Bu Büyük Krizin Bedelini Kim Ödeyecek?
Türkiye'nin kronikleşen ekonomik sorunları, iktidarın radikal kararlar alamayışıyla derinleşirken, siyasi arenadaki tansiyon da tırmanıyor. Uzmanların "siyasal tıkanma" olarak tanımladığı bu süreçte, yükün kimin omuzlarına bineceği büyük bir muamma. Bu...
Bu makale, Türkiye siyasetinin ve ekonomisinin iç içe geçtiği, derinlemesine bir araştırmanın devamı niteliğindedir. Son dönemde yaşanan çarpıcı gelişmeler, ülkenin yakın gelecekteki siyasi ve toplumsal dinamiklerini derinden etkileyecek potansiyele sahip. www.avazturk.com olarak edindiğimiz bilgilere göre, siyasi arenada tansiyon yükselirken, ekonomi cephesinde de sessiz ama yıkıcı bir savaşın sinyalleri veriliyor. Peki, tüm bu gelişmelerin ardında ne yatıyor ve Türkiye ne yöne doğru sürükleniyor?
İktidarın temel sorunlarından biri, uzun süredir devam eden bir eksiklik olarak dikkat çekiyor: sosyal bilim disiplininin olmayışı. Bu durum, AK Parti'nin de önceki hükümetlerden farksız olduğunu, adeta Osmanlı'ya benzediğini gösteriyor. Oysa ki siyasi ekonomi, bir ulusun ekonomisi, siyasi manzarası ve kamu politikası arasındaki ilişkiyi ve bu faktörlerin birbirini nasıl etkilediğini inceleyen hayati bir sosyal bilim dalıdır. Türkiye'nin asıl gündemini oluşturan ekonomi istikrar politikalarının neden sürdürülemez halde olduğu sorusu, bu disiplin eksikliğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Bu kritik sorunsalı anlamak için, modern siyasi ekonomi alanının kurucularından, Nobel ödülüne aday gösterilmiş İtalyan ekonomist Prof. Alberto F. Alesina'nın (1957-2020) çalışmalarına bakmak gerekiyor. Prof. Alesina, aynı alanda çalışan Prof. Allan Drazen ile 1991 yılında yayımladığı ortak araştırmasında, Türkiye gibi hiperenflasyona yakın veya kamu borcunun sürdürülemez hale geldiği ülkelerde, gerekli mali disiplinin neden geciktiğini anlamaya çalıştı. Onların temel meseleleri şuydu: Ekonomik istikrar paketinin getireceği yükler, kimler veya hangi sınıf tarafından taşınacaktı?. Bu soru, son dönemlerde sıklıkla yaşadığımız ekonomik istikrar politikalarının uygulanmasındaki gecikmelerin siyasal iktisat perspektifiyle açıklanmasında kilit rol oynuyor.
Türkiye'deki güncel tablo, Alesina-Drazen çalışmasının çarpıcı bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. İktidara yakın yayınlar olan Yeni Şafak'tan Türkiye gazetesine kadar birçok mecra, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'i hedef alıyor ve faizlerin hızla düşürülmesini talep ediyor. Özellikle yeni faiz kararının açıklanacağı 24 Temmuz'a kadar bu muhalif yayınların sürmesi bekleniyor. Bu durumun özü, ekonomik krizin faturasını kimin ödeyeceği sorusunda yatıyor. Kaynaklara göre, AKP iktidarının zenginleri "biz ödemeyiz" diyor. Peki, kim ödeyecek? İktidarın en çok sıkıştığı nokta da tam olarak bu soru. Farklı toplumsal kesimler —emekçiler, sermaye sahipleri, kamu çalışanları, emekliler— reformların maliyetinin kendi sırtlarına yüklenmesini haklı olarak istemiyor.
