Trump'ın Gizemli Kararı Suriye'de Dengeleri Nasıl Altüst Etti ve Kürtleri Bekleyen Acı Gerçek!

Trump'ın Gizemli Kararı Suriye'de Dengeleri Nasıl Altüst Etti ve Kürtleri Bekleyen Acı Gerçek!

Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı, bölgede kartları yeniden karıyor. Washington'ın Şam'a sunduğu 'ev ödevleri', İsrail-HTŞ yakınlaşması ve Golan Tepeleri pazarlığı ekseninde dönen bu nefes kesici diplomatik...

Şam'da Diplomatik Deprem: Trump'ın 'Tarihi' Kararı ve Ortadoğu'daki Yeni Oyun Kurulumu!

Merhaba saygıdeğer okuyucularımız, Ortadoğu'nun zaten karmaşık olan denklemi, son günlerde peş peşe yaşanan şok edici gelişmelerle adeta sil baştan yazılıyor. Bugün sizlere, Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'ye uyguladığı yaptırımların kaldırılması, Şam yönetimiyle İsrail arasındaki potansiyel görüşmeler ve bu sarsıcı gelişmelerin bölgedeki Kürtlere olası yansımaları üzerine nefesinizi tutarak okuyacağınız benzersiz bir analiz sunacağım. Bu haberin sonunda sizi bekleyen asıl gerçek, Ortadoğu'nun geleceğine dair tüm ezberlerinizi bozabilir. Okumaya devam edin, zira bu makale, sadece bir giriş değil, tüm bir diplomatik dramın perdesini aralıyor ve çok daha fazlası sizleri bekliyor!

YouTube kanalında Fehim Taştekin’in aktardığı bilgilere göre, Şam'da işlerin ABD'nin istediği kıvamda gittiği anlaşılıyor; öyle ki Başkan Trump, Suriye'ye yönelik yaptırımları sona erdiren kararnameyi imzaladı ve Beyaz Saray bu kararı "tarihi" olarak nitelendirdi. Ancak bu karar, Suriye yönetimi için tamamen bir serbest geçiş bileti değil. Beyaz Saray'ın açıklamasına göre, devrik lider Esad, onun yakın çevresi, insan hakları ihlalcileri, uyuşturucu kaçakçıları, kimyasal silah faaliyetleriyle bağlantılı olanlar, IŞİD ve İran destekli gruplara yönelik yaptırımlar devam edecek. Trump, Amerikan Dışişleri Bakanı'na dört ana talimat verdi: Birincisi, Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların tamamen veya kısmen askıya alınması yönünde bir değerlendirme yapılması ve Kongre'ye rapor sunulması, zira yasanın değişmesi veya kaldırılması Kongre'nin kararına bağlı. İkincisi, Tahrir El Şam (HTŞ) ve Ebu Muhammed El Colani'nin terörist listesindeki konumunun gözden geçirilmesi; öyle ki Colani listeden çıkarılırsa BM Genel Kurulu çerçevesinde New York'a gitmesinin yolu bile açılabilir. Üçüncüsü, Suriye'nin terörizmi destekleyen devletler listesinden çıkarılması pozisyonunun gözden geçirilmesi. Dördüncüsü ise, BM nezdinde Suriye'ye destek amacıyla yaptırımları hafifletme yollarının aranması. Fehim Taştekin, "Trump Colani'yi belli ki çok sevdi ama Trump'ın sevgisinden de korkmak lazım" diyerek bu ilişkinin arkasındaki potansiyel tehlikelere dikkat çekiyor. Trump'ın bu açılımı kesinlikle karşılıksız değil; Beyaz Saray'a göre Trump, iç barışını sağlamış, komşularıyla uyumlu ve istikrarlı hale gelmiş birleşik Suriye'yi desteklediğini vurgularken, bunun Amerikan çıkarları pahasına olmayacağını da ekliyor. İşte burada Şam'ın önüne konulan ve sıkı bir şekilde takip edilecek "ev ödevleri" devreye giriyor.

