Ortadoğu Yangınında Hindistan'ın Zorlu Sınavı: Tarafsızlık Artık Tehlikeli Bir Kumar mı?
İsrail-İran gerilimi ve Gazze'deki insani krizle sarsılan Ortadoğu'da, kendini Küresel Güney'in lideri ilan eden Hindistan, tarihinin en büyük diplomasi sınavıyla karşı karşıya. Eski tarafsızlık politikası, yeni dünya düzeninde yerini cesur bir duruşa bır
Ortadoğu, İsrail'in İran'a yönelik saldırısı ve Tahran'ın hızlı misillemesinin yarattığı şok dalgalarıyla bölgesel sınırların çok ötesine yayılan bir gerilimle sarsılırken, Gazze'deki korkunç savaşın etkileri, medyada yer almasa da, açlık, yıkım ve yerinden edilmeyle dehşet verici boyutlarda devam ediyor. İnsan hakları grupları ve hukuk uzmanları bu durumu "soykırım" olarak nitelendirirken, ABD'nin İsrail üzerindeki baskı eksikliği ve Trump'ın İran'dan şartsız teslimiyet talebi, Netanyahu'nun da Hamas'tan Gazze'de aynı şeyi beklemesi, herhangi bir çıkış stratejisinin olmadığını gösteriyor. Bu kaos ortamında, kendisini geniş Küresel Güney'in lideri ilan eden ve hem İsrail hem de İran ile derin bağları olan Hindistan, sonsuza dek tarafsız kalabilecek mi sorusu gündeme oturuyor. DW News'in "Global Eyes" adlı podcast'inde, jeopolitik ve güvenlik uzmanları, bu kritik denge oyununu masaya yatırıyor.
Podcast'in sunucuları Shani Ozanas ve Waslad Hassat Nazimi, Hindistan'ın arabuluculuk yapma potansiyelini ve bu çok kutuplu dünyada diplomasi kavramının Hindistan için ne anlama geldiğini inceliyor. Tel Aviv'den katılan Dr. Kinraj Jang Git, İsrail'in İran misillemesinden daha kötüsünü beklediğini, ancak şükür ki şimdilik gerçekleşmediğini belirtiyor. Hindistan ve İsrail arasındaki ilişkilerin sadece savunma alanındaki (drone ve siber güvenlik gibi) işbirliğiyle sınırlı olmadığını vurgulayan Dr. Kinraj Jang Git, kültürel ve ideolojik bağların da çok güçlü olduğuna işaret ediyor. İsraillilerin Hindistan'a çok seyahat etmesi sayesinde iki ülke arasında büyük bir iyi niyet oluştuğunu dile getiren Git, son 30-40 yılda Hindistan'da yükselen milliyetçi ve dinci siyasi akımların (Bharatiya Janata Partisi – BJP gibi) bu ideolojik yakınlığı daha da güçlendirdiğini ekliyor. Leiden Üniversitesi'nden Uluslararası İlişkiler Doçenti Nicholas Blarel de bu ideolojik yakınlaşmanın özellikle 2014'te Narendra Modi'nin başbakan olmasından sonra belirginleştiğini ifade ediyor. Ancak Blarel, Başbakan Modi'nin İsrail'i ziyaret etmeden önce (2017'de ilk ziyareti) Tahran, Abu Dabi ve Riyad'ı ziyaret etmesinin, Hindistan'ın Ortadoğu'daki çoklu ortaklıklarını ve dengeleyici politikasını gösterdiğini belirtiyor. Bölgedeki 9 milyon Hintli göçmenin ve Körfez ülkelerinden enerji ithalatının da Hindistan'ın çıkarlarını etkileyen önemli faktörler olduğunu dile getiriyor. Bu denge, Hindistan'ın hem eski dostluklarını hem de yeni stratejik ortaklıklarını sürdürme çabasını ortaya koyuyor. Güncel siyasi analizler ve haberler için https://www.avazturk.com gibi güvenilir platformların takip edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Dr. Kinraj Jang Git, Hindutva ve Siyonizm ideolojilerinin derinlemesine incelendiğinde, bu iki sağcı ideolojinin tarihsel kökenlerinde farklılıklar olduğunu, ancak siyasi arenada yakınlaşmanın dikkat çekici olduğunu söylüyor. Siyonizm'in Yahudilere yönelik tarihsel dışlama ve şiddetten doğduğunu, ilk İsrail liderlerinin sosyalist olduğunu hatırlatan Git, Hindistan ve İsrail'in 1950'lerde bile, her iki ülkenin de derinlemesine sosyalist ve seküler olduğu dönemlerde ideolojik olarak birbirine yakın olduğunu belirtiyor. Nicholas Blarel, Hindistan'ın Filistin meselesindeki tutumuna dair "evet ve hayır" şeklinde bir yanıt veriyor; Modi'nin iktidara gelmesinden bu yana Hindistan'ın Filistin davasına verdiği desteğin sesinin biraz azaldığı ve bazı BM Genel Kurul kararlarında çekimser kaldığı izlenimi olduğunu kabul ediyor. Ancak bunun, Hindistan'ın değişen pozisyonunun yanlış okunması olabileceğini, zira Hindistan'ın hala Filistin Yönetimi'ne insani yardım sağladığını ve Modi'nin Ramallah'ı da ziyaret eden ilk Hindistan başbakanı olduğunu vurguluyor.
