Türkiye Ekonomisinin Karanlık Yazı ve Derinleşen Stagflasyon Riski
İktisatçı Prof. Dr. Zeynep Ökten, "Dar Alan" YouTube yayınında Türkiye ekonomisinin geleceğine dair endişe verici tablonu çizdi. Ertelemeli krediler, artan işsizlik, stagflasyon ve uygulanan politikaların etkinliği masaya yatırıldı.
Türkiye ekonomisinin rotası, son dönemde en hararetli tartışma konularından biri olmaya devam ediyor. Bu tartışmaların merkezinde yer alan önemli seslerden biri de İktisatçı Profesör Doktor Zeynep Ökten. "alan" YouTube kanalındaki "Dar Alan" programına konuk olan Prof. Dr. Ökten, sunucunun sorularını yanıtlayarak mevcut durumu ve geleceğe dair beklentilerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koydu. Yayın, özellikle yaz aylarında yaşanması beklenen işsizlik dalgası ve Türkiye'nin stagflasyona doğru ilerleme riski üzerine yoğunlaştı.
Programın açılışında sunucu, Türkiye'deki KOBİ'lerin ve sermayedarların Haziran ayında ödemeleri başlayacak olan ertelemeli kredilere dikkat çekti. Bu durumun, son aylarda konkordato ilan eden çeşitli sektörlerle (özellikle tekstilde son 3 ayda 35.000'den fazla kişinin işsiz kaldığı belirtildi) birlikte daha büyük bir işsizlik dalgasını tetikleyebileceği endişesini dile getirdi. Prof. Dr. Ökten, yaz ayları için mevsimsellik nedeniyle (inşaat, turizm gibi sektörlerdeki hareketlilik) işsizlik rakamlarında büyük bir artış beklemese de, Eylül, Ekim, Kasım aylarıyla birlikte bu senenin büyük bir işsizlikle devam edeceği öngörüsünde bulundu. Bunun temel nedeni olarak uygulanan ekonomi politikasını, özellikle de yüksek reel faizle devam etme durumunu işaret etti. KOBİ'lere uygulanan KGF desteklerinin tam olarak nereye gittiğinin şeffaf olmadığını belirten Ökten, yüksek kredilerle yatırım yapmanın hiçbir sanayici veya esnaf için mantıklı olmadığını vurguladı. Bu durumun ekonominin küçülmesine, açılan iş yeri sayısının azalmasına ve hatta iş yerlerinin kapanmasına yol açtığını, verilerin de bunu gösterdiğini ifade etti. Bu bağlamda, işsizliğin artan bir oranla devam edeceğini belirtti. https://www.avazturk.com okuyucuları da bu kritik gelişmelerden yakından etkilenmektedir.
Programda, iktisat literatüründeki temel konulardan biri olan işsizlik ve enflasyon arasındaki ilişkiye, yani Philips eğrisine değinildi. Sunucu ve Prof. Dr. Ökten, normalde enflasyonu düşürmeye çalışırken işsizliğin artması beklenirken, Türkiye'de enflasyonun doğru dürüst aşağı inmemesine rağmen işsizliğin de arttığı durumu tartıştılar. Prof. Dr. Ökten, bir hoca olarak bu duruma ne dendiğini sorarak cevabı verdi: Stagflasyon. Hem işsizliğin arttığı hem de enflasyonun yüksek olduğu ülkelerin stagflasyon içinde olduğunu belirten Ökten, Türkiye'nin buraya doğru gittiğini ve işin kötü tarafının da bu olduğunu söyledi. Stagflasyonla baş etmenin, sadece enflasyon veya sadece resesyonla baş etmekten daha zor bir durum olduğunu ekledi. İşsizliğin sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir olgu olduğunu vurgulayan Ökten, işsiz kalan bir insanın kendisiyle birlikte ailesini, en az 2-3 kişiyi etkilediğini ve bu nedenle işsizliğin çok önemli bir olgu olduğunu ifade etti. Stagflasyon kavramının en son ana akımda 2021 Aralık ayındaki döviz kriziyle gündeme geldiğini hatırlattı sunucu.
