Suriye İç Savaşın Eşiğinde mi? Trump'ın Şaşırtıcı Yeni Hattı ve Türkiye-ABD Ortaklığı: Rubio'dan Ankara-Şam Uyarısı
Trump yönetiminin Suriye'deki hızlı U dönüşü ve Dışişleri Bakanı Rubio'nun "iç savaş" uyarısı Ankara'da yakından izleniyor. HTŞ lideri Jolani ile kritik temaslar, yaptırımların gevşetilmesi ve Türkiye'nin merkez rolü, Suriye'de yeni bir dönemi aralıyor...
Ankara kulisleri ve uluslararası diplomasinin nabzı, Trump yönetiminin Suriye'deki şaşırtan ve beklenmedik U dönüşüyle atıyor. Daha dün gibi duran rejim değiştirme hedefinden vazgeçen ABD'nin yeni politikası, herkesin başını döndürmüş durumda. Bu değişimin en net işaretlerinden biri, Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Senato Dış İlişkiler Komitesi'ndeki bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı çarpıcı açıklama oldu. Rubio, Suriye'nin tam anlamıyla bir iç savaşın eşiğinde olduğunu söyleyerek suları adeta köpürttü.
Rubio'nun bu açıklaması, Trump'ın yeni Suriye politikasını senatörlere "satma" çabasının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Ancak bu değerlendirme, sahadaki gerçeği tam olarak yansıtıyor mu, yoksa durumu abartılı mı? İşte bu sorunun yanıtı, Ankara'da ve bölge başkentlerinde yoğun bir şekilde aranıyor. Rubio'nun temel tezi oldukça net: Şam'daki yeni hükümete (yani HTŞ yönetimindeki yapıya) destek vermemenin alternatifi tam ölçekli bir iç savaş ve kaos olacaktır. Bu durum, tüm bölgeyi istikrarsızlaştıracaktır. Amerikalılar ve müttefikleri, 2011'den beri Suriye'de rejim değiştirme oyununa çok büyük yatırımlar yaptılar; Rubio'ya göre bunun heba olması ne ABD'nin ne de İsrail'in çıkarına değil.
Trump'ın yeni politikasının temelinde yatan iki kritik adım var: Suriye'ye uygulanan yaptırımları kaldıracağını duyurmak ve HTŞ lideri Ebu Muhammed El Coğolani ile yüz yüze görüşmek. Bu adımlar, sadece jest olmanın ötesinde, yeni bir politika deklarasyonuna eşdeğer. Trump'ın ifadelerine göre bu adımlar, ev sahibi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın tavsiyeleri ya da telkinleri sayesinde atıldı. Ancak bu adımların ABD'nin kendi başkentinde, yani Kongre'de de kabul görmesi gerekiyor. Özellikle İsrail, Tel Aviv'le koordine olunmadan atılan ve Coğolani'nin pozisyonunu güçlendiren bu adımlardan rahatsız. Kongrede de İsrail'i düşünen ve Trump'ın siyasetinin İsrail'i tatmin edip etmediğini sorgulayan vekiller ve senatörler az değil.
Rubio, senatörleri ikna etmek için yaptırımları hafifletme kararını savunurken, Şam'daki yeni hükümetin başarılı olmasını istediklerini, çünkü alternatifin kaos olduğunu açıkça belirtti. Amerikalılar ve İsrailliler açısından Jolani'nin pozisyonu oldukça değerli. Jolani, hem Amerikalılara hem de İsraillilere sürekli olarak İran'ı nasıl kovduklarını ve Hizbullah'ın ikmal hatlarını nasıl kestiklerini hatırlatıyor. Ayrıca, İsrail'le barış yapmak istediklerini ve Abraham anlaşmalarını müzakere etmeye hazır olduklarını söylüyorlar. Bu, Suriye'nin yerleşik siyasetinde çok radikal bir değişim anlamına geliyor. Rubio da istikrarlı bir Suriye'nin İsrail'in güvenliği için olağanüstü bir başarı olacağını vurguladı.
