İsrail-İran Savaşı Nereye Gidiyor, Türkiye Nasıl Bir Rol Oynuyor?
Tüm dünyanın nefesini tutarak izlediği İsrail-İran çatışması, bölgeyi ve küresel enerji piyasalarını derinden sarsıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yoğun diplomasi trafiği, İsrail'in yıkıcı saldırıları, İran'ın "ölçülü" misillemesi ve nükleer pazarlıkların..
Ortadoğu, İsrail ile İran arasındaki karşılıklı saldırılarla tansiyonun zirveye çıktığı kritik saatlere tanıklık ediyor. Tüm dünyanın istim üzerinde olduğu bu süreçte, önce İsrail'in İran'ın nükleer çalışmalarının yapıldığı kentleri ve diğer önemli noktaları hedef almasıyla başlayan çatışma, ardından İran'ın Tel Aviv ve İsrail'in bazı şehirlerine yönelik misillemesiyle korkunç bir hal aldı. Savaşın acımasız yüzü, iki ülkenin birbirine verdiği zararı gün yüzüne çıkarırken, gözler Türkiye'nin yoğun diplomasi trafiğine ve uluslararası aktörlerin tutumuna çevrildi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bölgede barışın tesisi için yoğun bir telefon diplomasisi yürütüyor. İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezşkiam, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif gibi Müslüman ülkelerin liderleriyle görüşen Erdoğan, İsrail'in tüm bölgeyi ateş içine çekmeyi amaçladığını vurguluyor. Özellikle Netanyahu'nun saldırılarla nükleer müzakere sürecini sabote etmeye ve dünyanın dikkatini Gazze'deki soykırımdan uzaklaştırmaya çalıştığı tespiti, Ankara'nın bakış açısını net bir şekilde ortaya koyuyor. Türkiye, yıllardır bölgedeki çatışmaların sona ermesi, yayılmaması ve yenilerinin ortaya çıkmaması konusunda tutarlı bir duruş sergiliyor, zira yanı başında yaşanan her gerilimin hem bölgeye hem de kendisine maliyetini iyi biliyor. Bu noktada, daha fazla derinlemesine analize ulaşmak için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Profesör Mehmet Şahin'in ifadelerine göre, İsrail'in saldırganlığı konusunda uluslararası alanda beklenen inisiyatifin alınmaması, hatta başta ABD olmak üzere önemli ülkelerin İsrail'in yanında hizalanması, Türkiye'nin arabuluculuk rolünü daha da önemli kılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Gazze meselesiyle de bağlantılı olarak Pakistan'ı da sürece katarak gerçekleştirdiği bu görüşmeler, sadece İran saldırısının ötesinde, İsrail'in yayılmacı politikalarının bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Dr. Bilgehan Alagöz de Türkiye'ye düşen bu misyonun, bölgenin en önemli devletlerinden biri olarak İran ile İsrail arasındaki doğrudan çatışma halinin dindirilmesi açısından hayati olduğunu belirtiyor.
İsrail'in Maksimalist Politikaları ve Bölgesel Tehdit Algısı
İsrail'in politikaları, maksimalist ve yayılmacı bir nitelik taşıyor. Filistin ve Gazze'deki yıllardır süregelen saldırganlıkların yanı sıra, Suriye'deki varlığını kendi güvenliği adına sürdürme çabaları da İsrail'in bölgedeki hedeflerini gözler önüne seriyor. İsrail'in İran'ı varoluşsal bir tehdit olarak görmesi ve nükleer programa ilişkin endişeleri, aslında daha büyük bir projenin parçası olarak tüm bölge ülkelerini etkileyebilecek yayılmacı bir politikanın işareti olarak okunabilir. Bu sadece siyasetçilerin değil, tarihsel olarak İsrail'den yapılan açıklamalar ve hedefler doğrultusunda ortaya konan bir gerçeklik. Bu bağlamda, İsrail'in saldırgan tavrının ardındaki stratejileri anlamak için https://www.avazturk.com gibi platformlardaki uzman yorumları faydalı olabilir.
