Türkiye'yi Büyük Dönüşüme Hazırlayan Küresel Plan Ortaya Çıktı

Türkiye'yi Büyük Dönüşüme Hazırlayan Küresel Plan Ortaya Çıktı

Ekonomist Dr. Cüneyt Akman ve Zeynep Ulukaya'nın Para Analiz'deki çarpıcı değerlendirmeleriyle Merkez Bankası'nın faiz kararı, Türkiye sanayisinin çıkmazı ve İsrail-İran savaşının dünya ekonomisine etkileri mercek altına alındı. Bu savaşın Çin ile nihai..

Türkiye'nin ekonomik gidişatı, uluslararası siyasetin en çalkantılı dönemlerinden birinde adeta bir dönemeçten geçiyor. Merkez Bankası'nın faiz kararından Ortadoğu'da yükselen savaş rüzgarlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede, ülkemiz küresel ölçekte büyük bir yeniden yapılanmanın ortasında kritik bir sınav veriyor. Ekonomi uzmanları, bu sürecin sadece anlık tepkilerle değil, geleceği şekillendirecek stratejik adımlarla yönetilmesi gerektiğini vurgularken, uluslararası arenada sergilenen politikaların ülke ekonomisi üzerindeki potansiyel etkileri, her zamankinden daha fazla merak uyandırıyor. İç ve dış dinamiklerin iç içe geçtiği bu tabloda, Türkiye'nin doğru adımları atarak küresel kaos ortamından güçlenerek çıkıp çıkamayacağı sorusu, tüm dünyanın gözünü bu coğrafyaya çeviriyor.

Geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası'nın politika faizini %46'da sabit tutma kararı, ekonomist Dr. Cüneyt Akman tarafından piyasanın çoğunluğunun beklediği bir gelişme olarak değerlendirildi. Ancak Dr. Akman, karar öncesinde yaptığı sosyal medya paylaşımında, kendisi olsaydı faiz koridorunda (Merkez Bankası'nın borç verme ve borç alma faizleri arasındaki açıklık) biraz oynama yapabileceğini, hatta daraltabileceğini belirtmişti. Yine de bu tercih edilmedi. Akman, para politikası karar metninde sıklıkla atıfta bulunulan makro ihtiyati tedbirlerle, savaşın getirdiği olumsuz etkilere karşı piyasada belli bir gevşemenin gerekliliğini düşündüğünü ifade etti. Asıl önemli noktalardan biri ise, piyasanın büyük ölçüde beklediği gibi, Merkez Bankası tarafından Temmuz ayında faiz düşüşüne gidileceği beklentisiydi. Hatta Dr. Akman, bu durumun "herkesin bildiği bir sır" olduğunu, çünkü Türk sanayisi ve iş aleminin genel olarak bu faiz oranlarında ayakta kalmakta zorlandığını dile getirdi. Beklentilere göre, faiz indirimlerinin Temmuz'dan başlayarak yıl sonuna kadar devam etmesi bekleniyor.

Ancak bu faiz indirimleri sürecinin de kendi içinde büyük riskler barındırdığına dikkat çekiliyor. Dr. Cüneyt Akman, Merkez Bankası'nın döviz kurunu adeta frene basarak tuttuğunu, ancak bunun uzun süre sürdürülemeyeceğini ifade etti. Yıl sonuna doğru, finansman giderlerini faiz düşüşleriyle azaltmaya çalışırken, bunun döviz tarafında ciddi sorunlar yaratabileceği uyarısı yapıldı. Özellikle tekstil gibi sektörlerdeki rekabetçi yapı, düşük kurla sürdürülebilir ihracat yapmanın önünde engel teşkil ediyor; zira Türk sanayisinin ithal girdi maliyeti çok yüksek ve kur yükseldiğinde bu durum hem enflasyon hem de ithalat kanalıyla sanayiyi çok şiddetli vuruyor. Dr. Akman, geçmişte denenen "radikal hareketler" ya da "mucize formüller" yerine, tıpkı ince ayar (fine tuning) mantığıyla hareket edilmesi gerektiğini vurguladı. Ekonominin, "usuletle ve suhuletle" yani akıllıca ve dikkatle ele alınması gereken hassas bir dengeye ulaştığı, eski dönemlerdeki gibi (Nebati veya Berat Albayrak dönemi) "aşırıya kaçmadan" davranılması gerektiği belirtildi, aksi takdirde ciddi kur şoklarının yaşanabileceği uyarısı yapıldı. Bu noktada daha fazla detay ve farklı perspektifler için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca, Mehmet Şimşek'in mevcut programının yetersiz kaldığı ve halkın cebinden vergi yoluyla para çekmek yerine, bireylerin ve iş aleminin kendi kaynaklarını daha iyi kullanacakları bir ortam yaratılması gerektiği de dile getirildi.

