Piyasalarda 'Sert İniş' Alarmı! Yabancı Borsadan Kaçıyor, 55% Faiz Varken Ekonomi Nereye Gidiyor?
Türkiye ekonomisinde endişe verici işaretler artıyor! Borsada yabancı satışı hızlanırken, yüksek faizler sanayiciyi kilitledi. KGF yeniden başlıyor ama 30 milyar TL yeterli mi? 'Sert iniş' beklentisi nedir? Mehmet Şimşek'in konumu sarsılıyor mu? İşte tüm
Türkiye ekonomisi, son dönemde artan endişe verici sinyallerle karşı karşıya. Piyasalarda yaşanan dikkat çekici gelişmeler, ekonominin gidişatına dair soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Özellikle döviz kuru, borsa ve faiz oranlarındaki hareketlilik, uzmanlar tarafından yakından izleniyor ve kritik yorumlara neden oluyor.
Kaynaklardan edinilen bilgilere göre, piyasaların en dikkat çekici gelişmelerinden biri, borsadaki yabancı yatırımcı hareketliliği oldu. Uzun süredir sığ bir seyir izleyen ve derinliği bulunmayan Borsa İstanbul'da, beklenmedik ve oldukça yüklü bir yabancı satışı gerçekleştiği belirtiliyor. Özellikle Bank of America'nın Mehmet Şimşek'in Londra ziyaretinden önce borsada satmaya başladığı ve günlerdir devam eden satışlarının yaklaşık 20 milyar liraya ulaştığı ifade ediliyor. Bu durum, piyasada "tek satıcı" konumunda olan yabancının ne bildiği sorusunu akıllara getiriyor ve normal bir hareket olarak görülmüyor. Piyasanın mevcut sığ yapısı düşünüldüğünde, 5 milyar liralık satışın dahi büyük olduğu vurgulanırken, 20 milyar liralık bu satışın ciddi bir işaret olduğu belirtiliyor.
MEHMET ŞİMŞEK'İN KONUMU VE SİYASET SAHNESİNDEKİ GELİŞMELER
Bu piyasa hareketliliğinin, ekonomi yönetimindeki kritik isimlerden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in konumuyla da ilişkilendirildiği yorumları yapılıyor. Sayın Şimşek'in göreve başladığında vadettiği Körfez'den gelecek 70 milyar doların gelmediği, sadece "tefeci faizi" olarak nitelendirilen yüksek oranlarla carry trade geldiği, ancak şu anda onun bile gelmediği ve Türkiye'den 50 milyar doların üzerinde paranın çıktığı belirtiliyor.
Piyasalarda yaşanan bu durum ve uygulanan faize dayalı politikaların, özellikle sanayi şirketleri arasında büyük bir kaosa neden olduğu ifade ediliyor. Ticari kredi faizlerinin yüzde 60-65 seviyelerine çıktığı, bu oranlarla firmaların iş yapamaz hale geldiği ve sadece batış sürecini erteleyebildiği belirtiliyor. Bu durumun, AKP içinde, bakanlar kurulunda ve saray danışmanları arasında dahi ciddi rahatsızlık yarattığı ancak Mehmet Şimşek'in görevden alınmasının ya da istifa tehdidinin dahi piyasada büyük çalkantı yaratacağı endişesiyle dile getirilemediği ileri sürülüyor.
Kaynaklarda, Mehmet Şimşek'i yıpratmaya yönelik siyasi hamleler olduğu ve kendisinin şu anda ekonomi yönetiminde "etkisiz eleman" konumunda olduğu iddia ediliyor. Özellikle geçmişe ait bazı fotoğrafların ve iş ilişkilerinin, Mehmet Şimşek karşıtı AKP kurmayları tarafından sızdırıldığı ve yıpranmasının sağlandığı öne sürülüyor. Bu sürecin, Mehmet Şimşek'in olası bir görevden affı ya da istifası durumunda piyasaların artık büyük bir tepki vermeyeceği noktasına getirilmek istendiği yorumları yapılıyor. Kaynaklar, Mehmet Şimşek'in "üç vakte kadar" (üç hafta ila üç yıl arasında bir süre zarfında) görevden ayrılabileceği iddiasını sürdürüyor. Yerine Nihat Zeybekçi'nin adı geçiyor ve TÜSİAD ziyaretleri gibi adımların iş dünyasıyla yeniden barışma ve denge kurma çabaları olarak yorumlanıyor. Berat Albayrak'ın ise artık bakanlık gibi bir pozisyonda gözü olmadığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerine oynadığı belirtiliyor.
