Müflis Bir Devlet mi Oluyor?

Müflis Bir Devlet mi Oluyor?

Medyascope TV ekranlarında Ruşen Çakır, tüm dünyanın geleceğini merakla beklediği İran'ın iç dinamiklerini, bölgesel konumunu ve uluslararası güçlerin hedeflerini derinlemesine analiz ediyor. Ülkenin 'müflis devlet' statüsüne doğru ilerleyip ilerlemediği

Merhaba değerli okuyucularımız ve Ortadoğu'nun nabzını tutan kıymetli takipçilerimiz! Bugün sizlere, Medyascope TV ekranlarında usta gazeteci Ruşen Çakır'ın son derece dikkat çekici ve ufuk açıcı yorumlarından derlediğimiz, bölgenin en kritik ülkelerinden biri olan İran'ın geleceğine dair çarpıcı bir analizi sunacağız. İran, hem ülke içinde yaşayan vatandaşları hem de ülke dışında gurbette olanlar için büyük bir endişe kaynağı haline gelmiş durumda. Rejimin ayakta kalıp kalmayacağı, İslami rejimin akıbeti, tüm dünyanın merakla beklediği bir soru işareti olarak beliriyor. İsrail'in hedefinin İran'daki bu rejimi devirmek olduğu konuşulurken, Amerika Birleşik Devletleri'nin olası müdahalesiyle bu hedefin daha da belirginleşeceği düşünülüyor. Ancak Ruşen Çakır'a göre, bu tartışmaların odağında gözden kaçan çok daha derin bir gerçek var.

Ruşen Çakır, ABD'de yaşayan ve dünyanın önde gelen İran uzmanlarından Vali Nasr ile yapılmış bir röportaja atıfta bulunarak, hedefin yalnızca mevcut devrimi yıkmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda İran'ı ortadan kaldırmak ya da ülkeye çok ciddi zararlar vermek olduğunu vurguluyor. Şu anki duruma bakıldığında, İran'ın başta askeri olmak üzere birçok stratejik noktasına ve altyapısına yönelik çok ciddi saldırılar söz konusu. Bu tablo, Ruşen Çakır'ın zihnine "failed state" yani "başarısız devlet" kavramını getiriyor. Çakır, bu terimin yaygın çevirilerini ("başarısız devlet" veya "çökmüş devlet") yeterli bulmayarak, kendi tercihini "müflis devlet" yani "iflas etmiş devlet" olarak belirtiyor. Ona göre, özellikle Irak örneğinde olduğu gibi, var olan bir devletin artık eski haliyle hem ülke hem de devlet olarak varlığını sürdürememesini en iyi ifade eden kelime bu. Bu durumun sadece Irak'la sınırlı olmadığını, daha önce Lübnan'da da benzer bir "müflis devlet" halinin yaşandığını dile getiriyor. Bir devletin "müflis" olarak nitelendirilmesindeki temel özellikler ise ülkeyi yönetenlerin içeride tam bir egemenlik kuramaması, resmi faaliyetlerin ve devlet işlerinin düzenli yapılamaması ve en önemlisi sınırların kontrol edilememesi olarak sıralanıyor. Lübnan küçük bir örnek teşkil ederken, Irak'ın bu tanıma çok çarpıcı bir örnek sunduğunu ekliyor.

Irak, Amerikalıların Kasım Süleymani'yi kendi topraklarında öldürmesiyle İranlı bir devrim muhafızının önde gelen isminin kendi topraklarında Amerika Birleşik Devletleri tarafından öldürülmesini seyirci olarak izlemesi, Irak devletinin ülkenin her yerini kontrol edemediğinin çarpıcı bir göstergesi olarak önümüze çıkıyor. Yıllardır Irak'ta varlığını sürdüren PKK meselesi de Irak'ın bu kırılgan yapısının bir başka kanıtı. Ardından Suriye'de de benzer bir çöküş yaşandığını ifade eden Çakır, bu tür çöküş olaylarının iki temel unsurunu belirliyor: içerideki karışıklık, rejimin toplumun tamamını kontrol edememesi, kutuplaşma hatta iç çatışmalar ve dış müdahale. Bu olayların hepsini Afganistan, Lübnan, Irak ve Suriye'de gözlemlediğimizi belirtiyor. Peki, İran da benzer bir duruma mı sürükleniyor? Ruşen Çakır'a göre İran'ı, Afganistan, Lübnan, hatta Suriye ve Irak gibi ülkelerle karşılaştırmak pek mümkün değil. İran, çok farklı bir imparatorluk mirasına ve köklü bir devlet geleneğine sahip bir ülke. Şahlık rejimi yıkıldıktan sonra kurulan İslami rejim dahi bu devlet geleneğini büyük ölçüde muhafaza etmiş, var olan devleti bir anlamda İslamileştirmişti. Ancak Ruşen Çakır, işin renginin çok ciddi bir şekilde değiştiğini, aslında İran rejiminin çok daha önceden, 1990'ların sonu ve 2000'li yılların başında kendini yeniden üretemez bir hale geldiğini savunuyor. Rejimin güçlü bir devlet kontrolü sayesinde halka rağmen varlığını sürdürdüğünü, ancak her geçen gün eriyerek devam ettiğini belirtiyor. Bu bağlamda, Muhammed Hatemi'nin iktidara geldiği 1990'lar sonundaki reform hareketinin büyük bir şans olduğunu ve İslam Cumhuriyeti'ni İslam sıfatına dokunmadan demokratikleştirme niyetini taşıdığını, belli ölçülerde laikleştirme eğilimi de olduğunu ekliyor. Ancak bu çabalar ne yazık ki başarıya ulaşamadı ve reformcuların dönem dönem yönetime gelmelerine rağmen etkisiz kaldıkları görüldü. Bu durum, toplumda çok büyük bir hayal kırıklığına ve siyasete ilgisizliğe yol açtı ki bu da seçimlere katılımın son derece düşük olmasıyla kendini gösterdi. Ayrıca, arada yaşanan küçük çaplı sivil ayaklanmaların çok acımasız bir şekilde bastırıldığını da hatırlatıyor. Bu gelişmelerin tümünü ve bölgedeki son durumu daha ayrıntılı incelemek için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz, zira bu süreç bölge için kritik gelişmelere gebe.