Trump'ın Şam'dan beklediği karşılıklar ise oldukça net bir yol haritası sunuyor. Birincisi, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi ve buna yönelik somut adımların atılması. İkincisi, yabancı teröristlerle mücadelenin sürdürülmesi. Üçüncüsü, Filistinli grupların sınır dışı edilmesi ve yasaklanması; ki Trump bu gruplardan doğrudan "terörist" diye bahsediyor. Dördüncüsü, IŞİD'ın yeniden ortaya çıkmasının önlenmesi. Ve beşincisi, kuzeydoğu Suriye'deki IŞİD militanlarının tutulduğu merkezlerin sorumluluğunun Şam'a veya HTŞ'ye bırakılması. Fehim Taştekin'in ifadesiyle, "Trump'a göre radikalizmi durdurmak ve Ortadoğu'da barışı sağlamak için Suriye ile işbirliğinde büyük bir potansiyel yatıyor". Bu koşullarla Trump, aslında Suriye'nin İsrail'le ilişkileri normalleştirmesini, İran ve bağlantılı yapıların bölgede nefes almasının engellenmesini ve Filistinli örgütlere Suriye kapısının tamamen kapatılmasını hedefliyor. Bir de "garnitür" olarak, Amerikan müdahaleciliğinin Ortadoğu'daki armağanı olan IŞİD'le mücadelenin araya sokulduğu belirtiliyor. Daha önce 2014'ten bu yana ABD'nin sahadaki ortağı YPG ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) iken, Washington bu misyonu Şam'a devretmek istiyor. Bu perspektif, ABD'nin Kürtlerle ilişkilerinin boyutunu kökten değiştirebilir; hatta Fehim Taştekin, "SDG ile HTŞ'yi aynı amaca yönelterek birleştirme, bir araya getirme çabası demek lazım" yorumunda bulunuyor. Tüm bu süreçte, HTŞ yetkilileri İsrail medyasına barıştan yana tavizlere hazır oldukları görüntüsü verirken, dışarıya Golan Tepeleri'nin geri isteneceği propagandası yapılıyor. İsrail ise önce güvenlik anlaşması, ardından bir barış anlaşması pazarlığı yapıyor ve işgal altındaki Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı saydırma hedefi güdüyor. İsrail'in Kanal 12 televizyonuna göre, İsrail için birinci öncelik işgal altındaki Golan Tepeleri olacak ve burada yeni güvenlik düzenlemeleri oluşturulacak. 1974'te imzalanan Kuvvetlerin Ayrılması Anlaşması güncellenecek, bu anlaşma 73 Savaşı'nın ardından Mavi Hat boyunca bir tampon bölge kurulmasını öngörüyordu. Tüm bu gelişmelerin detaylı analizi için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Potansiyel güvenlik anlaşması, İsrail ve Suriye istihbarat servisleri arasında İran ve Hizbullah'a karşı tam koordinasyon öngörüyor. Bu sayede "direniş eksenindeki" grupların Suriye'nin güneyinde hücreler kurma girişimleri önlenecek; yani iki ülkenin istihbarat servisleri ortak düşmanlara karşı birlikte hareket edecek. Ancak olası anlaşmada bir "bit yeniği" daha var: İsrail, Şeba Çiftlikleri'ni Lübnan toprağı değil, Suriye toprağı olarak tanıyacak. Bu, Şam'a yapılmış bir jest gibi algılanabilir ama asıl amacı bambaşka. Zira Suriye'nin resmi tezi, Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a ait olduğu yönündeydi. Burası 1967'den beri İsrail işgali altında ve İsrail 1981'de Golan Tepeleri ile birlikte Şeba Çiftlikleri'ni de ilhak etti, Trump da bu ilhak kararını kendi döneminde tanıdı. Eğer Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a değil de Suriye'ye ait olduğu konusunda anlaşma sağlanırsa, İsrail Lübnan'da "işgalci" olmayacak ve Hizbullah'ın işgale karşı elinde tuttuğu silahların gerekçesi ortadan kalkacak. BM bile geçmişte bu çiftliklerin kime ait olduğu konusunda işin içinden çıkamamıştı, çünkü 1966 tarihli haritaların bir kısmı Lübnan, bir kısmı ise Suriye sınırlarında gösteriyordu. Bu belirsizliğin müsebbibi ise Lübnan-Suriye sınır çiziminde boşluk bırakan sömürgeci Fransızlar. BM, İsrail'i buralarda işgalci olarak görüyor ve çekilmesi yönünde Güvenlik Konseyi'nden kararlar çıkarmıştı; ancak Amerika bu kararlara ihanet ederek İsrail'in ilhakını tanımıştı. İsraillilerin hesabı basit: Suriye ile anlaşmak artık daha kolay hale geldi; burayı Suriye toprağı sayarsak Lübnan'ı aradan çıkarmış ve Hizbullah'ı bertaraf etmiş oluruz. Ancak İsrail, Şam'la yapacağı anlaşmada bu topraklar üzerindeki hakimiyetini kabul ettirmeyi hedefliyor, yani "burası alın Suriye'nin" demeyecek. Potansiyel anlaşmanın diğer unsurları ise İsrail'den doğalgazın Suriye'ye ihraç edilmesi ihtimalinin değerlendirilmesi ve Yarmuk havzasındaki su yönetimi konusunda Ürdün'ü de ilgilendiren bir koordinasyon. İsrail, bir bakıma Suriye'ye ve Ürdün'e "suyunuza ortağım" diyor, çünkü işgal ve genişleme stratejisinin temelinde su var.