KGF YENİDEN BAŞLIYOR AMA YETERLİ Mİ? TARTIŞMALI 30 MİLYAR TL
Ekonomi yönetiminin atmaya hazırlandığı adımlardan biri de Kredi Garanti Fonu (KGF) uygulamasının yeniden başlaması. Paramedya tarafından 10 gün önceden duyurulan bu haberin piyasada kimse KGF'nin adını dahi hatırlamazken büyük önem taşıdığı vurgulanıyor. Ancak bu kez kamu bankaları aracılığıyla ve 30 milyar TL gibi "sınırlı" bir rakamla başlayacağı belirtilen KGF'nin, faiz yükü altında ezilmiş KOBİ'leri ayağa kaldırmada ne kadar etkili olacağı tartışılıyor.
Kaynaklar, 30 milyar TL'nin, ekonominin aldığı darbe düşünüldüğünde "çok düşük bir rakam" olduğunu ifade ediyor. Cumhurbaşkanı'nın bunu "kuruyan kuyunun yeniden açılması için tulumcuya verilen su" olarak nitelendirse de, bu miktarın yeterliliği sorgulanıyor.
Geçmiş KGF uygulamalarının kötüye kullanıldığına dair ciddi eleştiriler getiriliyor. Bazı bankaların sorunlu kredilerini KGF'ye yüklediği, faturayı devlete ödettiği ve KOBİ'lere gitmesi gereken paranın altın, dolar, arsa, arabaya yöneldiği hatırlatılıyor. Bu defa KGF'nin bir "teminat" olduğu ve kamu bankaları aracılığıyla "selektif" (seçici) kullanılması gerektiği vurgulanıyor. Sıkılaşma döneminde sağlıklı firmaların ayakta kalması gerektiği, batacakların batmasına izin verileceği bir süreçte, 30 milyar TL'nin don gömlek üreticileri veya müteahhitler için değil, tarım, AR-GE, gelecek potansiyeli olan genç girişimciler için kullanılması gerektiği ifade ediliyor. Aksi takdirde, bu sınırlı kaynağın da heba olabileceği endişesi dile getiriliyor.
YÜKSEK FAİZ VE "SERT İNİŞ" BEKLENTİSİ
Ekonominin genel tablosuna bakıldığında, en belirgin sorunlardan biri yüksek faiz oranları. Kaynaklar, TL mevduat faizlerinin yüzde 55'lere vurduğu bir ortamda borsanın yükselmesinin mümkün olmadığını, çünkü yatırımcıların risksiz ve yüksek getirili mevduatı tercih ettiğini belirtiyor. Borsada anlamlı bir hareketlilik için faizlerin yüzde 30'un altına düşmesi gerektiği, ancak şu an aracı kurum kredi faizlerinin yüzde 100'e yakın olduğu bilgisi paylaşılıyor.
Yüksek faizlerin reel sektöre vurduğu darbe de dikkat çekiyor. Vestel gibi büyük firmaların dahi mali tablolarının kötü olduğu, hatta "batmış durumda" olarak nitelendirildiği (teknik anlamda kötü durumda) ve sırada birçok sanayi firmasının benzer sorunlar yaşadığı belirtiliyor. Sabancı Holding, Koç Holding gibi büyük grupların reel sektörde zararda olduğu bilgisi paylaşılıyor.