Şu anki tabloda, İran'ın İsrail'in ve belki de ABD'nin birlikte çok büyük bir saldırısıyla karşı karşıya kalacağı bir durum söz konusu. Ruşen Çakır'a göre, rejimin içeride kamuoyunu seferber edebilme gücü ne yazık ki zayıf. Evet, rejimi sevmeyen ancak yabancı saldırılara karşı rejimin yanında duracağını söyleyenler muhakkak var. Ancak büyük ölçüde insanlar bu durumu kendi meseleleri olarak görmüyorlar. İran rejiminin yıllarca bölgede uyguladığı "direniş ekseni" politikaları, Lübnan, Filistin, Yemen ve Suriye gibi bölgelere akıtılan paralar, bu uğurda ölen İranlılar; tüm bunlar toplumla rejim arasında çok ciddi bir kopuşa neden olmuş durumda.

İşte bu noktada, Ruşen Çakır, son derece ürkütücü bir sonuca işaret ediyor: Dış güçler, bu kopuşu sonuna kadar kullanmak ve İran'ı da bir Irak gibi, bir Suriye gibi, kendi ayakları üzerinde duramayan, sınırlarını kontrol edemeyen, belki de bölünmüş parçalanmış bir ülke haline getirmek istiyorlar. Ve bu ihtimalin hiç de yabana atılmayacak derecede gerçekçi olduğunu vurguluyor. Eğer rejim ayakta kalamazsa, İran'da Kürtler ve Beluçlar başta olmak üzere birtakım kopuşların pekala yaşanabileceğini belirtiyor. Bu durum, tarihsel olarak çok geniş bir coğrafyayı ve nüfusu kontrol eden İran gibi bir devletin kontrolsüz hale gelmesiyle bölgede çok büyük bir boşluk yaratacak ve Türkiye dahil çevredeki herkesi olumsuz etkileyecek. İran'ın bu duruma düşmesinden faydalanmak isteyecekler olsa da, Ruşen Çakır bunun son derece tehlikeli bir durum olduğunu düşünüyor. O, İran'ın bir şekilde ayakta kalmasını, ancak demokratik ve halkını kazanmış bir yönetimle yoluna devam edebilmesini arzu ettiğini belirtiyor. Ancak bugünün savaş halindeki koşullarında bunun çok zor göründüğünü de ekliyor. Ruşen Çakır, yayınını İranlı büyük düşünür Darius Şayegan'a ithaf ederken, Şayegan'ın 1997'de kendisine söylediği o unutulmaz sözü hatırlatıyor: "Biz bir tünelden çıkıyoruz, ama siz Türkiye olarak o tünele girmektesiniz". Maalesef Şayegan, İran'ın o tünelden çıkışını göremedi. Ve Ruşen Çakır, derin bir endişeyle şu tespiti yapıyor: İran hala o tünelin içinde, ama galiba biz de öyle bir tünelin içerisindeyiz; her geçen gün demokrasiden ve hukuk devletinden uzaklaştıkça kırılgan bir ülke oluyoruz. Sonuç olarak Ruşen Çakır, rejimin ayakta kalıp kalmayacağını bilmediğini ama İran'ın, İslam rejimiyle ya da İslam rejimi olmadan, hızla müflis bir devlet olmaya doğru koştuğunu ve bunun hiç iyi bir şey olmadığını vurguluyor.