Prof. Dr. Ece Babacan'a göre, İsrail'in bu saldırgan faaliyetleri, Gazze'deki dikkatleri başka yöne çekme amacı taşıyor olabilir. Bu durum, bölge ülkeleriyle itidal çağrısının yapılmasını ve İsrail'in politikalarında daha temkinli olması için dışarıdan tepki gelmesini zorunlu kılıyor. Özellikle İsrail'in bölgedeki jeopolitik hakimiyetini sürekli olarak sürdürme meselesi, Suriye'den Lübnan'a kadar benzer sorunları tetikliyor ve Türkiye ile ilgili değerlendirmelerinde de yayılmacı bir politika izlediği görülüyor.
İran'ın Durumu ve "Ölçülü" Karşılık Meselesi
İran'ın İsrail saldırısına karşı verdiği karşılık, uluslararası kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Mehmet Şahin, İran'ın istediği kadar tepki veremediğini, dış politikasının en az %50'sinin propaganda olduğunu ve halkın tepkisinin bundan kaynaklandığını belirtiyor. İsrail'in üst düzey komutanları yok etmesi ve hava sahasını istediği gibi kullanması, İran'daki rejimin söylemine yakışmayan bir maliyet olarak görülüyor. İran'ın bu savaştan kaçınmak istediği, İsrail ve arkasındaki ABD gibi kümelenmelerle doğrudan karşı karşıya gelmekten uzak durmaya çalıştığı ifade ediliyor. Buna rağmen, İran'ın son saldırıda Tel Aviv ve Kudüs gibi şehirlere füzeler atması, kontrollü bir misilleme olarak değerlendiriliyor, ancak İsrail'in canını acıtacak boyutta bir sonuç doğurmadığı iddia ediliyor. Bu konudaki çeşitli yorumlara ve karşılaştırmalı analizlere https://www.avazturk.com üzerinden ulaşabilirsiniz.
İran'ın stratejik ve askeri aklını hedef alan Süleymani suikasti, Fahrizade suikasti ve Suriye'deki üst düzey komutanların öldürülmesi gibi operasyonlar, İran'ın ciddi açıklar yaşadığını gösteriyor. Mithat Ferhat Dur'un ifadesiyle, bugüne kadar vekalet savaşları şeklinde yürüyen çatışma, artık doğrudan İran toprağına taşınmış durumda. İran'ın istihbarat anlamında "delik deşik" bir ülke olduğu, Mossad'ın ülkenin içine sızarak üst kurduğu ve karar verici komutanları hedef aldığı belirtiliyor. Bu durum, İran halkının yönetime karşı da öfkesini artırıyor.
Nükleer Program ve Uluslararası Pazarlıklar
İran'ın nükleer programı, uzun yıllardır bölgedeki gerilimin ana kaynaklarından biri. 1984'ten beri İsrail ve ABD medyasında "İran atom bombası üretiyor" iddialarının gündeme gelmesi, bu konunun bir propaganda aracı olarak kullanıldığını gösteriyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) raporları, İran'ın uranyum zenginleştirme oranlarının "dehşet verici boyutlarda" olduğunu ve gizli tesislere denetçilerin giremediğini ortaya koyuyor. Bu durum, 2025 Ekim'inde dolacak olan "tetik mekanizması" ile BM yaptırımlarının yeniden devreye girme ihtimalini gündeme getiriyor.
ABD ve İsrail'in İran'dan üç temel talebi olduğu belirtiliyor: Tüm nükleer çalışmaların sonlandırılması, balistik füze üretiminin durdurulması ve Kudüs Gücü'nün dağıtılarak Ortadoğu'dan çekilmesi. Özellikle Fordo'daki nükleer tesis, İsrail'in nüfuz edici bombalar (GBU 57 MOP) ile saldırmak istediği en kritik hedef olarak görülüyor. Ancak ABD'nin bu bombaları vermekten kaçınması, meselenin bir pazarlık unsuru olduğunu düşündürüyor. Bu tür uluslararası ilişkilerdeki karmaşık dinamikleri anlamak için https://www.avazturk.com gibi platformlardaki analist yorumları oldukça faydalı olabilir.