Bu tablo, Türkiye ekonomisinin bir "sert iniş"e doğru gittiği yorumlarını güçlendiriyor. Sert inişin; küçülme, iflaslar, işsizlik ve piyasada paranın dönmemesi anlamına geldiği açıklanıyor. Eski Merkez Bankası Başkanları'nın bile "büyüyerek enflasyonu indirebiliriz" gibi açıklamalar yaptığını hatırlatan kaynaklar, enflasyonla mücadelenin büyümeden feragat etmeyi gerektiren bir "ödünleşme" olduğunu vurguluyor. Mevcut durumun, "sert iniş" için pistin hazır olduğunu gösterdiği ve erken faiz indirimi yapılmazsa bunun kaçınılmaz olacağı ifade ediliyor.
GELİR DAĞILIMI BOZULDU: 70 MİLYON DEĞİL, 15 MİLYONUN TALEBİ ENFLASYONU AZDIRIYOR!
Ekonominin temel sorunlarından birinin gelir dağılımındaki bozulma olduğu ve bunun enflasyonla mücadeleyi farklılaştırdığına dikkat çekiliyor. Kaynaklar, Türkiye nüfusunun büyük bir kesimi olan yaklaşık 70 milyonun alım gücünün düştüğünü, bu kesimin enflasyonunun gıda, kira ve ulaşımdan oluştuğunu belirtiyor. Bu kesimin talebinin zaten kısıtlı olduğu, dolayısıyla enflasyonu onların alışverişinin azlığının düşürmeyeceği ifade ediliyor.
Asıl talebi canlı tutan ve enflasyon üzerinde etkisi olan kesimin, "NAS ekonomisi" döneminde parası kartopu gibi büyüyen ve şu an faize yatıran yaklaşık 15 milyonluk bir kesim olduğu belirtiliyor. Bu kesimin enflasyonunun lüks tüketim, yüksek fiyatlı hizmetler ve ürünlerden oluştuğu ifade ediliyor. Bu kesimin elindeki paranın, tüm Türkiye'deki talebi canlı tutmaya yettiği ve faiz düştüğünde borsaya yöneleceği, böylece parasının büyümeye devam edeceği belirtiliyor. Talebi kısmak için bu kesimden vergi veya servet vergisi alınması gerektiği ancak bunun yapılmadığı eleştirisi getiriliyor.
VERGİ POLİTİKASI ELEŞTİRİLERİ: KÜÇÜK TASARRUF SAHİBİNE STOPAJ DARBESİ
Vergi politikasındaki yanlış adımlara da dikkat çekiliyor. Özellikle TL mevduatına uygulanan stopaj artışının, belirli kesimin kıt olan tasarrufuna darbe vurduğu belirtiliyor. Kaynaklar, bunun yerine, 10 milyon TL'nin üzerindeki mevduatlardan kademeli olarak daha yüksek stopaj alınması gerektiğini, bunun basit bir "servet vergisi" uygulaması olacağını savunuyor. Otuz sene çalışıp 300 bin TL kıdem tazminatı alan bir öğretmenin küçük tasarrufundan vergi almanın doğru olmadığı, asıl verginin 100 milyon TL'si olanda alınması gerektiği vurgulanıyor.
"KONFORSUZ YAŞAM ÜLKESİ" TÜRKİYE: GÜNLÜK HAYATA YANSIYAN KRİZ
Ekonomideki bu sıkıntıların günlük yaşama yansımaları da sert bir dille eleştiriliyor. Ülkenin "Konforsuz yaşam ülkesi Türkiye" haline geldiği ifade ediliyor. Eskiden herkesin rahatça ulaşabildiği Salihli kirazı gibi bahar meyvelerinin kilosunun 1250 TL'ye çıktığı, bunların ihraç edildiği ve sadece zenginlerin yiyebildiği örnekleri veriliyor. Çocukların meyve yiyemediği acı tablosu çiziliyor.
