TÜRKİYE NEFESİNİ TUTTU: PİYASALAR KAYNIYOR, SİYASETİN KALBİNDE BÜYÜK FIRTINA!

TÜRKİYE NEFESİNİ TUTTU: PİYASALAR KAYNIYOR, SİYASETİN KALBİNDE BÜYÜK FIRTINA!

Türkiye, 30 Haziran'a kilitlenmişken, ana muhalefet partisi CHP'deki 'şaibeli kurultay' davası ve iç çekişmeler ülkeyi derinden sarsıyor. Ekonomik krizin gölgesinde yükselen siyasi tansiyon, hapisteki Ekrem İmamoğlu'nun yürek yakan isyanı ve iktidarın...

Tüm Türkiye, 30 Haziran tarihine kilitlenmiş durumda. Herkesin gözü, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) uzun süredir gündemden düşmeyen ve giderek karmaşıklaşan "şaibeli kurultay" davasına çevrilmişken, ülkenin siyaset sahnesinde yaşanan gerilim ve ekonomik çalkantılar derinlemesine bir analizi kaçınılmaz kılıyor. Bu gelişmeleri aktarırken, gözden kaçan detayları ve piyasalar üzerindeki etkilerini de mercek altına alıyor, bu haber makalesinin devamının sürprizlerle dolu olduğunu belirtmek istiyorum.

Özlem Gürses'in YouTube kanalındaki son yayınında dile getirdiği gibi, bu davanın sürekli erteleneceği yönündeki beklenti oldukça güçlü. Kendisi, “ben erteleceğini düşünüyorum çünkü ertelenmiş bir şaibeli kurultay sürecinin aslında iktidarın daha fazla elini artıracağını yükselteceğini CHP'nin içerisinde şimdiden başlayan karmaşıklığın çatışmanın gerginliğin muhalif seçmen üzerinde yaratılmış olan öfkenin sürdürülebilmesi için bu duruşmanın sürekli sürekli ertelenmesi gerekecektir” ifadeleriyle bu tahmini destekliyor. Gerçekten de, Şamil Tayyar gibi isimlerin de işaret ettiği üzere, davanın arkasındaki amacın CHP'yi bölmek olduğu iddia ediliyor. Tayyar, eski bir AK Partili olarak, "CHP Grup Başkan Vekili Murat Emir bu oyun sarayda kurulmuş CHP'yi bölmeye yönelik diyor" şeklindeki ifadeleri aktarıyor. Bu “oyun” olarak adlandırılan mutlak butlan davasında şikayetçilerin ve itirafçıların CHP delegeleri olması, hatta eski genel başkanın bile mutlak butlan kararını bekliyor olması dikkat çekici. Hatta öyle ki, külliyeden ve AK Parti'den kayyım kararı için etkili dost arayan CHP'lilerin varlığına dair “acayip iddialar” da dile getiriliyor. Tüm bu temel aktörlerin CHP’li olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO zirvesinden dönerken sarf ettiği “Bizans'ta oyun bitmez, CHP'de kavga bitmez” sözlerini akıllara getiriyor. Ancak Sayın Gürses, bu sözlerin bir cumhurbaşkanına yakışmadığını, zamansız ve şık olmadığını vurguluyor.

Sözcü gazetesinin "Sadece kurultay değil CHP topyekün hedefti" manşetiyle de belirtildiği üzere, aslında ana mesele CHP'siz bir Türkiye yaratma hedefi gibi görünüyor. CHP'nin ana muhalefet partisi, şu anda en güçlü iktidar alternatifi ve anketlerde birinci parti konumunda olması, belli çevrelerin kimyasını bozmuş durumda. Hatta bir dönem CHP içinde “bu CHP müze olsun” diyen “evvel akıllılar” bile vardı. Ancak bugün geldiğimiz noktada, demokratik bir parlamenter sisteme dönüşün ancak CHP ile mümkün olabileceği artık herkes tarafından anlaşılmış gibi duruyor. Bu bağlamda, Mansur Yavaş gibi isimlerin bile, ülkücü geçmişine rağmen CHP'nin kitle partisi kimliğini benimsemesi ve farklı fraksiyonları barındıran bir koalisyon partisi olduğunu anlaması önemli bir gelişme. Bu karışık siyasi denklemi ve iç çatışmaları daha iyi anlamak için https://www.avazturk.com gibi bağımsız medya kuruluşlarının analizleri de önem taşıyor.