Siyasi iktidar, bu kesimlerin rızasını kaybetmekten korktuğu için radikal kararlar alamıyor. Zira sürecin sonunda seçim sandığı var ve siyasi ikbal kaygısı ağır basıyor. İktidar, bu zorlu durumu aşmak yerine, kısa vadeli önlemlerle zaman kazanmaya çalışıyor: zamlar, geçici vergi artışları ve faiz gibi araçlarla bir "istikrar" görüntüsü vermeye uğraşıyor. Ancak bu strateji, sürdürülebilir olmaktan çok uzak. Ekonomi kötüleştikçe, kaçınılmaz olarak sonunda bir tarafın pes etmek zorunda kalacağı bir noktaya gelinecek. Tıpkı AKP zenginleri gibi, halk da bu ağır yükü omuzlamak istemiyor ve direniyor. Evet, AKP iktidarı sıkıştı, çaresiz kaldı. Enflasyon ve büyüme rakamları istenilen düzeye gelmezken, Türk lirası reel olarak değer kaybetmeye devam ediyor, piyasada güvensizlik sürüyor ve tüm bunlara sokakların ve meydanların politik muhalefeti de eklendi.
AKP iktidarı, sadece ağır ekonomik sorunu çözmekle kalmadı, bir de buna ana muhalefet partisi CHP ve belediyeler ile yaşadığı siyasi krizi ekledi. Bu durum, ülkedeki kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Keza, sorunları dile getiren Fatih Altaylı’dan Timur Soykan’a kadar birçok gazeteciye ağır baskı uygulanması, ifade özgürlüğü üzerindeki ciddi tehditleri gözler önüne seriyor. Tüm bu gelişmeler, tam da Alesina ve Drazen’in tanımladığı türden bir siyasal tıkanmaya işaret ediyor. Bu tıkanıklık, ülkenin geleceğini belirleyecek kritik bir eşikte olduğumuzu gösteriyor.
Bu siyasal ve ekonomik tıkanıklığın en güncel ve çarpıcı örneklerinden biri, geçen cuma günü ABD'de halkın kaybettiği bir gelişmeyle yaşandı. Neoliberalizmin çöküşü ardında enkaz bırakırken, ABD kendini kurtarmaya çabalıyor. ABD Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen ve 4 Temmuz’da yasalaşan, “Big Beautiful Bill” (Büyük Güzel Yasa Tasarısı) olarak bilinen devasa altyapı ve sanayi politikası paketi, tam da Alesina ve Drazen’in çerçevesiyle okunabilir. ABD’deki Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki görüş ayrılığı, yalnızca harcamanın boyutu hakkında değil, aynı zamanda hangi sektörlerin ve sınıfların destekleneceği konusunda da oldu. Demokratlar, yeşil enerji yatırımları, sosyal harcamalar ve ulaşım altyapısı üzerinde ısrar ederken, Cumhuriyetçiler, bu gider kalemlerinin vergi yükü ve kamu borcu üzerindeki etkisinden kaygı duydu. Aylar süren müzakereler ve parti içi bölünmeler yasanın gecikmesine neden oldu. Ancak ekonomi yavaşlamaya, altyapı yatırımları ertelenmeye, tedarik zincirleri kırılmaya başladıkça, taraflar üzerindeki baskı arttı. Sonunda, Alesina ve Drazen’in öngördüğü gibi, artık bir tarafın “bekleyemeyecek hale geldiği” noktada anlaşmaya varıldı. Bu uzlaşma, bu yıl sona ermesi gereken bireysel vergi oranlarının uzatılmasını ve hatta bahşişlere bile vergi gelmesini içeren yüzlerce kararı beraberinde getirdi. Bu süreç, büyük ölçekli ekonomik reformların bile siyasal çıkar çatışmaları nedeniyle nasıl gecikebileceğinin güncel ve acı bir örneği olarak tarihe geçti. Sonuç olarak, Amerika’daki “Big Beautiful Bill” yasası da tıpkı diğer ekonomik krizlerde olduğu gibi halkın sırtına yüklendi.
Türkiye, ağır ekonomik bir buhranın pençesinde kıvranırken, iktidarın ana muhalefet partisi CHP ile bu denli keskin bir karşı karşıya gelişinin ülkeye ne gibi faydalar sağlayacağı ise büyük bir muamma olarak duruyor. www.avazturk.com olarak ortaya koyduğumuz bu analiz, Türkiye'nin gelecekte bu siyasi ve ekonomik tıkanıklığın yükünü çok daha ağır çekeceğini açıkça gözler önüne seriyor. Siyasal iktidarın radikal kararlardan kaçınması, kısa vadeli günü kurtarma çabaları ve toplumsal kesimler arasındaki yük paylaşımı konusundaki derin anlaşmazlık, ülkeyi bir uçuruma sürüklüyor. Asıl soru şu: Bu çetin sınavda kim kazanacak ve bu ağır bedeli kimler ödeyecek?