Altın Piyasasında Yeni Zirve Beklentisi Güçleniyor

Altın Piyasasında Yeni Zirve Beklentisi Güçleniyor

Küresel altın fiyatları yükseliş sinyali verirken, Türkiye'de sanayi üretimi ve ekonomik büyüme arasındaki dev makas endişe yaratıyor. Yüksek maliyetler, zayıf talep ve finansman zorlukları sanayicinin belini büküyor. Uzmanlar uyarıyor: Yemediğimiz yemeği

Küresel piyasalarda altın, yatırımcıların radarındaki yerini koruyor. Ons altın, yılbaşından bu yana dolar bazında yüzde 30'un üzerinde bir değer kazanarak dikkatleri üzerine çekmiş durumda. Bu yükselişin ardından bir miktar kâr realizasyonunun yaşanması normal karşılanıyor, ancak uzmanlar orta ve uzun vadeli yükseliş beklentilerinin devam ettiğini belirtiyor. Uluslararası finans kuruluşlarının altın tahminleri de bu yönde güçlü sinyaller veriyor. Citybank, ons altın için 3000-3300 dolar bandını önemli bir destek olarak görüyor ve bu seviye üzerinde kalındığı sürece 3 ay içinde 3500 doların aşılabileceğini öngörüyor. Daha da iddialı bir tahmin ise Bank of America'dan geliyor; kuruluş, 2024 sonunda veya 2026 başında ons altında 4000 dolar seviyesinin görülebileceğini ifade ediyor. Altındaki bu potansiyelin arkasında bireysel yatırımcı talebinin artışı, merkez bankalarının süregelen alımları ve mevcut altın sahiplerinin yeniden pozisyonlanması gibi faktörler yer alıyor. İç piyasada ise Türkiye'nin altın ithalatındaki artış dikkat çekici; bu durumun hem güçlü iç talepten hem de olası Merkez Bankası stratejilerinden kaynaklanabileceği belirtiliyor. Küresel ölçekte de merkez bankalarının altın talebinde ciddi bir artış gözlemleniyor; Polonya rezervlerini 509 tona çıkarırken, Çin'in Nisan ayında altın talebini iki katına çıkardığı bilgisi, küresel piyasadaki dengeyi değiştirecek önemli bir faktör olarak öne çıkıyor. Altın ve diğer piyasalardaki bu tür dinamik gelişmeler, güncel ve derinlemesine analizlerle https://www.avazturk.com takip edilmeye devam ediyor. Kısa vadede yaşanabilecek küçük pozitif gelişmelerde bile riskli varlıklara yönelim olması, altın piyasasındaki doygunluk hissini artırsa da, genel beklenti olumlu seyrediyor.

Türkiye Ekonomisinin Çarpıcı Tablosu: Sanayi ve Büyüme Arasındaki Dev Uçurum Büyüyor!

Küresel altın piyasasındaki hareketliliğin yanı sıra, Türkiye ekonomisine ilişkin veriler de kritik bir tablo çiziyor. Özellikle sanayi üretimi ile genel büyüme rakamları arasındaki makasın son 50-70 yılın en açık seviyesine ulaştığına dikkat çekiliyor. Uzmanlar, geçen yıl ekonominin %3.2 büyüdüğü bir ortamda sanayinin sadece %0.5 büyümesinin, bu yılın ilk çeyreğinde ise ekonomi %2 civarında büyüme beklentisi içindeyken sanayinin %2.5 daralmasının, sanayinin genel ortalamadan ne kadar negatif ayrıştığını ve büyümeyi aşağı çektiğini net bir şekilde gösterdiğini vurguluyor. Bu durum, ekonominin temel direklerinden birinin zorlandığını işaret ediyor.

Ekonomideki bir diğer önemli ayrışma, hizmet sektörü ile sanayi (mal) enflasyonu arasında yaşanıyor. Orta Vadeli Program açıklandığında %86-90 civarında olan hizmet enflasyonu %55'e gerilerken, aynı dönemde sanayi enflasyonunun %55'lerden %20'lere indiği belirtiliyor. Bu farklılığın temel nedenlerinden biri olarak, hizmet sektörünün dış rekabete kapalı olması gösteriliyor. Kiralar gibi hizmet kalemlerinin ithal edilememesi, bu sektörlere daha rahat fiyatlama ve yüksek kar marjı imkanı sunarken, sanayi ürünleri dış rekabetle çok daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu durum, yüksek faizin getirdiği yükün büyük ölçüde sanayi kesimine fatura edildiği yönündeki görüşleri de güçlendiriyor. İstanbul Sanayi Odası (ISO) Başkanı Erdal Bahçıvan, odanın meclis toplantısında yaptığı konuşmada, ISO 500'deki üretimden satışların reel olarak üst üste 3 yıldır küçülmesinde iç talepteki yavaşlama ve ana ihracat pazarlarındaki zayıf talebin önemli etkileri olduğunu, yüksek maliyet ve değerli TL'nin rekabet gücünü zayıflattığını belirtti. Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç ise, üretici fiyat endeksinin %22.5 olduğu bir ortamda kredi faizlerinin %60'ın üzerinde olmasının rekabet gücünü giderek daralttığını, üretmeden tüketildiğini ve üretimi teşvik edecek yapısal dönüşümün şart olduğunu vurguladı. Bu kritik gelişmeler ve yorumlar, ekonominin nabzını tutan yayınlarda (https://www.avazturk.com) geniş yankı buluyor. Sanayi kesiminin mevcut koşullarda zorlandığı, bunun da genel ekonomik büyüme ve istikrar açısından riskler taşıdığı açıkça görülüyor.

Sanayiyi Korumak Hayati Önem Taşıyor: Gelecekteki Arz Sorunları ve Enflasyon Riski!

