Beklenti %59, Hedef %29: Türkiye'de Enflasyon Gerçeği ve Ekonomi Politikasındaki Çarpıcı Ayrışmalar!
Son enflasyon raporu ve ekonomik gelişmeler, uzmanların radarına takıldı. Merkez Bankası'nın %29'luk yıl sonu hedefi ile halkın hissettiği %59'luk gerçek enflasyon arasındaki uçurum, kredi hacmindeki "ilüzyon" ve reel sektörün sıkışıklığı masaya yatırıldı
Türkiye ekonomisinin en yakıcı gündem maddesi olan enflasyonla mücadele ve son ekonomik veriler, uzmanlar arasında hararetli tartışmalara neden oluyor. Integral Forextv'nin son yayınında Emrah Lafçı ve Ali Perşembe, geçtiğimiz haftanın en önemli konularından biri olan enflasyon raporunu ve piyasalardaki yansımalarını masaya yatırdı. Tartışmalar, resmi rakamlar ile sahadaki gerçeklik arasındaki derin uçurumu ve ekonomi politikalarındaki kritik kırılmaları gözler önüne seriyor.
Merkez Bankası'nın %29 Hedefi: Güvenilirlik mi, Umut mu?
Son enflasyon raporunun ardından Merkez Bankası'nın yıl sonu enflasyon tahminini değiştirmemesi (%29 olarak sabit tutması), uzmanlar tarafından farklı açılardan değerlendirildi. Kimi görüşlere göre, tahminin yukarı yönlü revize edilmesi Merkez Bankası'nın kredibilitesini artırabilirdi. Ancak anlaşılan o ki, Merkez Bankası cephesinde, tahmini sık sık revize etmenin güvenilirliği düşüreceği düşüncesi hâkim oldu ve tahminin sabit tutulması tercih edildi. Ancak bu durum, bazı uzmanlara göre, aslında doğru tahmin yapmamanın kredibiliteyi düşürdüğünü gösteriyor.
Daha da önemlisi, Merkez Bankası'nın %29 hedefi, sahadaki gerçeklikle ve matematiksel zorluklarla çelişiyor gibi görünüyor. Mayıs enflasyonunun piyasa beklentisi doğrultusunda çıkması durumunda bile, yıl sonu %29'a ulaşmak için takip eden aylarda enflasyonun %1 civarında, hatta daha altında gerçekleşmesi gerekiyor. Konuşmacılar bu durumu "Merkez Bankası'nın bize Türkçe konuşmadığı" şeklinde yorumluyor; %29'u sabit tutmak aslında "24 tutmayacak, 29'u umut ediyoruz" demek anlamına geliyor. Hatta bazı realist verilerin şu anda %31 gibi bir tablo gösterdiğine dikkat çekiliyor.
Beklenti %59, Gerçeklik Farklı: Halk ve Piyasa Arasındaki Uçurum
Türkiye'de enflasyon tartışmasının en dikkat çekici yanlarından biri, resmi TÜİK enflasyonu ile halkın ve reel sektörün hissettiği arasındaki devasa fark. Hane halkı beklentisi %59 seviyelerindeyken, reel ekonomi beklentisi %42, beklenti anketi (profesyonellerin katıldığı) ise %25.5 civarında seyrediyor. Aradaki 33 puanlık bu farkın, ancak Türkiye gibi ülkelerde görülebileceği belirtiliyor.
Bu uçurumun doğrudan sonuçları var: Ücretliler ve reel sektör bu durumdan ciddi zarar görüyor. Reel sektör rekabetçiliğini kaybediyor. Enflasyonun herkesin hissettiğiyle açıklanan arasında bu kadar büyük fark olması, farklı kesimleri derinden etkiliyor. Resmi açıklamalar aylardır enflasyonun sürekli düştüğünü söylese de, halk için aynı şey söz konusu değil.
Kredi Hacmi 'İlüzyonu': Artıyor Mu, Daralıyor Mu?
Ekonomideki bir diğer tartışmalı alan ise kredi hacmi. Genel algı kredilerin daraldığı yönünde olsa da, rakamlar farklı bir tablo çiziyor. Kaynaklara göre, kredi hacmi yaklaşık 16-17 aydır her ay daha yüksek seviyede. Hatta reel olarak da pozitif tarafta bir artış var. Bu durum, konuşmacılar tarafından "ciddi bir ilüzyon" olarak nitelendiriliyor; krediler daralıyor gibi görünse de aslında daralmıyor.
Bu çelişki, reel sektörün krediye ulaşamamaktan şikayet ettiği bir ortamda daha da dikkat çekici hale geliyor. Resmi olarak Merkez Bankası tarafından açıklanan bu rakamların, örneğin kredi bakiyelerine eklenen faizlerle de büyüyor olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Bu durum, önümüzdeki dönemde kredi ödemeleri konusunda daha fazla konuşulabileceğinin bir işareti.
Enflasyonla Mücadelede Tek Ayaklı Strateji Yetersiz
Uzmanlar, Türkiye'deki enflasyonla mücadelenin "tek bacaklı" ilerlediğini ve bunun yeterli olmayacağını defalarca vurguluyor. Mücadelenin ağırlıklı olarak para politikası (faiz artırımları) üzerinden yürütüldüğü, ancak bunun tek başına kalmış durumda olduğu belirtiliyor.
