Makası açan, insicamı bozan hareketler bunlar!

Meseleleri halının altına süpürmek, o meselenin çözüldüğü anlamına gelmez. Ve hatta zamanla daha da büyüyen meseleleri süpürebileceğiniz alanı, yüzleşmeye cesaret edemediğiniz küçük küçük meselelerle doldurmuş olursunuz.

Zannedersem son dönem AK Parti’de sezinlenen insicam bozulmasının temel kaynağı da bu. Parti aklı, “makul uzlaşı” ve “ılımlı yaklaşım” adı altında hem tabanla hem de partinin kurucu aklı ve elde ettiği başarıların mimarı Erdoğan’la arasındaki makasın açılmasını tetikleyen bir çok anlam verilemeyen tavır sergiledi.

Aslında bu insicamın bozulma süreci 7 Haziran seçimleriyle başladı. Seçimlerde çıkan tablo, partide bir panik oluşturunca, farklı eğilimlere mesaj vermek maksadıyla olsa gerek; CHP ile koalisyonu önemli bir seçenek olarak yatırıldı masaya. Oysa AK Parti’yi var eden ve elde ettiği başarıları tetikleyen psikoloji, CHP zihniyetiyle mücadele söylemiydi. Bu gerçeği göz ardı eden Davutoğlu ve kurmayları, Erdoğan’ın tüm mesajlarına rağmen, CHP ile koalisyonu denenebilir bir seçenek olarak masaya yatırdı.

Nihayet CHP’den daha fazla sarf edilen efora rağmen, bu seçenek, CHP’nin kendi duruşundan ödün vermemesi üzerine ortadan kalktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasadan aldığı yetkiye dayanan seçim kararı ve seçim hükümeti süreci, CHP’nin “makul uzlaşı” arayışları için ne kadar yanlış bir adres olduğu tezlerini güçlendiren verileri de beraberinde getirdi.

Ülke 1 Kasım’da, bir yandan artan terörü, diğer yandan CHP zihniyetinin yeniden iktidara ortak olma ihtimalini kökten ortadan kaldırmak için yüzde 50’ye ramak kalan bir oranla AK Parti dedi. İşin açığı, milletteki bu yönelimin psikolojik arka planında, bilhassa koalisyon arayışları sırasında ortaya çıkan Erdoğan ve AK Parti arasındaki insicamı onarma hamlesi de vardı. AK Parti yönetimi bunu okuyup ona göre bir strateji belirlemek yerine, Parti yönetimindeki kimi kurmayların danışmanlarının, Erdoğan’ı hedef alan pervasız söylemlerine esir düştü. Bu danışmanların, “7 Haziran’ı Erdoğan’ın sahaya inişine bağlayıp, 1 Kasım’ı da Erdoğan’a rağmen kazandıkları” yönündeki sohbetlerine müdahil olunmaması, bu meselenin halı altına süpürülmesi, zamanla hem Erdoğan hem de Davutoğlu tarafından ikrar edilen “Devlette iki başlılık” çıkışlarının, sistemdeki tıkanıklığın yanındaki diğer arka planını oluşturdu.

BİNALİ YILDIRIM’IN ATAMA LİSTESİNE BLOKAJ

12 Eylül’de yapılan AK Parti Kongre sürecinde Binali Yıldırım için atfedilen rolü hepiniz bilirsiniz.

Binali Yıldırım’ın, alternatif bir liste oluşturduğu, Davutoğlu’nun MKYK listesini Erdoğan’la birlikte yapmayı reddetmesi durumunda, Yıldırım’ın topladığı 900’ü aşkın imza ile aday olacağı, dönemin Gençlik Kolları Başkanı Abdürrahim Boynukalın’ın Gençlik Kolları Başkanlarını arayıp Yıldırım’a imza vermemesi telkininde bulunduğu, yazıldı, çizildi ve söylendi..

İşte o Binali Yıldırım’ın, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı kadroları için hazırladığı atama kararnamelerinin Başbakan Davutoğlu tarafından imzalanmadığı ve blokaja uğratıldığı somut bir gerçek. Üstelik benzer uygulamanın, Erdoğan’a yakınlığı bilinen Bakanlar için de sergilendiği iddia ediliyor.

Spesifik olarak bunu “Devlette iki başlılık” serzenişleri ile bir arada okuduğumuzda, yazımın girişinde işaret ettiğim “insicam bozulmasının” altını dolduran bir gelişme olarak değerlendirmek mümkün.

Diyelim ki bunlar siyasi yönetim anlayışındaki farklılığın doğal sonuçları…

Ya AK Parti’nin sokakla etkileşiminde yaşanan durağanlık, terörle mücadele ve önlemler konusunda Erdoğan ile hükümet arasındaki teskin ayrılıklar, Erdoğan’ın ısrarla vurguladığı Yerli ve Milli Anayasa talebinin Davutoğlu ve kurmayları nezdinde “Sivil Anayasa” parantezine hapsedildiği izlenimi, Erdoğan’ın Başkanlık ve Anayasa için halkı işaret etmesine karşın Davutoğlu ve kurmaylarının masayı terk eden CHP’yi yeniden masaya döndürme çabaları… Bütün bunlar siyasette yöntem farkından çok, AYM kararı sonrasında açık bir biçimde ortaya çıkan “makas açılmasının” sadece tabanla değil Erdoğan’la da yaşandığının işaretleri.

Davutoğlu ve kurmaylarının, Erdoğan’ın “çözüm sürecinin Kürt sorunu parantezine hapsedilmesinde maksadın farklı olduğu” yönündeki keskin açıklamalarının hemen akabinde, Milli Birlik ve Kardeşlik diye tanımladıkları ve yine “Kürt Sorunu parantezine hapsedilen” Master planı, şaşaalı bir törenle kamuoyuna açıklaması, yöntem farkından öte zihniyet çatışması değil mi?

Bu meseleler, halı altına süpürülerek enterne edilecek meseleler değil.

Bunlar, Yeni Türkiye ve 2023-2050-2071 vizyonlarının başarıya ulaşması için gerekli bütünlüğü bozacak kronik meseleler.

Erdoğan’ın Cerattepe üzerinde oynanan oyuna yönelik kullandığı “Yavru Geziciler” söylemini, Davutoğlu’nun yargı kararı olmamasına karşın, oradaki çalışmaları teslimiyetçi bir anlayışla durdurması, “makul uzlaşı” ve “ılımlı politika” hedefinin bir sonucu mu zannediyorsunuz.

Tamamı “Erdoğansız bir Türkiye” için “Erdoğan’ı yalnızlaştırma projesinin” birer parçası olan muhalif kalkışma ve saldırılara teslim olan adımları ne “uzlaşı” ne de “ılımlılıkla” açıklamak mümkün.

Tıpkı Erdoğan’ı hedef alan bir Casusluk faaliyetinin faillerine yönelik başından sonuna kadar siyasi karar alan AYM’ye saygı duyulup, verdiği siyasi kararın sevinçle karşılanmasını “yargıya saygı” ve “tutuklu yargılamaya karşı olma” sarmalında açıklamak mümkün olmadığı gibi.

mail: zihnicakir@gmail.com

twitter: @zihnicakir

facebook.com/cakirzihni

Önceki ve Sonraki Yazılar