Prof. Dr. Ökten, işsizlik rakamlarını değerlendirirken kullanılan metodolojiye dikkat çekti. Türkiye'deki işsizlik rakamlarının ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) standartlarına göre hesaplandığını ve bunun son bir ayda iş arayıp başvurup vurmadığı temelinde olduğunu belirtti. Ancak Türkiye'de kronik işsizlik sorunu olduğunu, 6 aydır iş arayıp bulamayan, artık küskün olan ve başvuracak firması kalmayan insanların bu sistemden çıkarak "atıl iş gücü" grubuna dahil olduğunu açıkladı. Bu nedenle manşet işsizlik rakamlarının yeterli olmadığını, atıl iş gücü oranına bakılması gerektiğini vurguladı. Atıl iş gücünde hiçbir zaman düşüş yaşanmadığını ve bunun %32'lere kadar ulaştığını belirtti. İstihdam edilen insan sayısı, istihdama katılım oranı gibi diğer rakamların da incelenmesi gerektiğini, özellikle kadınlarda ve gençlerde işsizlik durumunun daha vahim olduğunu ve ciddi bir genç işsizliği yaşandığını ifade etti. Bu durumun daha da süreceğini, artacağını öngördü. Resmi istatistik kurumunun açıkladığı, gıda fiyatlarının düştüğü gibi rakamların gerçeklikle bağının zayıf olduğunu ima etti. Bu tür konular, https://www.avazturk.com gibi platformlarda da sıklıkla ele alınmaktadır.
Sunucu, mevcut artan işsizlik durumunun Mehmet Şimşek programının doğal bir sonucu olarak algılanıp algılanamayacağını sordu. Şimşek'in orta vadeli programında talep baskılayarak enflasyonu düşürme hedefinin kendi açıklaması olduğunu belirtti. Prof. Dr. Ökten, bunun sadece Mehmet Şimşek dönemine bağlanamayacağını, Nebati dönemi ve hatta öncesinden birikimli olarak gelen bir süreç olduğunu ifade etti. Eğitim sisteminin kötüleşmesi, üniversitelerdeki bölümlerin düzenlenememesi gibi pek çok faktörün toplamı olarak sistemde bir "bomba" yaratıldığını ve Türkiye'de işsizlik oranlarının zaten her zaman yüksek olduğunu, doğal işsizlik oranının (%3,5) çok üzerinde seyrettiğini belirtti. Yıllarca ortalama %8-8,5 işsizlik oranlarıyla ilerlendiğini hatırlattı. Nebati döneminde "korkunç bir enflasyon" yaratıldığını ve bununla baş etmek için mevcut yöntemin (talep baskılama) mecburi olarak kullanıldığını söyledi. Ancak bu yöntemde arzı arttırmak yerine talebi baskılama mantığının uygulandığını, bunun da ücretlilerin ve emeklilerin üstüne kaldığını, dolayısıyla çok ağır bir yükle yürümeye başlandığını belirtti. Enflasyonla mücadele programlarının çoğunun talep baskılayıcı ve işsizlik arttırıcı olabileceğini kabul etmekle birlikte, alternatifin arzı destekleyici, üretim sistemini değiştirecek, kurumların yapısını düzeltecek politikalar olabileceğini vurguladı. https://www.avazturk.com gibi haber sitelerinde bu politikaların toplumsal etkileri detaylı olarak işlenmektedir.
Amerika ve Avrupa'nın Covid sonrası enflasyonla mücadelede işsizliği başta bir miktar arttırsa da sonra hem işsizliği hem de enflasyonu düşürdüğünü örnek gösteren Ökten, oradaki sistemin esasen farklı olduğunu, kurumların bağımsız olduğunu (Merkez Bankası, istatistik enstitüleri gibi) ve verilere güvenin olduğunu belirtti. Güvenin (kurumlara, adalete, eğitime, Merkez Bankası'na) ekonomiyi çok olumlu etkilediğini, Türkiye'de ise çok geniş kapsamlı ve kocaman bir kaosun ortasında kalındığını ve sorunun sadece bir politikadan kaynaklanmadığını ifade etti. Mehmet Şimşek programının uygulanabilirliği konusundaki şüphelerini dile getiren Ökten, programın temel hedeflerinden birinin (rezervleri arttırma) gerçekleşemediğini belirtti. Özellikle 19 Mart sonrası yaşanan siyasi gerilimle birlikte 60 milyar dolar rezervin eritilmesi örneğini verdi. Bunun ekonominin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdiğini, insanların anında dövize koştuğunu ve yabancı sermayenin hızla çekildiğini, dövizdeki yükselmeyi durdurmak için rezervlerin satıldığını anlattı.