İsrail medyasına göre güvenlik anlaşması bu yıl sonuna kadar imzalanabilirken, normalleşme anlaşmasına geçiş daha uzun zaman alabilir ve Trump'ın görev süresi boyunca tamamlanması umuluyor. Trump, pazartesi günü Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırlayacak ve gündemde acil olarak İran'a karşı ortak politika, Gazze ateşkese uyum ve Suriye dahil Arap ülkeleriyle normalleşme gibi üç mesele var. Ancak Fehim Taştekin, "Her şey İsrail'in medyasının resmettiği gibi çorap söküğü gibi gidebilir mi? Zor" diye uyarıyor. Çünkü İsrail, bir taviz kopardıktan sonra duran bir varlık değil, hiçbir zaman yetinmeyecektir. Şam-Tel Aviv arasındaki görüşmelerde, İsrail'in başka bir dayatmada bulunduğu ortaya çıkıyor: Güvenlik anlaşması imzalanmış olsa bile, İsrail Suriye'de "saldırı özgürlüğü" istiyor. Jerusalem Post gazetesine göre, İsrail 8 Aralık'tan itibaren işgal ettiği ve askerden arındırılmış tampon bölge olarak tasarladığı Güney Suriye'den çekilmeye karşılık, Suriye topraklarında dilediği zaman ve yerde saldırma ayrıcalığı istedi. Şam ise bu talebi "kabul edilebilir değil" yanıtını verdi. Colani'nin güttüğü mantık ise Suriye ve İsrail'in düşmanlarının ortak olduğu, Suriye'nin gerekeni zaten yaptığı ve İsrail'in doğrudan saldırmasına gerek olmadığı yönünde. Bu, Ürdün-İsrail arasındaki anlayışı çağrıştırıyor; yani Ürdün, İsrail'in tehdit saydığı her şeyi kendi topraklarında hallediyor, İsrail'in herhangi bir şey yapmasına gerek kalmıyor. Ancak İsrail, Şam'dakilere güvenmiyor ve Lübnan'a dayattığı "havadan takip etme, izleme, SİHA'larla vurma ve uçaklarla bombalama özgürlüğünü" içeren modeli bir anlaşmayla Suriye'ye de kabul ettirmeye çalışıyor. İran'a karşı hava üstünlüğü sağladığı iddiasının altındaki temel önerme, Lübnan, Suriye ve Irak semalarında engelsiz uçuş özgürlüğüne sahip olmaları ve İran'ı istedikleri zaman vurabilmeleri. Fakat İran, misillemelerle bu önermeyi "yırtıp attı": "Vurursan vurulursun". Suriye ve Irak bunu diyemiyor, potansiyel olarak Lübnan'da Hizbullah diyebilir ama onun da başı büyük belada ve ateşkese uymayı tercih ediyor.