Tüm bu ekonomik gelişmelerin arka planında, Ortadoğu'da haftalardır süren İsrail-İran gerilimi ve bunun küresel etkileri dikkat çekiyor. Dr. Cüneyt Akman, bu savaşın "çok planlanmış bir savaş" olduğunu ve "İbrahim anlaşmalarıyla İsrail'in önündeki tüm Arap engellerinin teker teker kaldırıldığını" öne sürdü. Arap dünyasının İsrail'e karşı sözde duruşu ile fiili iş birlikleri arasındaki "ikiyüzlülüğe" değinildi. Akman, Türkiye'nin bu savaşın içine fazlaca girmesinin, ülkeye gelen fonları riskli hale getireceğini ve bunun "akıllıca bir tutum" olmadığını belirtti. Türkiye'nin daha önce Ukrayna-Rusya savaşında sergilediği arabuluculuk rolünü bu durumda da oynamasının beklendiği, ancak şimdilik bunda başarılı olunamadığı dile getirildi.

Dr. Akman'a göre, İsrail-İran arasındaki bu gerilim ve Hamas'ın 7 Ekim saldırısı, "bambaşka bir savaşın prelüdü, önsözü, peşrevi" niteliğinde. Tıpkı 11 Eylül saldırısının Amerika'nın Afganistan işgali gibi büyük operasyonlara girişmesinin mazereti olarak kullanılması gibi, 7 Ekim saldırısının da İsrail'in istediği ve daha büyük bir operasyonun bahanesi olarak kullanıldığı iddia edildi. Bu operasyonun Gazze ile sınırlı olmadığı, çok daha büyük bir resmin parçası olduğu belirtildi. Asıl meselenin İran'la ilgili olduğu, ancak daha da önemlisi, İran rejiminin değiştirilmek istenmesinin çok büyük bir ekonomik güç değişimi anlamına geldiği vurgulandı.

Ve işte tüm bu karmaşık jeopolitik ve ekonomik denklemin merkezindeki asıl mesele: Bu savaş, aslında Çin ile ilgili olan büyük bir mücadelenin öncüsü! Dr. Cüneyt Akman'ın ifadesiyle, "İran'la olan savaş aslında Çin'le olan savaşın peşrevi, Çin'le savaşılmak için İran'la hesaplaşılıyor". Akman, Çin'in "Kuşak Yol Projesi"ni hatırlatarak, bu projenin Çin mallarının Avrupa'ya akışını sağlayan modern bir İpek Yolu olduğunu ve dünya ticaret yollarını kimin kontrol ettiğinin "dünyanın kaptanı" olmak anlamına geldiğini vurguladı. Eğer İran rejimi değiştirilir ve Batı blokuna geçerse, bu durum Kuşak Yol Projesi'ni yürütmeyi zorlaştıracak ve Çin'in İran petrolüne erişimini etkileyecek. Bu büyük saldırının, Çin, Rusya ve İran blokunu parça parça etme amacı taşıdığı dile getirildi ve Türkiye'ye de bu konuda bir yer verildiği, dolayısıyla Türkiye'nin son derece akıllı davranması gerektiği belirtildi.

Dr. Akman, Türkiye'nin bu jeopolitik satrançta bir tarafın "piyonu" gibi davranmaması gerektiğini, Menderes döneminde, 1971-72 askeri yönetimi veya 80 sonrası Özal döneminde yapıldığı gibi Batı'nın piyonu olmaktan kaçınılması gerektiğini vurguladı. Türkiye'nin "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesinin savunucusu olmak zorunda olduğunu ve klasik Atatürkçü çizgiye dönmesi gerektiğini ifade etti. Bu aktif politikanın, dünyayı çılgın bir savaştan kurtarmaya çalışmak, kurtarılamıyorsa da en azından bölge ülkelerini ve Türkiye'yi kurtarmaya çalışmak anlamına geldiğini belirtti. Akıllıca davranılması durumunda, tıpkı Avrupa birbirini öldürürken İsviçre'nin savaş dışında kalarak ekonomik sıçrama yapması gibi, Türkiye'nin de Ortadoğu ve Balkanlar'ın "İsviçre'si" olabileceği, bunun muazzam bir ilerleme potansiyeli taşıdığı dile getirildi. Nihai olarak Dr. Akman, hayatta en hakiki mürşidin ilim ve fen olduğunu hatırlatarak, teknoloji ve rasyonel politikaların önemini vurguladı. Tedarik zincirlerindeki bozulmaların yakın bölgelerdeki tedarikçilerin önemini artırdığını ve Türkiye'nin Avrupa ile Ortadoğu pazarlarına büyük satışlar yapabileceği bir fırsat yakaladığını belirtti. Tüm bu sürecin sonunda, Dr. Cüneyt Akman'ın da altını çizdiği gibi, Türkiye'nin gelecekteki büyük ekonomik sıçraması ve küresel arenadaki konumu, Merkez Bankası'nın faiz kararlarından başlayıp, döviz kuru politikalarına, bölgesel savaşlara ve en önemlisi Çin ile Batı arasındaki büyük jeopolitik hesaplaşmaya kadar uzanan bu karmaşık denklemdeki doğru ve akılcı stratejilere bağlı olacak. Türkiye'nin ekonomik kaderi, küresel güç dengelerindeki bu büyük dönüşümde atılacak her adımla yeniden yazılacak!