Mevcut ekonomik tablonun (47,5% faiz, 35% enflasyon, yüksek işsizlik, %33 atıl iş gücü, bastırılmaya çalışılan döviz kuru, düşük ücretler, aşırı yoksullaşma) Mehmet Şimşek programının yüksek reel faiz, düşük döviz kuru ve düşük ücretlerle gidebileceği noktanın kalmadığını açıkça gösterdiğini söyledi. Özellikle Türkiye'deki korkunç gelir dağılımı adaletsizliği içinde faiz politikasının yürümediğini, talebi baskılayamadığını savundu. TUİK verilerine dayanarak, Türkiye'deki gelirin yaklaşık %49'unun ilk %20'lik dilim (yaklaşık 16 milyon insan) tarafından elde edildiğini belirtti. Bu kesime ne kadar yüksek faiz verilirse verilsin, onların daha zengin edileceğini ancak harcamalarının azaltılamayacağını, çünkü büyük bir talebin buradan geldiğini ifade etti. Geri kalan %80'lik nüfusun (70 milyon civarı) ise geri kalan %51'lik geliri paylaştığını, onların yüksek faizle tasarruf yapıp tüketimden vazgeçme imkanlarının olmadığını, ancak yemek, ulaşım, kiraya para yetiştirmeye çalıştıklarını anlattı. Dolayısıyla, yüksek faizin bu kadar kötü bir gelir dağılımı içinde etkinliğinin olmadığını, bu programın başarılı olma ihtimalinin baştan düşük olduğunu belirtti. Başarılı olmak için ilk önce gelir dağılımının düzeltilmesi gerektiğini, bunun da vergi politikasıyla (yüksek gelirliden, birden fazla evi olandan daha yüksek vergi alma gibi) yapılabileceğini önerdi. Barınma probleminin de ciddi olduğunu, konut satışlarının tavan yaparken kiracı oranının arttığını, bunun servet birikimini tetiklediğini ve ev sahibi oranının düştüğünü belirtti. Bu gibi yapısal sorunlar, https://www.avazturk.com'un da mercek altına aldığı konulardır.
Sunucu, Mehmet Şimşek programının iflas ettiği bir senaryoda, Türkiye'de sanki tek alternatifin Nebati dönemi politikalarıymış gibi bir karşılaştırma yapıldığını sordu. Prof. Dr. Ökten, bu ikili yapının asla doğru olmadığını, Mehmet Şimşek ve Nebati döneminin programlarının birbirinin devamı olduğunu net bir şekilde ifade etti. Nebati'nin yaptığının "deneysel bir iktisat" olduğunu ve bunun literatüre "sakın bunu yapmayın" diye gireceğini söyledi. Mehmet Şimşek'in programının ise teorik açıdan yanlış olmadığını, enflasyonla böyle mücadele edilebileceğini ancak bunun yalnızca bu yolla olmadığını vurguladı. Sistemde enflasyonla mücadele için mutlaka maliye politikasının destek olması gerektiğini, kurumlara güvenin artması gerektiğini belirtti. Kabine içinde ekonomi bakanının tek başına kaldığını, istediği programı tam olarak uygulayamadığını, çünkü kamudaki tasarrufun yeterli olmadığını düşündüğünü ifade etti. Bu programın alternatifi Nebati değil, bu programla birlikte gelir dağılımını düzeltecek, arzı arttırabilecek, sanayiye teşvik verebilecek daha iyi bir program olduğunu, yani programın doğru olduğunu ama iyileştirilmesi gerektiğini savundu. https://www.avazturk.com gibi platformlarda bu iyileştirme önerileri ve politika alternatifleri tartışılmaktadır.