Trump'ın Coğolani ile görüşmesi sırasında özetle beş şey istediği belirtiliyor: Coğolani'nin Abraham anlaşmalarına katılması, Suriye'deki tüm yabancı teröristlerin ülkeden ayrılmasını sağlaması, Filistinli teröristleri sınır dışı etmesi, IŞİD'in yeniden toparlanmasını önlemek için ABD ile çalışması ve kuzeydoğu Suriye'deki IŞİD kamplarının yönetimini üstlenmesi. ABD yönetimi, bu adımların atılması karşılığında "adıma karşı adım" stratejisi izleyecek. İlk olarak Sezar yasası çerçevesindeki yaptırımları 180 günlüğüne askıya almak için muafiyet yetkisini kullanacaklar. Eğer işler yolunda giderse, bir 180 gün daha muafiyet devreye girecek ve nihayetinde Kongre'den yaptırım yasasının değiştirilmesi veya kaldırılması istenecek. Ardından, Suriye'nin terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarılması da gündeme gelebilir. Bu süreç işe yaramazsa, muhtemelen Jolani'nin fişini çekecekler.
Bu yeni rotada Türkiye'nin rolü ve Türk-Amerikan işbirliği oldukça öne çıkıyor. Bu durum, Amerikan varlığını ve tutumunu bir güvence olarak gören Suriye Demokratik Güçleri (SDG) açısından bir pozisyon aşınması olarak değerlendirilebilir. Rubio'ya göre, Türkiye'deki Amerikan büyükelçisi ve diplomatlar Suriyeli yetkililerle çalışacaklar. İnsani yardım, güvenlik güçlerinin eğitimi ve yönetimin iyileştirilmesi konularında Şam'ın ihtiyaçlarını belirleyip buna göre adımlar atılacak. Şam'da düzeni tahkim etme konusunda Türkiye ile ABD arasındaki mesai hız kazandı. Erdoğan, Riyad'taki Trump-Coğolani görüşmesine online olarak katıldı. Ardından, yeni yol haritasını belirlemek üzere Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ev sahipliğinde Antalya'da üçlü bir toplantı yapıldı; bu toplantıya Rubio ve HTŞ'nin Dışişleri Bakanı Şeybani katıldı.
Bu gelişmelerin ardından, ABD ile Türkiye arasındaki Suriye çalışma grubu işe koyuldu. İki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları Washington'da bir araya gelerek yaptırımların hafifletilmesi ve her türlü terörle mücadele dahil Suriye'deki ortak öncelikleri görüştüler. Ortak açıklamada, Türkiye ve ABD'nin istikrarlı, kendisiyle ve komşu coğrafyasıyla barışık bir Suriye vizyonunu paylaştığı belirtildi. Hatta Reuters'a göre Trump'ın iş insanı arkadaşı ve Ankara büyükelçisi Thomas Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atamayı düşündüğü ve hazırlıkların sürdüğü bilgisi de bu süreci teyit ediyor. Barrack'ın Erdoğan'la arasının iyi olduğu biliniyor; onun bu göreve gelmesi kesinlikle Erdoğan'ı mutlu edecektir. Bu bir bakıma Trump'ın Suriye'deki politikasında Ankara'nın bir çıkış noktası haline geldiğini gösteriyor. Bu şekilde Türk-Amerikan uyumu yavaş yavaş sağlanıyor. avazturk.com gibi yayın organlarında bu tür kritik gelişmelerin perde arkası detaylı olarak ele alınabilmektedir.