Geçmiş dönemdeki politika tercihleri de eleştiriliyor. Faizlerin "gıdım gıdım" artırılmasının, piyasayı şoka sokacak "gümbürt" gibi bir artışın etkisini yok ettiği düşünülüyor. Sayın Şimşek ve yeni Merkez Bankası yönetiminin göreve geldiği dönemde bu fırsatın kaçırıldığına işaret ediliyor. Ayrıca, 19 Mart gibi kararların piyasaya zarar verdiği net bir şekilde dile getiriliyor.
Maliye politikası ve kamu harcamaları tarafının ise bu mücadeleyi yeterince desteklemediği eleştirisi yapılıyor. Her iki kanattan da (hem para politikası, hem ekonomi yönetimi) "enflasyonla mücadeleyi arz tarafında yapacağımız hamlelerle destekleyeceğiz" açıklamaları gelse de, arz tarafı denilenin gıda (don olayı gibi etkenler) ve konut gibi konular olduğu ve bunların enflasyonu nasıl düşüreceğinin görülemediği ifade ediliyor. Arz tarafına yönelik çalışmaların çok uzun vadeli olduğu ve sanki bir fırının düğmesine basar gibi sonuç alınamayacağı belirtiliyor.
Reel Sektör Sıkıştı: Borçlar, Varlık Satışları Gündemde
Enflasyonun hissedilen seviyesi ile açıklanan arasındaki farkın, kredi piyasasındaki sıkışıklığın ve yüksek faiz oranlarının reel sektör üzerindeki baskısı artıyor. Büyük holdinglerin dahi borç ödemeleri için varlık satışı yoluna gittiği örnekler veriliyor (Zorlu Holding, Arçelik). Piyasanın "sıkıştığı" yorumları yapılıyor.
Gecelik fonlama faizinin %49'a geri çıktığı bir ortamda, faizlerin önümüzdeki 3-4 ayda en fazla %40 seviyelerine düşmesinin dahi reel sektörü kurtarıp kurtaramayacağı sorusu soruluyor ve cevabın "kurtarmaz" olduğu belirtiliyor. Bu sorunun çok geç kalmış bir soru olduğu değerlendirmesi yapılıyor.
Kamu Tasarrufu ve 'İçerideki Mesajlar'
Kamu tasarrufu genelgeleri de eleştirilere konu oldu. Sayın Şimşek'in kamu tasarrufu genelgesinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra ne yapıldığına dair yaptığı açıklamada, kamu dairelerinin vakıfların arabalarını kullanması gibi "usulsüzlük" örnekleri vermesi şaşkınlıkla karşılandı. Uzmanlar, kamu tasarrufu veya enflasyon düşürme açısından vakfın arabasını kullanmanın kendi arabasını kullanmaktan nasıl daha iyi bir şey olduğunu anlamadıklarını belirtiyor. Bu tür konuşmalarda, sanki halka konuşuluyormuş gibi yapılıp, aslında "içeriye" mesaj verildiği düşüncesi giderek daha yüksek sesle dile getiriliyor.
Küresel Rüzgarların Türkiye'ye Etkisi: Trump, Çin ve Değişen Dengeler
Ekonomik durum sadece iç dinamiklerle sınırlı değil, küresel gelişmelerin de doğrudan etkisi hissediliyor. Donald Trump'ın Avrupa Birliği'ne yönelik tarife çıkışları, Türkiye gibi ülkeleri iki yönlü olumsuz etkiliyor. Birincisi, Çin'in başka yere satamadığı malları Türkiye gibi ülkelere ucuza satması rekabette bizi vuruyor. İkincisi, Avrupa'nın Amerika'ya mal satamamasından kaynaklı olarak, bizim de Avrupa'ya sattığımız malların miktarının düşmesi söz konusu. Bu etkilerin "gümbür gümbür geldiği" yorumu yapılıyor, ancak ertelemelerin acıyı biraz hafiflettiği belirtiliyor.
Trump'ın bu tür çıkışlarının genellikle bir pazarlık taktiği olduğu görüşü hâkim. Avrupa'nın Gazze, Rusya konularındaki duruşu ve Grönland ile mineral anlaşması gibi gelişmelerin Trump'ı rahatsız ettiği ve bu tarifelerin ardındaki nedenlerden olabileceği değerlendiriliyor.
Daha uzun vadeli küresel dinamikler de Türkiye'yi ilgilendiriyor. Çin'in giderek artan küresel ticaret hakimiyeti (120 ülkenin birincil ticaret ortağı olması) ve kritik mineraller, metaller, bataryalar ve çip gibi alanlardaki uzun vadeli üstünlüğü, Amerika'nın Çin'e karşı sonuna kadar dikilmesini zorlaştırıyor. Yatırımcılar için önemli olan hukuk sisteminin (Rule of Law) ise hem Avrupa'da hem de Amerika'da bozuluyor olması, Çin gibi ülkelerin işine gelirken, Batı'ya zarar veriyor.
Türkiye ekonomisi, içerideki yapısal sorunlar, resmi verilerle sahadaki gerçeklik arasındaki kopukluk ve küresel dengelerdeki değişimlerin yarattığı karmaşık bir dönemeçten geçiyor. Uzmanların değerlendirmeleri, enflasyonla mücadelenin çok daha kapsamlı ve kararlı adımlar gerektirdiğini, aksi takdirde mevcut sıkıntıların devam edeceğini işaret ediyor. Reel sektörün ve halkın üzerindeki baskının nasıl hafifletileceği ise, çözüm bekleyen en kritik soru olmaya devam ediyor.