Vaktiyle bir atsız varmış…
Türkolog, fikir adamı, tarihçi, şair ve roman yazarı Hüseyin Nihal Atsız 12 Aralık 1975 tarihinde hayatını kaybetti.
12 Ocak 1905’te İstanbul’da doğdu. Ailece, babası deniz binbaşı Nail Bey tarafından Gümüşhaneli Çiftçioğulları’na, annesi Fatma Zehra Hanım ile Trabzonlu Kadıoğullarına çıkmaktadır. İlköğrenimini Fransız ve Alman okulları ile Gazi Hasan Paşa mektebi ve Haydarpaşa’daki Osmanlı İttihad Mektebi’nde, orta öğrenimini ise Kadıköy ve İstanbul Sultanisinde tamamladı.
Türk tarihi ve edebiyatı ile ilgili araştırmalara merak sarıp yolunu seçmiş bulunduğundan 1926’da Edebiyat Fakültesi’ne kaydoldu. Taşkışla’da vatani hizmetini tamamladıktan sonra 1927’de döndüğü fakülte ve onunla birlikte devam ettiği Yüksek Muallim Mektebi’nden 1930’da mezun oldu. Çalışmaları ile takdirini kazandığı hocası Fuad Köprülü tarafından Türkiyat Enstitüsü’ne asistan alındı.
1932’de Ankara’da Birinci Tarih Kongresi’nde hocası Zeki Velidi Togan’ın Güneş-Dil Teorisi’ne karşı çıktığı için Dr. Reşid Galib’in ilmini ve hocalığını küçümseyip aşağılamaya kalkışmasından kendisine protesto telgrafı çekti. Telgrafta “Velidi’nin talebesi olmakla iftihar ederiz” dedi. Reşid Galip, Milli Eğitim Bakanı olunca Nihal Atsız’ı üniversiteden atmak için fırsat kolladı. Atsız Mecmua’nın 17. sayısındaki ‘Darülfünun’un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi’ makalesini bahane ederek üniversite asistanlığına son verdi (13 Mart 1933).
Hüseyin Nihal, önce Malatya Ortaokulu’nda Türkçe, sonra Edirne Lisesi’ne edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Burada Orhun dergisini yayınlayan Atsız, liselerde ders kitabı olarak okutulan tarih kitaplarını eleştirdiği için bakanlık emrine alındı (28 Aralık 1933). Orhun dergisi de Bakanlık Kurulu kararı ile kapatıldı.
9 Eylül 1934’te Kasımpaşa’da Deniz Gedikli Hazırlama Okulu Türkçe öğretmenliğine tayin edildi. Bu hengâmede Bedriye Hanım’la evlenen Atsız’ın daha sonra iki oğlu dünyaya geldi (Bedriye Hanım, Atsız’ın Mehpare Hanım’dan sonraki ikinci eşi). Devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki himaye gören komünistler hakkında yayımladığı iki açık mektubu yurt çapında büyük ses getirdi. İstifaya çağırdığı Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından hocalığına son verildi (7 Nisan 1944).
Nihal Atsız’ın “vatan haini” diye bahsettiği Sabahattin Ali’nin aleyhinde açtığı dava dolayısıyla Ankara’ya gelişi gençlik arasında heyecan dalgalanışına sebep oldu. 3 Mayıs 1944 günü Atsız ve milliyetçilik lehine gösterilerin daha da büyümesi üzerine gençlik kesiminde geniş tutuklamalara girildi. Altmış beş oturum devam eden davada Atsız altı buçuk yıl ağır hapse mahkum edildi. İkinci Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 1946’dan itibaren yeniden ve tutuksuz olarak görülmeye başlanan dava 31 Mart 1947’de Hüseyin Nihal ve yirmi iki sanığın beraatı ile sonuçlandı.
1 Nisan 1969’da kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 11 Aralık 1975’te bir kalp krizinden hayatını kaybetti. İnandığı dava yolundaki mücadeleleri, bu gaye peşinde kırk sekiz yıl boyunca çalışan yorulmaz kalemi Atsız’ı Türkçü düşünüşün Cumhuriyet yıllarında en kuvvetli temsilcisi ve önderi yaptı.
Hüseyin Nihal, Türkiye sınırları dışında Çin’e kadar yabancı devletlerin boyunduruğunda yaşayan Türklerin kaderi ve Türk dünyasının birliği meselesi birinci planda yer tutar. Atsız’ın milliyetçiliğinde yüksek ahlak en başta gelen prensiplerden biridir. Milletin temelinin ahlak olduğunu ısrarla söyleyen Atsız, Türklüğün etrafını sarmış düşman milletler ve kuvvetler karşısında ancak yüksek ahlaklı, disiplinli, uyanık bir tarih şuuruna sahip, askeri terbiyesi gevşememiş bir millet olmakla ayakta kalabileceğimizi zihinlere sokmaya çalışır.
Görüşlerinin büyük kısmı ile İslami ahlak prensiplerine uygun düşmesine rağmen Nihal Atsız, İslami duyarlılığa uzak bir tutum içinde göründü. Bunun sonucu olarak bilhassa hayatının son yıllarında İslami ve dini meselelerde saygısızlığa gidecek derecede aşırı, hatta bazı konularda inkara varan yazılar kaleme aldı.
MUHAMMED YENİGÜL/ AVAZTÜRK