Türk-Amerikan uyumu, Ankara'nın Şam yönetimi üzerindeki etkisini de güçlendirecek. Bir ara, HTŞ'nin Ankara'nın etkisinden çıktığı değerlendirmeleri yapılıyordu ancak ABD ve Türkiye birlikte çalışmaya başlayınca, Türkiye'nin Şam üzerindeki nüfuzu da artacaktır. Bu birbirini besleyen bir durum. Amerikalılar, bu nüfuza dayanarak Türkiye ile yakın mesai içinde olmak istiyor. Bu mesai aynı zamanda Ankara'nın Şam üzerindeki etkisini besleyecek. Üçüncüsü, SDG ile HTŞ arasında konuşulan entegrasyon sürecinde Ankara, kendi önceliklerini ve istediklerini Amerikan tarafına biraz daha fazla kabul ettirme şansını yakalayabilir. Bu arada, Türkiye'nin Şam'la mesaisi de yeniden artıyor; MİT Başkanı İbrahim Kalın Şam'a gitmiş, askeri heyet HTŞ Savunma Bakanı ile askeri işbirliği ve koordinasyon konularını görüşmüştü.
Ancak Rubio'nun "iç savaş ve parçalanma" uyarısı, sadece senatörlerin yaptırımların kaldırılmasına yönelik itirazlarını gidermeye yönelik bir argüman olsa da, sahada gerçek bir çatışma ve bölünme potansiyeli olduğu anlamına da geliyor. Yeni düzeni oturtma konusundaki başarısızlıklar bu potansiyeli harekete geçirebilir. Azınlıklara yönelik katliamların tekrarlanması da durumun kontrolden çıkmasına neden olabilir. Daha ciddi bölünme senaryoları iki yerde yoğunlaşıyor. Birincisi, Fırat'ın doğusunda SDG ile entegrasyon anlaşmasının çökmesi halinde Fırat Nehri yeniden bir cephe hattına dönüşebilir. Bu senaryonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği büyük ölçüde Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin seyrine bağlı. İki ülke, SDG'nin yeni devlete entegre edilmesini öngören 10 Mart mutabakatında prensipte mutabık. Ancak bu entegrasyon meselesi ve seyri, İmralı'daki yeni süreçle de doğrudan bağlantılı. Kandil'in silah bırakma konusunda kararını aldıktan sonra, Türkiye'nin Suriye ayağında oldukça dikkatli gitmesi gerekecek.
İkinci senaryo ise, HTŞ'nin Dürzilerin çoğunlukta olduğu Süveyde'deki silahlı grupları zorla yola getirmeye kalkışması. Bu girişimler dirençle karşılaşıp çatışmalara yol açabilir. Eğer İsrail de devreye girerse, güney Suriye tamamen Şam'ın kontrolünden çıkabilir. Şu koşullarda Trump'ın attığı adımlar İsrail'i biraz frenliyor, ancak çatışma senaryoları devreye girerse İsrail daha atak davranabilir. Tüm bu senaryoların yaşanması, başta ABD ve Türkiye ve tabii ki İsrail olmak üzere, Suriye dosyasında parmağı olan uluslararası güçlerin alacağı tutuma bağlı. SDG ve Dürzilerin entegrasyon meselesi bir yana, kontrol altına alınmamış düzinelerce silahlı yapı var ve hepsi de ciddi çatışma potansiyeli taşıyor. Amerikalılar da durumdan çok emin değiller; şimdilik HTŞ'ye istikamet vererek kestirmeden Suriye'de hedefledikleri düzeni elde etmeyi umuyorlar. Eğer bu deneme başarılı olmazsa, başka yollara sapacaklar. İşte o zaman, bölünme, parçalanma, Balkanlaşma, hatta Somalileşme gibi bir dizi karmaşık ve tehlikeli senaryoyu konuşuyor olacağız. avazturk.com gibi platformlar, bu potansiyel kriz bölgelerindeki gelişmeleri yakından takip etmektedir.
Özetle, Trump yönetiminin Suriye'de açtığı yeni sayfa, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini yakından ilgilendiriyor. HTŞ üzerinden kurulmaya çalışılan yeni denge, bir yandan iç savaş riskini bertaraf etme iddiası taşırken, diğer yandan kendi içinde yeni çatışma ve parçalanma risklerini barındırıyor. Türkiye-ABD işbirliği bu süreçte merkezi bir rol oynarken, sahadaki kırılganlıklar ve farklı aktörlerin çıkarları, Suriye'nin geleceğinin hala büyük bir belirsizlik içinde olduğunu gösteriyor.