Dünyanın hiçbir yerinde sanayinin hizmet sektöründen daha büyük olmadığı kabul edilse de, küresel güçlerin kendi sanayilerini korumak için muazzam çaba sarf ettiğine dikkat çekiliyor. Çin'in sanayicisini desteklemek için ihracatta fiyat düşürenlere bile fark ödeyebildiği, Amerika'nın sanayiyi geri kazanma hedefi ve Avrupa'nın kendi sanayisini koruma gayretleri, sanayinin bir ülkenin rekabet gücü ve kalkınması için ne denli kritik olduğunu gösteriyor. Çok küçük ülkeler hariç, sanayi olmadan ayakta kalmak ve gelişmek neredeyse imkansız görünüyor. Türkiye'nin şu anda %2 seviyelerine inen büyümesinin, sadece sanayiden kaynaklanmasa da, sanayinin daralmasının çarpan etkisiyle genel büyümeyi ciddi şekilde baskıladığı belirtiliyor. Türkiye için %4'ün altındaki büyüme rakamlarının zaten yetersiz olduğu düşünüldüğünde, sanayideki bu negatif ayrışma, ekonominin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri olarak öne çıkıyor.

Ekonomi uzmanları, bu durumun gelecekte bir üretim bazlı, yani arz sorunu yaratabileceği ve asıl o zaman enflasyonla ilgili sıkıntının daha da artabileceği yönünde önemli bir uyarıda bulunuyorlar. ASO Başkanı Seyit Ardıç, özellikle işçilik maliyetlerinin sanayi sektöründe brüt giydirilmiş olarak 2000 dolara yaklaştığını, sanayicinin bunu ödemekte zorlandığını ancak çalışanın da bu ücretle geçinemediğini belirterek, ücret politikasındaki sıkıntıya işaret etti. ISO 500 verilerine göre, zarar eden şirket sayısının bir önceki yıla göre ciddi oranda artarak 152'ye yükselmesi ve esas faaliyet gelirinin neredeyse tamamının finansman giderlerine gitmesi (%96), sanayinin finansal baskı altında olduğunu gözler önüne seriyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in imalat sanayinin durumuna bakarak Türkiye ekonomisiyle ilgili sıkıntı varmış gibi göstermenin doğru olmadığı yönündeki açıklamasının aksine, sanayi kesiminin enflasyonla mücadelede en ağır bedeli ödediği, hatta "yemediği yemeğin faturasını ödediği" yönündeki yorumlar, konunun farklı boyutlarını vurguluyor. Dolayısıyla, Türkiye'nin sanayisini çok önemsemesi ve sorunlarını çözmek için acil adımlar atması, hem mevcut ekonomik tabloyu düzeltmek hem de gelecekteki potansiyel riskleri bertaraf etmek için hayati önem taşıyor. Ekonominin bu kritik kavşağındaki gelişmeler ve tartışmalar, https://www.avazturk.com gibi platformlarda yakından takip ediliyor ve kamuoyu ile paylaşılıyor. Sanayinin durumu, sadece bugünün değil, yarının Türkiye ekonomisi için de belirleyici olacak gibi görünüyor.

Piyasalarda Belirsizlik ve Politika Tartışmaları: Faiz İndirimi Haziran'da Gelir mi?

Türkiye'de BIST 100 endeksi negatif seyrini sürdürürken, piyasalar hem iç hem de dış gelişmelerden etkileniyor. Teknik analizlere göre 9000-9100 seviyeleri kritik destek olarak görülürken, 9400 seviyesi aşılmadıkça kalıcı bir yükseliş beklenmiyor. Bayram tatili öncesindeki vade sonu işlemleri de piyasadaki hareketliliği etkiliyor. Parasal sıkılaşmanın devam ettiği bir ortamda, bankaların gecelik borçlanma ihtiyacının yüksek seyrettiği belirtiliyor. Kısa vadeli carry trade girişleri olsa da, vadelerin kısalması paranın kalıcılığı konusunda soru işaretleri yaratıyor.

Mayıs ayı enflasyon rakamları piyasalar tarafından merakla bekleniyor ve bu rakamların, özellikle aylık bazda %2 civarında gelmesi bekleniyor. Bazı bankaların beklentisi ise 1.8 gibi daha düşük seviyelerde. Enflasyonun beklentinin altında gelmesi durumunda, Merkez Bankası'nın Haziran ayında faiz indirimi yapabileceği beklentisi ortaya çıkabilir. Ancak, uzmanlar Merkez Bankası'nın uzun vadeli depo ihaleleriyle kendini %49 seviyesine bağladığını ve bu durumun Haziran ayında bir faiz indirimini pek olası kılmadığını, indirimin Temmuz ayına kalabileceğini öngörüyor.

Piyasalardaki asıl sorunun iç siyaset ve ekonomik politikalardaki belirsizlikten kaynaklandığı ifade ediliyor. Özellikle enflasyonla mücadelede sadece parasal sıkılaştırmanın yeterli olmadığı, kamu maliyesi tarafında tasarruf tedbirlerinin de alınması gerektiği güçlü bir şekilde dile getiriliyor. Kamu bütçe açığı verdiğinde borçlanma ihtiyacının arttığı, bunun da faizleri yükselttiği ve piyasada crowding out (kamunun borçlanarak özel sektörü dışlaması) etkisi yarattığı belirtiliyor. Geçmişteki krizlerde ilk adımın hep kamu tasarrufu olduğuna dikkat çekilerek, bu adımların atılmaması durumunda enflasyonla mücadelenin sekteye uğrayacağı uyarısı yapılıyor. Bu durum, piyasaların hem enflasyon rakamlarına hem de kamu maliyesi politikalarına dair güvenini etkiliyor ve belirsizliğin sürmesine yol açıyor.