Korkulan Senaryo Devrede: Ortadoğu'dan Yükselen Ateş Küresel Ekonomiyi Nasıl Sarsacak?
İran-İsrail gerilimi dünya ekonomisini nasıl etkiliyor? Uzmanlar, sıcak çatışmaların ötesinde küresel bir sistem değişikliği ve ekonomik dönüşümün sancılarını işaret ediyor. Türkiye'nin kırılgan ekonomisi bu fırtınadan nasıl etkilenecek? Detaylı analiz.
Ortadoğu'da tırmanan tansiyon, dünya genelinde büyük bir endişe dalgasına yol açarken, İran ve İsrail arasındaki son gelişmeler, küresel ekonomiyi derinden etkileyecek yeni bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanıyor. SÖZCÜ Televizyonu analistleri, bu durumu sadece kısa vadeli bir gerilim olarak görmek yerine, dünya ekonomisinin içinde bulunduğu genel durum, Amerika'nın borçluluğu, küresel ekonomik aktivitedeki değişimler ve finansal sistemdeki paradigma kayması gibi daha büyük bir fotoğrafın parçası olarak değerlendiriyor. Mevcut kapitalist düzenin değiştiği ve bu değişimin sancılarının tüm dünya tarafından çekildiği bir tablonun içinde olduğumuz vurgulanıyor. Dünya tarihinde, ekonomilerin böylesine bozulduğu yapıların ardından savaşlar, daha büyük ekonomik krizler ve sonrasında da sistemin yeniden şekillendirildiği dönemler yaşandığı belirtiliyor.
Kısa vadede ise hem İran hem de İsrail'in kendi kamuoylarına ve dünyaya "biz güçlüyüz" mesajı verme çabası içinde olduğu gözlemleniyor. Eski ABD Başkanı Trump'ın tehditkar söylemlerinin ardından hiçbir şey yapmadan geri çekilmesinin zayıflık olarak algılanabileceği bir ortamda, son bombeli hamlesini yapıp "artık barış zamanı" mesajı vermesi kritik bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. İran'ın Birleşmiş Milletler'i acil toplantıya çağırması da bu sürecin bir parçası. Ancak analistler, Trump'ın barış çağrısının ardından İran'ın vites artırma kapasitesinin tartışmalı olduğunu dile getiriyor. İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidinin kalıcı bir risk olduğu ancak bunu uygulama kapasitesinin, arkasındaki ülkelerin ekonomik tablosunu da olumsuz etkileyeceği için sorgulanabilir olduğu ifade ediliyor. Sıcak söylemler ve karşılıklı misillemeler devam etse de, İran'ın ne kadar dayanabileceği konusunda şüpheler bulunuyor; kısa vadede bir ateşkesin muhtemel olduğu öngörülüyor. Bugün oluşacak haber akışlarının piyasaları rahatlatmaması durumunda petrol, altın ve borsalarda dalgalanmalar yaşanabileceği, Pazartesi günkü gelişmelerin belirleyici olacağı belirtiliyor. Ekonomik parametreler açısından çatışmanın sürdürülmesinin hiçbir taraf için mantıklı olmadığı, hem Amerika'ya hem İran'a hem de dünya ekonomisine zarar vereceği bu nedenle tarafların uzlaşıya yöneleceği düşünülüyor.
Ancak ne yazık ki, dünyayı yönetenlerin her zaman mantıklı adımlar atmadıkları da acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Analistler, kişisel çıkarların ve hırsların devlet akıllarının önüne geçebildiğini, insan hayatının kaybolmasının, toprakların yok edilmesinin ve göçlerin belirli güçlerin umurunda bile olmadığını üzülerek belirtiyor. Bu durumun sadece İran-İsrail savaşı üzerinden okunmaması gerektiği, Ortadoğu'da büyük bir projenin devrede olduğu ve Irak, Suriye, Libya, Lübnan hatta Mısır'ın pasifize edilip kontrol edilebilir hale getirildiği, bu aşamanın sonunda İran'ın da benzer şekilde tasarlanmak istendiği iddia ediliyor. Elbette bu sürecin bugünden yarına bir rejim değişikliği ya da İran'ın paramparça edilmesi gibi hızlı bir sonuçla tamamlanması beklenmiyor. Ancak bu yeni teknolojik gelişmeler ve dünya ekonomilerinin içinde bulunduğu durumla birlikte, https://www.avazturk.com gibi güvenilir platformlarda da yer alan haber ve analizlerde sıkça bahsedildiği gibi, bu savaşların ve çatışmaların sadece Ortadoğu'da değil, dünyanın birçok yerinde tekrar tekrar görüleceği bir döneme girildiği çok açık bir şekilde önümüze koyuluyor. Dünya ticaretinin daralması ve küresel ekonomik hacmin küçülmesi, bu tablonun önemli ekonomik yansımaları olarak öne çıkıyor.