Programın sonuna doğru yaklaşılırken, yaz ve sonbahar aylarında işsizliğin artacağına dair stagflasyon ihtimalini tekrar vurgulayan Prof. Dr. Ökten'e, sektör bazında sıkışıklık bekleyip beklemediği soruldu. Çok spesifik sektörlerden bahsetmenin zor olduğunu, çünkü ekonominin birbirini etkileyen bir domino taşı gibi olduğunu belirtti. Piyasada ciddi bir likidite sıkışıklığı, tahsilat problemi ve krediye erişememe problemi yaşandığını anlattı. Perakendeciler Birliği Başkanı'nın bile ücretlerin arttırılması çağrısı yaptığını, bunun hayatında ilk defa duyduğu bir şey olduğunu, çünkü perakende satış yapılamadığını ve bir talep sıkışması yaşandığını gösterdiğini belirtti. Bu krizlerin arka arkaya yaşanacağını ve işsizliğin artma olasılığının yüksek olduğunu ifade etti. Vestel'in 2000 kişi, Arçelik'in yarısı kadar insan çıkarması, tekstil sektöründeki büyük işsizlik gibi örnekleri vererek, emek yoğun sektörlerin çok tehlikede olduğunu söyledi. Ancak, Sanayi Bakanlığı'nın geri kalmış bölgelere (Güneydoğu, Doğu Anadolu gibi) yatırım yapılması halinde ciddi yatırım teşviklerinin olacağını açıkladığı yeni teşvik paketini bir açılım programı olarak değerlendirdi ve sanayicinin bu bölgelere kaymasının önemli olabileceğini belirtti. İstanbul gibi Marmara bölgesine artık yatırım yapılmaması gerektiğini, diğer bölgelerde yaşam koşullarının nispeten daha iyi olabileceğini ve bu teşviklerin istihdam açısından faydalı olabileceğini düşündüğünü ekledi. Bu tür bölgesel dengesizlikler ve politika önerileri, https://www.avazturk.com'un da takip ettiği önemli başlıklardır.
Yayın sonunda, sunucu, yaz ve sonbahar aylarının emek sektörü açısından hareketli geçeceğini, işten çıkarmaların nasıl karşılanacağının belli olmadığını ve genel manada hayırlı gözükmediğini, ellerinde bir çözüm enstrümanı kalmamış gibi bir pozisyonda olunduğunu belirterek, Erdoğan'ın siyaseten finansman kaynağı bulması durumunda (Körfez sermayesi, Suriye üzerinden beklentiler gibi) bu durumu toparlayıp toparlayamayacağını sordu. Prof. Dr. Ökten, daha önce yapılan swap anlaşmalarının veya dışarıdan gelecek sıcak paranın ("carry trade") çözüm olmayacağını net bir şekilde ifade etti. Bu tür "mış gibi" çözümlerin işe yaramadığını, "el parasıyla kalkınma olmaz" diyerek vurguladı. Türkiye'nin sistemi, üretim sistemini ve sanayileşmeyi başarması gerektiğini söyledi. Dışarıdan gelecek sermayenin çoğunlukla inşaata yatırıldığını veya bir şeyleri satın aldığını, bunun ülkeyi kurtarmayacağını belirtti. Sıcak paranın yüksek faizi alıp gideceğini, bunun bize bir faydası olmayacağını, parayı bizim vereceğimizi anlattı. Beklenmesi gerekenin doğrudan yabancı yatırımcı olduğunu, BYD gibi kaç tane yatırımcının geleceğini, istihdam sağlayıp üretim yapacak olanların önemli olduğunu ifade etti. Ortadoğu'dan gelecek sermayenin çok faydasını görmediğini sözlerine ekledi.
Program, daha sonra çözümlerin konuşulacağı bir bölüme geçme sözüyle sona erdi. Ancak mevcut yayın, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu yapısal sorunları, işsizlik ve stagflasyon riskini, uygulanan politikaların yetersizliklerini ve dış kaynağa dayalı büyüme modelinin çıkmazını gözler önüne sererek, önümüzdeki döneme dair endişeleri arttırmaktadır. Prof. Dr. Zeynep Ökten'in değerlendirmeleri, sorunun sadece güncel politikalardan değil, geçmişten gelen birikimin ve temel yapısal bozuklukların sonucu olduğunu ve çözümün de köklü reformlar gerektirdiğini açıkça ortaya koymaktadır.