Konuşmacılar, Hindistan'ın İran ile olan derin bağlarını ve Chabahar Limanı'nın stratejik önemini de ele alıyor. Hindistan'ın İran'ın nükleer programını prensipte desteklediğini, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nı (NPT) "adil olmayan, ikiyüzlü ve Batı hegemonyacı bir araç" olarak gördüğünü Dr. Kinraj Jang Git detaylıca açıklıyor. Git, Hindistan'ın kendi nükleer programını Batı'nın dayatmalarına rağmen geliştirdiğini ve bu konuda İran ile benzer bir "Amerikan karşıtı, Batı karşıtı, üçüncü dünya" söylemine sahip olduğunu belirtiyor. Ancak, Nicholas Blarel'in de belirttiği gibi, Hindistan'ın 2005'ten itibaren İran'ın nükleer programına karşı oy kullanmaya başladığını ve ABD ile nükleer anlaşma yaparken İran'ı "arkada bıraktığını" aktarıyor. Hindistan, ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırım rejimlerinin bir kısmına da uyum sağlayarak İran'dan enerji ithalatını azalttı, ancak Chabahar Limanı konusunda bir istisna elde ettiğini ve buraya yatırım yapmaya devam edebildiğini ekliyor.
Dr. Kinraj Jang Git, "Hindistan'ın arabuluculuk fikrini herkes destekliyor ama Hindistan bunu kabul etmiyor" diyor ve Hindistan'ın İsrail ya da İran üzerinde arabuluculuk yapabilecek bir "kaldıraç" veya "ip" sahibi olmadığını vurguluyor; sadece iyi niyeti olduğunu belirtiyor. Git, Hindistan Dışişleri Bakanı'nın İsrail'in saldırganlığını ve tek taraflı eylemlerini eleştirmeye başladığını ve Filistin devletini desteklemenin artık en acil mesele olduğunu güçlü bir şekilde ifade ettiğini belirtiyor. İsrail'in, Hindistan'ın en stratejik programlarından ikisi olan I2U2 (Hindistan, İsrail, BAE, ABD) ve IMEC (Hindistan, Ortadoğu, Avrupa Ekonomik Koridoru) için bir "yükümlülük" haline geldiğini de ekliyor. Nicholas Blarel, Hindistan'ın bölgedeki çıkarlarının (ticaret, bağlantı ve Ortadoğu'daki nüfusunun güvenliği) herhangi bir tırmanışta sorun yaratacağını, bu yüzden çok dikkatli davrandığını belirtiyor. Ancak, 7 Ekim'den sonra İsrail'e hafif bir "eğilim" göstermesi ve İsrail'in güvenlik çıkarlarına daha empatik yaklaşması, Hindistan'ı Şangay İşbirliği Örgütü (SCO) ortakları ve Küresel Güney'in geri kalanıyla ters düşürdüğünü ifade ediyor. Zira Çin, çok pro-İran ve İsrail karşıtı bir duruş sergiliyor ve Hindistan ile Çin, Küresel Güney'in sesi olmak için rekabet ediyorlar.
Peki, küresel sahnede bu kadar iddialı bir konum arayan Hindistan, Ortadoğu'daki bu kanlı süreçte daha ne kadar tarafsız kalabilir? Shani Ozanas'ın çarpıcı tespitiyle, "İttifakların değiştiği ve gücün tartışıldığı bir zamanda, tarafsız kalmak artık güvenli bir seçim değil; riskli bir seçim". Nicholas Blarel, Hindistan'ın "stratejik özerkliği" ve "bağlantısızlık" tarihi nedeniyle güçlü pozisyonlar almak istemediğini, ancak hem İsrail hem de Filistin'in Yeni Delhi'deki büyükelçilerinin Hindistan'dan daha büyük bir rol oynamasını istediğini belirtiyor. Bu talep, Hindistan'ın tarihsel iyi niyetinden kaynaklanıyor. Nihayetinde, Dr. Kinraj Jang Git'in de altını çizdiği gibi, Ortadoğu'daki mevcut durum, yani Gazze'de yaşanan insani kriz ve trajedi, kesinlikle "tarafsızlığı ve dengeyi hak etmiyor". Hindistan'ın Dışişleri Bakanı S. Jaishankar'ın kendi sözleriyle, Hindistan sadece dengeleyici bir güç değil, aynı zamanda küresel siyasette "daha lider bir rol" oynamak istediğini açıkça ifade etmiş durumda. İşte tam da bu noktada, Hindistan'ın gelecekteki rolüne dair en büyük beklenti ve heyecan ortaya çıkıyor: Artık ticaret anlaşmaları ve sadece göstermelik adımlarla değil, gerçek diplomasiyle sahaya çıkma zamanı gelmiş olabilir. Çünkü görünen o ki, Küresel Güney'in liderliğini üstlenme iddiasında olan Hindistan, bölgeyi yeniden şekillendiren bu çatışmada sessiz kalmaya devam ederse, kendi uluslararası statüsü için de büyük bir kumar oynamış olacak!