Bu küresel fırtına, Türkiye gibi ekonomisi çok kırılgan ülkeleri de derinden etkiliyor. Analistler, Türkiye'nin sıcak paraya ve dışa bağımlı bir ekonomik yapıya sahip olması nedeniyle "dünyada birisi hapşırsa biz nezle oluyoruz" benzetmesiyle durumu açıklıyor. Yıllardır doğrudan yatırımdan ziyade sıcak parayla dönen bir ekonomik modelin Türkiye'nin risk primini artırdığı, sermaye çekmek için daha çok bedel ödediği ve bu bedelin vatandaşa ödetildiği vurgulanıyor. Enflasyonist etkilerin Türkiye'de bitmesinin çok zor olduğu, zira sistemsel bir problem yaşandığı, bu sistem probleminin ekonomiyi düzeltmek veya enflasyonla mücadele etmek yerine, ekonomik çıkmazı artırarak halkın alım gücünü daha da düşürdüğü belirtiliyor. Türkiye'de benzin ve motorin fiyatlarının tarihte görülmemiş seviyelere ulaşması, bu tablonun somut bir göstergesi olarak sunuluyor. İçeride siyasi karışıklıklar ve yanlış ekonomik adımlarla boğuşulurken, yanı başımızdaki Ortadoğu'da yaşanan bu savaşın olumsuz etkileri katlanarak hissediliyor. Doları baskılayan, dışarıya faiz transfer eden ve sadece finansal yönetim üzerinden ilerlemeye çalışan mevcut politikaların, bu tarz jeopolitik şoklar karşısında ülkeyi daha da çıkmaza soktuğu ve Türkiye'nin bu tablolardan en çok bedel ödeyen ülkelerin başında geldiği ifade ediliyor. Sanayi üretimindeki daralma ve işsizlikteki ciddi artış gibi ekonomik veriler de tablonun vahimiyetini ortaya koyuyor. Üretimden ziyade tüketimle ekonomiyi ayakta tutmaya çalışan bu modelin sürdürülebilir olmadığı, ancak hatalı politikada ısrar edildiği belirtiliyor.
Peki, bu karmaşık ve gergin atmosferde küresel ekonomiyi ve Türkiye'yi bekleyen asıl büyük sürpriz ne? Analistler, ABD, İsrail ve İran'ın her ne kadar "güçlüyüz" ve "krizi kontrol ediyoruz" mesajları verse de, nihayetinde bu krizin çözüleceğini öngörüyorlar. Ancak bu çözümün, dünya üzerindeki diğer aktörlerin devreye girmesiyle gerçekleşeceği ve bu olayın sadece bir başlangıç olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Uzmanlar, Mehmet Şimşek yönetimindeki ekonomi politikalarının doları geçici olarak tutma çabası içinde olduğunu, ancak günü kurtaran bu politikaların kalıcı sorunlar yarattığını ve günün sonunda doların "patlayıp gideceğini", bunun bedelinin ise çok daha büyük bir enflasyonist fırtınayla ülke olarak ödeneceğini vurguluyor. Türkiye'nin iç cepheyi sıklaştırma çabası içinde olmasına rağmen, hukuk mekanizmasının herkesin vicdanını rahatlatacak şekilde işlemediği, konuşanların sürekli eleştiriye maruz kaldığı ve ülkenin dışarıyı doğru okuyamadığı bir yapı içinde olduğu eleştirisi yapılıyor. Türkiye, bu kısır döngü içinde boğuşurken, dünyadaki bu gergin atmosferin baskısı altında kalmaya devam edecek. Asıl büyük gerçek ise, bu krizin, sistemin kökten değiştiği, dünya ekonomilerinin sancılar içinde kıvrandığı ve savaşların, çatışmaların sadece Ortadoğu'da değil, küresel ölçekte bir "yeni normal" haline geldiği büyük dönüşümün yalnızca bir halkası olduğu!