İsrail'in Gizli Hayali Gerçekleşirken: Ortadoğu ve Türkiye'de Çalkantılı Günler!

İsrail'in Gizli Hayali Gerçekleşirken: Ortadoğu ve Türkiye'de Çalkantılı Günler!

Savaş Genç'in YouTube kanalında yayımlanan videoda, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin kaderini derinden etkileyen çarpıcı gelişmeler ele alındı. İsrail'in uzun süreli büyük hayalleri, İran'la artan gerilim ve ABD'nin bu denklemdeki rolü mercek altına alınırken,

Savaş Genç'in YouTube kanalında yayımlanan videoda, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin kaderini derinden etkileyen çarpıcı gelişmeler ele alındı. İsrail'in uzun süreli büyük hayalleri, İran'la artan gerilim ve ABD'nin bu denklemdeki rolü mercek altına alınırken, Türkiye'de ise Ekrem İmamoğlu davası üzerinden yargının siyaset üzerindeki etkisi ve çok partili hayatın geleceği üzerine kritik değerlendirmeler yapıldı.

İsrail'in Büyük Hayali ve İran Gerilimi

İsrail'in çok uzun senelerdir bugünün hayalini kurduğu belirtiliyor. Bu hayal, Ortadoğu'daki dengeleri değiştirmek, Filistinliler üzerindeki baskıyı artırmak ve nüfus ekseninde de dengeyi Filistinlileri göçe zorlayarak değiştirecek hamleler yapmak olarak sıralanıyor. Ancak, İsrail'in en büyük hayali bunlarla sınırlı değilmiş; asıl hedef, İran'ın bölgede irtibat içinde olduğu tüm birlikleri, grupları, çeteleri ve oluşumları yok etmek. Bu unsurların desteği çekilip etkisiz hale getirildikten sonra ise İran'a karşı savaş açmak veya İran'ı vurmak amaçlanıyor.

İran'ın vurulmasının İsrail'e birkaç stratejik kazanç sağlayacağı ifade ediliyor: özellikle nükleer tesisler gibi stratejik noktaların vurulmasıyla muazzam bir askeri üstünlük elde edileceği düşünülüyor. İsrail'in ve hemen hemen her İsraillinin en büyük korkularından biri, İran'ın atom bombasına veya nükleer silahlara sahip olma ihtimaliydi. Bu ihtimali ortadan kaldıran bir "kahraman" rolüne girmek isteyen Netanyahu'nun, İsraillilerin gönlünde destek bulacağı, seven sevmeyen herkesin bunu destekleyeceği belirtiliyor.

Peki, bu büyük hayalin neden bugün gerçekleştiği sorusunun yanıtı ise çok basit: dünyada birçok şeyi izah ettiği gibi, Türkiye'deki tutuklamaları ve rejimin artan otoriterleşmesini de açıklayan bir numaralı sebep, Amerika'daki yönetim değişikliği. Trump döneminin bir fırsat olarak görüldüğü ve işler kötü giderse Amerika'nın desteğinin geleceği beklentisi olduğu vurgulanıyor. Netanyahu'nun, bu hamleyle içeride inanılmaz bir şekilde dokunulmazlık zırhını artırdığı ve her İsraillinin nefret objesi olan İran'ı vurarak siyasi ömrünü uzattığı ifade ediliyor. Ancak, operasyon sırasında verilecek zayiatın, Netanyahu'nun siyasi ömrüyle doğru orantılı olacağı ve İsraillilerin aşırı zayiat durumunda "başımıza bu işleri sen açtın" diyebileceği ihtimali de dile getiriliyor.

Batı'nın İkircikli Tavrı ve İran'ın Karşı Hamlesi

İran'ın nükleer silah sahibi olma ihtimalini veya tehdidini batılı her başkentte satabileceğiniz belirtiliyor. Batılı başkentlerden gelen tepkilere bakıldığında, ifadelerin genellikle "savaşa karşıyız, diplomatik yollar soruşturulmalı" şeklinde başladığı, ancak hemen ardından "İsrail'in yaşam hakkını önceleyen her türlü oluşuma, girişime destek veriyoruz" şeklinde devam ettiği dikkat çekiyor. İran'a yönelik saldırıları kınayan yok denecek kadar az. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri'nin Saddam'ın olmayan kimyasal silahlarını bile birçok batılı başkentte satmayı başardığı dönemi akla getiriyor. O dönemde Almanya'daki Schröder hükümeti ve Fransa (Mitterrand döneminde) bu yalanlara inanmamış ve Irak'ın işgalinin gayrimeşru olduğunu ifade ederek Amerika'nın yanında yer almamışlardı.

Bugün ise, İran'a saldıran yekpare bir Batı olmasa da, İsrail'in saldırılarını görmezden gelen, tolere eden, belli bir süre bu duruma izin veren batılı başkentler olduğu belirtiliyor. Bu başkentler, İran'ın müzakerelerde zaten çok fazla zorluk çıkardığı gibi düşüncelerle İsrail'in yanında durmaya çalışıyor.

