Adaletsizliğin Gölgesinde, Ekonominin Çöküşünde Saklanan Şok Edici Gerçekler Ortaya Çıkıyor!

Adaletsizliğin Gölgesinde, Ekonominin Çöküşünde Saklanan Şok Edici Gerçekler Ortaya Çıkıyor!

Türkiye'de artan hayat pahalılığı, zehirli siyasi atmosfer, adaletsiz uygulamalar ve gelir adaletsizliği arasındaki derin bağlantıları mercek altına alıyoruz. Mehmet Şimşek'in ekonomi yönetiminden Kemal Kılıçdaroğlu'nun parti içi mücadelesine, gazeteciler

Türkiye, son yıllarda benzeri görülmemiş bir ekonomik ve toplumsal dönüşümün sancılarını yaşarken, vatandaşın gündeminden düşmeyen temel meseleler, aslında çok daha derin ve şok edici bir gerçeğin parçalarını oluşturuyor. Bu makalede, ülkenin dört bir yanından gelen sesleri bir araya getirerek, göz ardı edilen veya yeterince vurgulanmayan kritik noktaları mercek altına alıyor, tüm detaylarıyla inceleyecek ve sizi şaşırtacak sonuçlarla buluşturacağız. Hazırlanın, çünkü bu sadece bir haber değil, Türkiye'nin bugününü ve geleceğini anlamak için kaçırılmaması gereken bir analizdir ve detaylar devam etmektedir.

Her geçen gün artan hayat pahalılığı, özellikle düşük ve orta gelirli vatandaşlar için yaşamı bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürmüş durumda. "Bedel ödeyerek hayatına devam edenler" ile "bacak bacak üstüne keyfini sürenler" arasındaki keskin ayrım, sokaktaki çarşı pazardaki manzaralarla apaçık ortada. Bahar Feyzan'ın da dikkat çektiği gibi, kirazın tanesinin 12 liraya, kilosunun 400-500 liraya gelmesi sıradan bir durum haline gelirken, halkın büyük bir kesimi için pazar alışverişi, Amerikalıların tabiriyle "window shopping"e yani sadece vitrin bakmaya dönüşmüş durumda. Ancak tablo sadece kişisel harcamalarla sınırlı değil; ekonomi uzmanı Onur'un verilerine göre, 2025 bütçesinin ilk 5 ayında devlet giderleri yüzde 43.5 oranında artış gösterirken, ödenen faizler yüzde 75.3 artışla, toplanan her 100 liralık verginin 21 lirasının faize gitmesine neden oluyor. Sadece Nisan ayında 9.9 milyar dolarlık dış ticaret açığı ve 7.9 milyar dolarlık cari açık yaşanırken, kamu içerisinde herhangi bir tasarrufun olmaması eleştirilerin odağında yer alıyor. "Devlet sübvanse ediyor" denen her durumun aslında vatandaşın cebinden çıkan para olduğu gerçeği, Onur tarafından "bir cebinden alıp diğer cebine koymak" olarak özetleniyor.

Bu ekonomik buhranın yanı sıra, siyasi arenadaki çalkantılar ve parti içi hesaplaşmalar da ülkenin gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun durumu, "gelsin mi gitsin mi" tartışmalarıyla sıkça dile getirilirken, kendisi hakkında "AK Parti'nin adamı" olduğu yönündeki yorumlar dikkat çekiyor. Kılıçdaroğlu'nun, Murat Emir'in ifadeleriyle "Saraya yakın bir konuma geldiği" ve hatta "sarayın oyunu" içinde yer aldığı iddiaları, parti içerisindeki ayrışmayı derinleştiriyor. Kılıçdaroğlu'nun "bir anda çok yüksek bir makamdan düşer gibi indiği" ve bu durumu kaldıramadığı, adeta "paralize olduğu" yorumları da yapılıyor. Bu bağlamda, Meral Akşener'in altılı masa sürecindeki rolü de ayrı bir tartışma konusu. Kılıçdaroğlu'nun Almanya'da olduğu sırada Meral Akşener'in Ekrem İmamoğlu'nun Saraçhane'deki davasına koşarak gitmesi ve ardından Altılı Masa'dan ayrılması, siyasetin arka planındaki karanlık senaryoları akla getiriyor. Bir siyasetçi kaynağının yorumuna göre, Akşener'in "bir yerden yakalandığı" ve bu sürecin farklı bir şekilde örülmeye başlandığı iddia ediliyor. Daha geniş bir perspektif için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz, zira bu gelişmelerin Türk siyaseti üzerindeki etkisi yadsınamaz. Akşener'in belediye seçimlerinde İyi Parti'nin hezimeti pahasına CHP ile yan yana gelmemesi ve ardından siyasetten çekilmesi, bu iddiaları güçlendiriyor.