İçeride yaşanan bu karmaşa, Silivri Cezaevi'nde 100 gündür tutuklu yargılanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu da derinden etkiliyor. İmamoğlu, hücresinden gelişmeleri takip ederken, sık sık kendisini ziyaret eden milletvekilleri ve avukatları aracılığıyla dünya ile iletişim kuruyor, hatta İsmail Saymaz'a avukatları üzerinden sorularına cevap veriyor. Sayın İmamoğlu’nun, Kemal Kılıçdaroğlu'nun son dönemdeki röportajlarına istinaden söylediği sözler adeta bir isyan niteliğinde: “Yol arkadaşı kader arkadaşı aynı ideallere koşan insanlar birbirlerine öyle izlerim bakarım beklerim davayı takip ederim şeklinde davranamaz. Bu sözler kişiliğime mertliğime mücadele azim ve kararlılığıma uymaz. Mevzu bahis vatansa gerisi teferruat. Bu sözleri kabul etmem edemem. Çok içimi yaktı. Tarifsiz şekilde kötü hissediyorum”. Oysa Kılıçdaroğlu'nun cezaevinde İmamoğlu'nu ziyaretinden sonra muhalif seçmen büyük umutlanmış, yeni bir yolculuk beklentisi içine girmişti. Ancak İmamoğlu, o görüşmede “başka şeyler konuştuk” diyerek, dışarıdan söylenenlerin tam tersi bir tonda ayrıldıklarını belirtiyor. İmamoğlu, cezaevinde her gün bir “itirafçı” haberine uyandığını, bu durumun kendisini son derece üzdüğünü ve rahatsız ettiğini dile getiriyor. Bu itirafçıların çoğunun eski AK Partili İBB yönetimiyle işbirliği yapmış, hatta ihale almış isimler olması da durumun vahametini artırıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun beklediği güçlü desteğin gelmemesi de dikkat çekici bir diğer nokta. Kurultay duruşması öncesinde en az 30-40 milletvekilinin Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceği düşünülürken, şu ana kadar İzmir Milletvekili Mahir Polat'ın da aralarında bulunduğu sadece 10 milletvekili bu yönde paylaşımlar yapmış durumda. Mahir Polat, Twitter hesabından “Kemal Kılıçdaroğlu demek hak için halk için dünyanın en uzun adalet yürüyüşünü yapmak demektir... partimizin Harimi İsmetinde boğulacaktır” gibi sert ifadelerle destek verirken, Kılıçdaroğlu'nun yakın kurmaylarından Oğuzhan Salıcı'nın "partiyi bölen böldüren partinin yani CHP'nin zarar almasını sağlayan ya da buna zemin eee eee açacak olan hiçbir şeyin içinde olmayız" şeklindeki net açıklaması, Kılıçdaroğlu için şaşırtıcı olabilir.

Tüm bu siyasi çalkantılar sadece siyaseti değil, piyasaları ve ekonomiyi de derinden etkiliyor. Bu tutuklamaların ve siyasi gerilimin hem iktidar hem de muhalefet açısından ciddi bir ekonomik maliyeti olduğu açık. Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimlerin piyasalar üzerindeki etkisi ise inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Kütahyalı’nın, 30 Haziran’daki mutlak butlan kararının çıkmayacağını ve Eylül-Ekim aylarına erteleneceğini tahmin etmesi üzerine, Barış Soydan’ın tweet’ine göre borsa yükselmiş, özellikle İş Bankası hisselerinde olumlu bir seyir gözlenmiş. Daha önce, Kütahyalı'nın CHP'ye kayyım atanma ihtimalini yazmasının ardından piyasalarda dramatik bir düşüş yaşandığı düşünüldüğünde, bu durum siyasi gelişmelerin piyasalar için adeta bir "deney" haline geldiğini gösteriyor. Davanın uzatılması, iktidarın elini güçlendiren ve CHP'nin içini karıştırarak sürekli gündemde tutulabilecek bir aparat işlevi görürken, piyasaların da kontrol altında tutulmasına olanak sağlıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın piyasalar ve ekonomiyle başı büyük dertte. Göybaşı Belediye Başkanı Yakup Odabaşı gibi isimlerin de vurguladığı gibi, vatandaşların tek ve yegane derdi geçim. Ekonomiyi düzeltemeyen, Mehmet Şimşek'in beklenen etkiyi yaratamadığı bir ortamda, emeklilerin hala perişan olması ve Türk-İş'in grev hazırlığında olması tablonun vahametini artırıyor. Yabancı yatırımcıyı çekemeyen iktidar, kendi genetiklerine dönerek kutuplaştırma, çatışma ve tansiyonu yükseltme yoluna gitmiş durumda.

İşte tam da bu ortamda, dünyanın en önemli ve prestijli uluslararası ekonomi yayın organlarından biri olan Financial Times, Erdoğan'ı ve içinde bulunduğu durumu manşetine taşıdı. Financial Times, Türkiye ekonomisindeki dramatik tabloyu gözler önüne seriyor: Son dört yılda Türk Lirası'nın dramatik bir şekilde değer kaybettiği, Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşunun cirolarının üçte birini kaybettiği, işsizliğin çok ciddi şekilde yükseldiği ve daha da yükseleceği, tahsil edilemeyen kredi borçlarının sürekli arttığı ve şirketlerin birbirlerini daha stresli günler için uyardığı belirtiliyor. Ancak makalenin en çarpıcı cümlesi, ülkenin içinde bulunduğu ruh halini özetliyor: "Even some of the countries mental health professionals have given up hope" yani "Ülkede ruh sağlığı ve psikoloji danışmanlığı yapan uzmanlar bile umudunu kaybetmiş durumdalar". Financial Times'ın bu önemli analizindeki nihai ve en şok edici sonuç ise, Erdoğan'ın elinde böyle bir ortamda tekrar seçim kazanmak için tek yöntemin, siyasi tansiyonu sürekli ve yeniden yükseltmek gibi bir seçenek kaldığını yazmasıdır. Bu, Türkiye'nin geleceğine dair büyük bir belirsizliği de beraberinde getiriyor.