Ancak burada önemli bir nokta var: İran, Birleşmiş Milletler gözlemcilerini ülkesine davet etmiş ve nükleer silahsızlanma anlaşmasına imza atmıştı. İsrail ise bu her ikisini de yapmadı. Yani İsrail'in bir atom bombası veya nükleer tesisi olup olmadığı resmen bilinmiyor, Birleşmiş Milletler denetçilerinin oraya giremediği ve İsrail'in bu anlaşmaya imza atmadığı vurgulanıyor. Bugün itibarıyla İran'ın bir karşılık olarak, meclisten geçmesi halinde nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasından çekileceklerini ifade eden bir yasa tasarısı sunduğu belirtildi. Bu hamle, İsrail'in diplomatik gelişmelerin önünü kapatmasına bir tepki olarak görülüyor. İran, "biz saldırmadık, İsrail saldırdı, biz karşılık veriyoruz; İsrail durduğu zaman biz de duracağız" kartını oynuyor. Bu durum, genel batı kamuoyunda İran'a artı puan kazandıran bir hamle olarak değerlendiriliyor.

Videoda ayrıca, İran'da çok ciddi bir yıkım olduğu, üst düzey yöneticilerin (Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, istihbarat aktörleri) öldürüldüğü ve İranlı yöneticilerin kendi canlarından endişe ettiği belirtiliyor. Zira, İran'ın içinin İsrail ajanlarının cirit attığı bir ülkeye dönmüş durumda olduğu ifade ediliyor. Bu durum, otoriter rejimlerin kendi halkını ezebilen ancak dış tehditler karşısında çok da fazla bir şey yapamayan, güvenlik zafiyetleri olan rejimler olduğunu gösteriyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin ise USS Limit uçak gemisini Ortadoğu'ya yönlendirdiği, bunun tedbiren, İsrail'in kötü vurulması durumunda İran'ı daha yakın mevzilerden vurmak veya İran'a tehdit oluşturmak için yapıldığı düşünülüyor.

Türkiye'de Yargı Eliyle Muhalefet ve Çok Partili Hayatın Sonu

Gündem, Türkiye'nin değişmeyen konusu Ekrem İmamoğlu davasına geliyor. İmamoğlu'nun, İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek'e hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandığı, ancak İmamoğlu'nun çok etkileyici bir savunma yaparak, "Bu bir yargılama değil cezalandırmadır" dediği aktarılıyor. Videoda bu sürecin, yargı eliyle muhalefetin cezalandırılma süreci olduğu belirtiliyor. Erdoğan'ın, seçim kazanan ve potansiyel liderliğe yükselen, kendisini sandıkta yeneceği garanti olarak görülen muhalifleri bastırmak için yargıyı kullandığı iddia ediliyor. İmamoğlu'nun da "İstanbul'u kazanan Türkiye'yi kazanır diyen zihniyete karşı üç seçim kazandığımız için buradayım" diyerek, Saray'ın korku ve endişesini net bir şekilde gördüğünü ifade ettiği belirtiliyor.

Türkiye'de çok partili hayatın de facto bitirildiği yorumu yapılıyor. Birinci partiye kayyım atanması veya milyonlarca imzayla aday gösterilen bir siyasetçinin hapse tıkılması durumunda çok partili hayatın bitirildiği söylenebilir. Küçük partilerin, rejimi meşrulaştıracak bir kalabalık fotoğrafı vermeleri halinde siyasete devam edebilecekleri, ancak liderliğe oynayanların üzerine yargıyla gelen bir rejim olduğu ifade ediliyor. Yerel seçimlerde kısmen demokrasi varmış gibi bir fotoğraf ortaya çıktığı, ancak iktidar değişikliği söz konusu olduğunda rejimin çok sert bir tavır sergilediği vurgulanıyor. İmamoğlu'nun "sesim yasak, resmim yasak ama beni halkın kalbinden silemeyeceksiniz" sözleri de bu tabloyu pekiştiriyor.

İlginç bir gelişme olarak, DEM Partisi'nin İmamoğlu'nu ziyaret için Adalet Bakanlığı'na başvuru yaptığı belirtiliyor. Normalde bu hadiseye mesafeli duran DEM Partisi'nin bu adımı, ya çok fazla eleştiri almış olmaları ya da Erdoğan ve MHP ile yürüttükleri (Öcalan süreci olarak adlandırılan) görüşmelerin çıkmaza girmesi halinde "biz bunu sizinle halledemezsek, seçilme ihtimali olan başka biriyle de halledebiliriz" mesajı vermek istemeleri olarak yorumlanıyor. DEM Partisi tabanının, İmamoğlu'nun tutuklanma sürecine suskun kalmasından memnun olmadığı tahmin ediliyor. Zira, Kürtlerin sadece bazı haklar alarak mutlu olamayacaklarını ve tüm Türkiye demokratikleşmedikçe tatmin olmayacaklarını en iyi bilen kesimin DEM Partisi seçmeni olduğu vurgulanıyor. Türkiye'de önemli belirleyici unsurlardan birinin Erdoğan aşkı, diğerinin ise Erdoğan karşıtlığı/nefreti olduğu ve DEM Partisi seçmeninin kimliğinin nerede durduğunu çok iyi bildiği ifade ediliyor.

Yargının Türkiye'de işlemediğine son bir örnek olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin açıklaması veriliyor. CHP, AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı adına kiralanan 42 aracın, mevcut belediye başkanı olmayan Binali Yıldırım'ın emrine tahsis edildiğini belgeleriyle ortaya koymuş ve buna dava açabilecek bir savcı olup olmadığını sormuş. Bu durum, yargının işlemediğini, saray ve yandaşlarına farklı, muhaliflere farklı davrandığını, ülkeyi kutuplaştırdığını ve kitlelerin sisteme olan inancını öldüren bir sistem olduğunu net bir şekilde gösterdiği belirtiliyor.