Ekonomi ve siyasetin yanı sıra, ülkede adaletin ve hukukun geldiği nokta da ciddi endişelere yol açıyor. Bahar Feyzan'ın kendi yaşadığı bir olay, bu durumu gözler önüne seriyor: Akşam Gazetesi tarafından "İBB'den para aldılar", "foncu" gibi suçlamalarla hedef gösterilen ve "itibar suikastine" uğradıklarını belirten Feyzan, suç duyurusunda bulunmasına rağmen, şikayetinin "jet hızıyla takipsizlik" kararıyla sonuçlandığını aktarıyor. Bu durum karşısında, "Biz bu ülkede ikinci sınıf vatandaş mıyız? Hakkımız hukukumuz korunmuyor mu?" sorusu yükseliyor. Gazeteci Ertuğrul Özkök'ün yazısı da bu adaletsizlik tablosunu pekiştiriyor. Özkök, Fatih Altaylı'nın Silivri Cezaevi'ne girdiği gün yaşananları Tahran'daki Evin hapishanesiyle kıyaslayarak, Silivri'nin "19 Mart rejimi" adını verdiği yeni bir dönemin sembol hapishanesine dönüşme yolunda olduğunu vurguluyor. Özkök, her otoriter rejimle özdeşleşen özel bir hapishane olduğunu ve Türkiye'nin geçmişinde Mamak ve Diyarbakır gibi sembollerin olduğunu belirterek, Silivri'den de "çok daha fazla kitap, roman, şiir, film ve tiyatro eserinin çıkacağını" öngörüyor.

NATO Zirvesi'nden dönerken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki sözleri de, mevcut siyasi tansiyonu ve geçmişteki ilişkilerin ağırlığını bir kez daha ortaya koydu. Erdoğan, Kılıçdaroğlu hakkında, "13 yıl önünde düğme ilikledikleri bir şahsa yaptıkları karşısında ürkmemek hicap duymamak mümkün değil" diyerek, kendi partisindeki veya gazetecilerdeki önceki desteği ve mevcut tutumu eleştirdi. Bahar Feyzan, Erdoğan'ın bu sözlerinde "kısmen haklı" olduğunu belirtirken, birçok gazetecinin ve halkın seçim öncesinde Kılıçdaroğlu'nu "yere göğe sığdıramadığını" hatırlattı. Bu durum, Türk siyasetinde "ifratla tefrit arasında gidip gelinen" bir döngüyü, yani ya aşırı yüceltme ya da aniden yerin dibine sokma eğilimini gözler önüne seriyor.

Tüm bu gelişmelerin arka planında ise, Türkiye'deki gelir adaletsizliği ve toplumsal ayrışma derinleşmeye devam ediyor. Verilere göre, ülke nüfusunun yüzde 1'i milli gelirin yüzde 42'sinin sahibi iken, en yukarıdaki yüzde 20'lik kesim milli gelirin yüzde 50.9'unu, en alttaki yüzde 20 ise sadece yüzde 6.9'unu alıyor. Bu durum, bir yandan lüks spor merkezlerinde 1 milyon liralık aile üyelikleri ve 40 bin liralık VIP dolap kuyrukları varken, diğer yandan çocukların yüzde 25'inin aç yatağa girdiği ve yüzde 12.5'inin proteinle beslenebildiği acı bir tablo çiziyor. Beslenme eksikliği nedeniyle çocuklarda bodurluk ve düşünme yetisinde eksiklikler gibi ciddi sorunlar baş gösterirken, ithal edilen kemikten sıyırma kıymanın kilosunun 700 liraya çıkması, halkın temel gıdaya erişimindeki zorluğu gösteriyor. Aynı zamanda, iki taksicinin aynı anda kalp krizi geçirip hayatını kaybetmesi gibi trajik ve açıklanamaz olaylar ve fare yapıştırıcısıyla sinek avlayan bir vatandaşın "icatları" gibi absürt durumlar, toplumun genel ruh halini yansıtıyor.

Öyleyse, tüm bu ekonomik çöküş, siyasi entrikalar ve adaletsizlik manzarası ne anlama geliyor? Mehmet Şimşek'in göreve geldiği 2023 Haziran'ından bu yana ekonomide beklenen gelişmenin yaşanmaması, Onur'a göre, Türkiye'nin mevcut ekonomik yapısının temelden sorunlu olduğunun bir göstergesi. Devletin harcamalarındaki hoyratlık, vergi hedeflerine ulaşılamaması ve kamu özel işbirliği projelerinde ödenen milyarlarca liranın vatandaşın sırtına yüklenmesi, aslında sadece "kötü günler" değil, "daha kötü günlerin" habercisi olma ihtimalini güçlendiriyor. Asıl şok edici gerçek ise, bu durumların tesadüfi olmaktan çok öte, sistemin kendisinden kaynaklanan yapısal bir sorun olmasıdır. Adaletin herkese eşit dağıtılmadığı, hukukun "ikinci sınıf vatandaş" yarattığı, ekonominin ise küçük bir zümreye hizmet etmek üzere kurgulandığı bir düzenin, "halkın alın teriyle" varlığını sürdürmeye çalıştığı ve bu çabaların artık yetersiz kaldığıdır. Bu derin eşitsizlik, gücün ve iktidarın zehirli bir kaftana dönüşerek, tüm değerleri ve normali akıldan uzaklaştırdığı bir tabloyu ortaya koyarken, Türkiye'nin geleceğine dair en büyük soru işareti, bu acı gerçeklerin ne zaman yüzleşileceği ve nasıl bir çözüm bulunacağı noktasında düğümleniyor.