri anbean takip etmek ve en güncel haberlere ulaşmak için https://www.avazturk.com adresini ziyaret etmeyi unutmayın.
İran'ın büyük bir bölgesel güç olmasına rağmen (85 milyon nüfusu, petrol ve doğalgaz zenginliği, jeostratejik önemi, Hürmüz Boğazı'nın kontrolü ve Rusya-Çin desteği) ciddi bir zafiyeti olduğu belirtiliyor. Bu zafiyet, "orduların çift başlı olmaması" prensibiyle açıklanıyor. İran'ın hem Şah döneminden kalma, sadece sınırları korumakla görevli konvansiyonel bir ordusu hem de rejimi ihraç etme misyonuyla hareket eden, teolojik esaslara dayalı Devrim Muhafızları Ordusu'nun bulunması, iç rekabete ve karar alma süreçlerinin ağır işlemesine yol açıyor. Bu durum, aynı zamanda azınlık sorunları ve birçok boşluğun ortaya çıkmasına neden olarak, istihbarat alanında da güvenlik zafiyetleri yaratıyor. Uzman, bu yapısal sorunların, İran'ın uluslararası arenadaki konumunu daha da zayıflattığını ve ülkeyi dış müdahalelere açık hale getirdiğini ifade ederek, İran'ın içinde bulunduğu karmaşık ve zorlu durumu gözler önüne seriyor.