Şimdi gelelim bu büyük denklemin en kritik oyuncularından birine: Kürtlere. Şam ve Tel Aviv güvenlik ve normalleşme anlaşmalarını imzaladığında, bu durum Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) içinde bulunduğu denkleme nasıl yansıyacak? İsrail'in kafasındaki Suriye, zayıf, savunmasız, edilgen ve parçalı bir ülke tasarımına dayanıyor. SDG'nin Suriye'nin bir bölümünü kontrol etmesi ve Şam'daki gidişatı etkileyecek bir konumda olması ise Amerikalıların başından beri düşündüğü bir şey ve onlar da denklemi böyle kuruyorlar. Fehim Taştekin, bu bağlamın biraz zayıflayacak olsa da geçerliliğini korumaya devam ettiğini belirtiyor. İsrail'in Ortadoğu'da Arap kuşatmasını yaymak için farklı etnik veya dini azınlıklarla ilişkileri güçlendirme stratejisi var. Suriye bağlamında Dürziler ve Kürtler öne çıktı. Ancak İsrail'in azınlıklara ilgi gösterme konusundaki tutumları, kendi çıkarları neredeyse ona göre değişebiliyor. Örneğin, Türkiye ile ilişkiler iyi giderken Apo'nun yakalanmasına yardım ettiler, ayrıca o dönemde Kürt hareketi İsrail'e karşı Filistinlilerle birlikte hareket ediyordu. Özellikle 2014'ten bu yana bugünkü denklemde İsrailliler, Ankara ve Şam'ı sıkıştırmak için Kürtlere el atabileceklerine dair bir görüntü verdi. Ancak burada Trump faktörü hemen devreye giriyor; Trump, Erdoğan ve Netanyahu'yu Ortadoğu'da Amerikan stratejilerine göre "aynı arabaya koşabileceği atlar" olarak görüyor ve aralarındaki sorunları çözeceğini, bunun için ağırlığını kullanacağını belirtiyor. Kürtlere aleni bir koruma taahhüdü yok, ancak Ankara-Washington-Tel Aviv üçgenindeki paslaşmalar, Kürtlerle ilişkileri ilerletme potansiyelini sınırlıyor, yok etmiyor. Asıl önemli nokta şu: SDG İsrail'e ortaklık selamı gönderdiğinde, o sıralar İsrail Suriye'yi bombalamakla, bütün askeri altyapıyı yok etmekle meşguldü. Ancak Trump, Colani ile el sıkışınca, İsrail ile HTŞ yönetimi arasındaki dolaylı görüşmeler hızlı bir şekilde doğrudan görüşmelere geçti. Bu süreçte HTŞ, İsrail'e SDG'nin verebileceğinden çok daha fazlasını verebileceğini gösterdi, ki bu, oyunun gidişatını değiştiren son derece önemli bir gelişme.

İsrailliler şimdi şu soruyu soruyor: Türkiye ile ilişkileri bozma riski taşıyan Kamışlı-Haseke merkezli SDG mi, yoksa Suriye'yi dışarıda resmen temsil eden Şam yönetimi mi daha büyük stratejik çıkarlar sunuyor? Bu sorunun yanıtı kendi siyasetlerine yön veriyor ve çıkarlar her zaman ön planda. Eğer yeni Suriye yönetimi, İsrail'in işgal ettiği topraklardan vazgeçecekse, bu topraklar üzerinde hak iddia etmeyecekse, İran, Hizbullah ve Filistinli örgütlere karşı tam bir işbirliği sunacaksa, Mossad ve İsrail ordusunun eliyle Kürtlerin İsrail nezdindeki yeri daralabilir. Ancak Şam üzerindeki baskıyı sürekli kılmak için Amerikalılar eliyle SDG'ye desteğin sürmesini tercih edeceklerdir ve İsrail'in özellikle Kongre'deki uzantıları eliyle bu politikanın sürdürülmesi yönünde çabaları olduğu biliniyor. Çünkü şu ana kadar konuştuğumuz her şey tartışılan konular, masadaki konular, ortada çözülmüş bir mesele yok, henüz bir anlaşma imzalanmış değil ama iş o noktaya doğru gidiyor. Kürtlerin hesabı, Amerikalılar sayesinde özerkliği yeni Suriye'nin geleceğine taşımaktı. Amerikalılar da bunu, Ankara ile koordinasyon halinde SDG'nin yeni sisteme entegre edilmesini öngören 10 Mart Anlaşması'yla bir çerçeveye oturttu ve bir yol haritası çizdi. Ayrıca Amerikalılar, SDG ile Türk makamları arasında doğrudan temasların kurulmasını da sağladı. Bu temaslar devam ediyor ve taraflardan Ağustos'a kadar kayda değer bir ilerleme sağlanması istendi, entegrasyonun yıl sonuna kadar tamamlanması gerekiyordu ancak çok az mesafe alındı.