Askeri Güç Dengeleri ve Çatışmanın Şiddeti
İran ve İsrail arasındaki askeri güç karşılaştırmaları, nicelikten ziyade niteliğin ve kullanılan doktrinlerin önemini gösteriyor. İran'ın 610.000, İsrail'in ise 170.000 askeri personeli olsa da, bu rakamlar tek başına belirleyici değil. İsrail'in 19 milyar dolarlık savunma bütçesi (İran'ın 7.4 milyar dolarına karşılık) ve teknolojik üstünlüğü, hava kuvvetleri ve yedek personel kapasitesiyle dikkat çekiyor. İsrail'in F-35, F-16 gibi modern savaş uçakları kullanması, İran'ın hava savunma sistemlerini (Demir Kubbe gibi) zorluyor. Demir Kubbe, yoğun füze saldırılarında %100 etkili olamasa da, füzelerin önemli bir kısmını etkisiz hale getirme kabiliyetine sahip.
Hayfa ve Kuzey İsrail'e yönelik yoğun füze saldırıları, İran'ın "ben de vurabilirim" mesajını veriyor. Özellikle Hayfa Körfezi'ndeki petrol tesislerinin vurulması, stratejik bir önem taşıyor ve İran'ın "eğer benim enerji altyapımı vurursan, Hürmüz'ü kapatırım" tehdidini akıllara getiriyor. Ancak Hürmüz Boğazı'nın kapatılması, Çin gibi İran'ın önemli ticaret ortaklarını da olumsuz etkileyeceği için pek olası görülmüyor.
Uluslararası Tepkiler ve Gelecek Senaryoları
ABD Başkanı Trump'ın Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde İsrail-İran savaşının sonlanması gerektiği konusunda hemfikir olduğu açıklaması, diplomasi trafiğinin yoğunluğunu gösteriyor. Ancak Trump'ın bir yandan İran'a "metiyeler düzüp" diğer yandan İsrail'in saldırganlığını desteklemesi, "Trumpyahu" adı verilen karmaşık bir dinamiğe işaret ediyor. Türkiye'nin yanı sıra, Umman ve Rusya da arabuluculuk rolü için öne çıkıyor. Bu kritik dönemde, uluslararası aktörlerin atacağı adımlar ve olası anlaşma senaryoları, savaşın seyrini belirleyecek. Bu karmaşık diplomatik süreçler ve potansiyel sonuçlar hakkında detaylı analizler için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Pek çok analist, iki gündür yaşananların ardından bir yumuşama ve anlaşma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyor. İsrail'in, İran'ın nükleer programına ve balistik füze yeteneklerine "yıllarca gecikmelere yol açacak" ciddi zararlar verdiğini ve hedeflerine ulaştığını belirtmesi, bir anlaşmanın yolunu açabilir. İran'ın ise rejim değişikliği değil, dönüşüm süreci yaşadığı ve ekonomik baskılar ile uluslararası izolasyon nedeniyle bir "uyumlanma" sürecine girebileceği öngörülüyor. Bu dönüşüm, Hatemi ve Musavi dönemlerindeki reformist çizginin yeniden canlanması anlamına gelebilir.
Ancak bu dönüşüm gerçekleşmezse veya çatışma daha da tırmanırsa, Ortadoğu'da çok daha farklı ve kaotik durumlarla karşı karşıya kalınabilir. "Büyük Ortadoğu Projesi" bağlamında, Afganistan'dan Fas'a kadar 18 ülkenin rejim ve sınırlarının değişimi hedefi, bölgedeki her çatışmanın daha geniş bir fotoğrafın parçası olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda, İran'ın iç dengeleri (Azeriler, Kürtler, Beluçlar, Araplar) ve bölgesel rekabetleri de göz ardı edilmemeli.
Görünen o ki, Ortadoğu için kritik bir gece yaşanıyor. Taraflar birbirlerine verebilecekleri zararı en üst düzeye çıkarmaya çalışırken, uluslararası diplomasinin sahada yaratacağı etki merakla bekleniyor. Türkiye'nin barış ve itidal çağrıları, bölgedeki ateş çemberinin daha da büyümemesi için hayati bir rol oynamaya devam ediyor. Bu gelişmelerin tüm detayları ve olası senaryoları, önümüzdeki saatlerde daha net bir şekilde ortaya çıkacak. Özellikle bölgedeki mevcut gerilimin nedenleri ve Türkiye'nin oynadığı role dair kapsamlı bilgilere ulaşmak için https://www.avazturk.com gibi güvenilir kaynakları takip etmek önemlidir.