Teknoloji alanında, Amerika'da 350-400 dolara dahi satılamayan, eski nesil bir iPhone modelinin Türkiye'de 24 ay vade ve %1.99 faizle konut kredisi gibi satılmasının "ayıp ve utanç verici" olduğu belirtiliyor. Türkiye'nin Avrupa gümrüklerinden geri dönen ilaçlı, zehirli sebze ve meyveleri kendi halkına yedirdiği eleştirisi getiriliyor. At ve eşek eti gibi skandalların arttığı, sağlıklı gıdaya ulaşımın zorlaştığı vurgulanıyor.
Türk vatandaşlarının Avrupa ülkelerinden vize almakta zorlandığı, 6 ay sonraya randevu alabildiği, bunun dışişleri politikasının bir ayıbı olduğu ve Türkiye'nin "3. dünya ülkesi değil, 5. dünya ülkesi" haline geldiği yorumu yapılıyor. Gelişmiş ülkenin pasaportunun, parasının (alım gücünün) ve dilinin (küresel geçerliliğinin) gücüyle ölçüldüğü belirtiliyor.
KONUT SEKTÖRÜ VE ALTIN-DOLAR ANALİZİ
Ekonomideki bir diğer büyük kriz alanı konut sektörü olarak gösteriliyor. Müteahhit firmaların risk altında olduğu, sektörün dönmediği, satışların %70'ten fazlasının ikinci el ve 5 milyon TL altı konutlardan oluştuğu bilgisi paylaşılıyor. Konutun artık uzun vadeli yatırım aracı olmaktan çıktığı, barınma krizinin en üst seviyelerde olduğu, nüfusun azaldığı ve insanların evlenemediği bir ortamda konut alınamayacağı belirtiliyor. Profesyonel yatırımcıların konuttan kaçtığı ve son 1.5 yılda 3.2 milyar doların konut yatırımcısı üzerinden Türkiye'den çıktığı bilgisi veriliyor. Kamu eliyle ucuz sosyal konut yapılması gerektiği ancak TOKİ'nin bunun için kaynağı olmadığı ifade ediliyor. Elinde nakit parası olanların, zor durumdaki müteahhitlerle pazarlık ederek konut alabileceği ancak krediyle almanın ancak çok yüksek enflasyon beklentisi varsa mantıklı olduğu uyarısı yapılıyor.
Altın piyasasına gelince, yönün yukarı olduğu ve altının alınıp yatılması gereken bir enstrüman olduğu belirtiliyor. Özellikle BRICS ülkelerinin altına dayalı dijital para çalışmaları ve Çin ile Amerika arasındaki büyük "rezerv para savaşları" beklentisinin altını akıl almaz seviyelere taşıyacağı tahmin ediliyor.
Dolar kurunun ise "tutulmadığı", ancak "kontrollü olarak yükseltildiği" yorumu yapılıyor. Bunun sebebinin, Türkiye'nin dünyanın her yerinde "pahalı" algısı yaratılması ve turist sayısının dahi pandemi öncesine inmesi olduğu belirtiliyor. Yıl sonuna kadar doların 43-44 aralığına kadar yükselmesine izin verilebileceği, hatta giden carry trade parasını çekmek için 40'lı seviyelere sıçrama yaptırılabileceği olasılığı dile getiriliyor.
SONUÇ: TEK PARA POLİTİKASI YETERLİ DEĞİL
Genel değerlendirme olarak, Türkiye'nin bir "yuvarlanmaya doğru gittiği" ifadesi kullanılıyor. Mevcut sorunların sadece para politikasıyla çözülemeyeceği, mutlaka maliye politikası adımlarının atılması gerektiği vurgulanıyor. Ekonomi yönetiminin yeni bir program hazırlığı içinde olduğu ancak bunun piyasalarda büyük bir sarsıntı yaratmasının beklenmediği, çünkü piyasanın zaten "kurumuş" durumda olduğu belirtiliyor. Türkiye'nin geleceği için atılacak adımların kritik öneme sahip olduğu, aksi takdirde bedelin çocuklarımızın 20 yılından çalmak olacağı uyarısı yapılıyor.