İşte burada gerilimi doruğa çıkaran asıl meseleye geliyoruz! Suriyeli kaynaklar, HTŞ'nin şöyle bir hesap içerisinde olduğunu öne sürüyor: ABD ile ilişkiler iyi gidiyor, yaptırımlar kalkıyor, İsrail ile temaslar devam ediyor, anlaşmalar da gelebilir ve bu şekilde Suriye'nin önü açılıyor. IŞİD'le mücadele konusunda da Şam yönetimi, ABD'nin yeni ortağı haline gelebilir. Tüm bu gelişmeler SDG'nin pozisyonunu zayıflatacak ve bu noktadan sonra SDG'ye karşı askeri operasyon bir seçenek haline gelebilecek. Fehim Taştekin, "HTŞ'nin de bu tür bir hesap içerisinde olduğunu düşünmek için nedenler var" diyor ve ekliyor, "Amerikalıların burada son derece belirleyici olduğunu da not edelim". Şam'daki süreç aynı zamanda Kandil'in fesih ve silahsızlanma kararının nasıl pratik bulacağıyla da çok yakından ilgili. Rudaw'ın AFP tarafından da teyit edilen haberine göre, Kandil, Türkiye'de öngörülen çözüm sürecine katkı amacıyla basına açık bir silah bırakma töreni organize edecek. Törenin 3 ila 10 Temmuz arasında bir tarihte Süleymaniye'de, Irak Kürdistan'ında uluslararası medya ve siyasi parti temsilcilerinin de izlemesi bekleniyor. Törene katılan örgüt üyeleri silahlarını bırakıp silahsız olarak kamp alanlarına geri dönecek. Bu, Türkiye'nin yasal düzenlemeler konusunda harekete geçmesi için Kürt tarafında bir iyi niyet gösterisi olarak ele alınıyor.

Ancak bu büyük iyimserliğin arkasında, Fehim Taştekin'in de belirttiği gibi, sürecin en kırılma noktası gizli: Kürt hareketi, Suriye ve İran'ı silahsızlanma kapsamı dışında tutuyor. Kandil'in silah bırakma ve örgütü feshetme kararının kendilerini bağlamadığını düşünen örgütün İran uzantısı PJAK ve JAAK gibi gruplar, aynen SDG gibi, silah bırakmıyor. İsrail'in saldırılarına paralel olarak İran'da silahlı mücadele seçeneği yeniden öne çıktı ve pozisyonlar daha da güçleniyor. İran Kürdistan Demokrat Partisi, Kürdistan Özgürlük Partisi ve PJAK, olası bir savaşa hazır olduklarını ortaya koydu. PJAK, diğer iki gruptan farklı olarak daha çok öz savunma konsepti üzerinde duruyor ve Suriye'de 2012'de gördüğümüz boşluk doldurma senaryosunun İran'da da tekrarlanabileceğine dair bir değerlendirme yapılıyor. İsrail'in saldırılarına paralel olarak rejime karşı halk ayaklanması olur da Devrim Muhafızları ve Besiç güçleri merkezi kentleri korumak için Kürdistan bölgesinden çekilirse, Kürt silahlı gruplar da bu eyaletlerde ve şehirlerde kontrolü ele alabilir. Bu senaryoya göre pozisyon alanlar silah bırakır mı? Tabii ki bırakmaz!. İşte asıl büyük sarsıntı burada: Kandil'deki silahsızlanma sürecine karşın, örgütün savaş potansiyeli PJAK üzerinden İran tarafına kaydırılabilir. Bu durum, Türkiye'deki çözüm sürecini derinden etkileyecek ve İran-Türkiye ilişkilerini de değiştirebilir. Bölgedeki kartlar, bu şekilde klasik bir tabirle yeniden karılıyor, ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme mücadelesi, Ortadoğu'nun yeni ve karmaşık güç denklemleri içinde eşi benzeri görülmemiş bir yol ayrımına sürükleniyor!