Ekonomideki "Mucizeler"in Perde Arkasından Sızan Şok Edici Gerçekler!
Resmi söylemlerle gizlenen ekonomik yıkım ve siyasi gerilimlerin acı reçetesi ortaya çıkıyor! Türkiye'nin finansal nefes almasının ardındaki çarpıcı detaylar ve TÜİK verilerinin manipülasyonu bu haberde tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
Ekonomi çevreleri ve kamuoyu, son dönemde yaşanan gelişmelerle ilgili büyük bir belirsizlik içinde. Cumhurbaşkanı'nın açıklamaları ile sahadaki gerçekler arasındaki derin uçurum, uzmanları dahi şaşkına çevirirken, bu makale söz konusu ekonomik verilerin ve siyasi manevraların ardındaki karanlık sır perdesini aralamak için kaleme alınmıştır. Bu haberde aktaracaklarımızla birlikte, Türkiye'nin ekonomik geleceğini derinden etkileyen ve kamuoyundan özenle saklanan gerçeklerin nasıl bir yapbozun parçaları olduğunu gözlerinizle göreceksiniz. Okumaya devam ettikçe, sadece rakamların değil, aynı zamanda siyasetin ekonomiye nasıl yön verdiğinin dehşet verici boyutlarını da anlayacaksınız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son açıklamalarında ekonomideki olumlu gidişata vurgu yaparak dikkatleri üzerine çekti. Erdoğan, "Mayıs ayında yıllık enflasyon son 3,5 yılın en düşük seviyesine geriledi. Yıl sonunda 20’li rakamları görmeyi bekliyoruz" ifadelerini kullandı. Ayrıca, "Mayıs ayından itibaren rezervlerimiz yeniden artmaya başladı" şeklinde müjdeler verdi. Bu parlak tabloya rağmen, ekonomist İbrahim Kahveci bu iyimser söylemlerin arkasındaki sorumlu arayışına dikkat çekiyor. Kahveci, enflasyonu son üç yılın en yüksek seviyesine kimin fırlattığını ya da rezervlerin neden eritildiğini bu cümlelerde bulmanın mümkün olmadığını belirtiyor. İktidarın resmi açıklamalarında, yaşanan "yıkımların" nedeni olarak "salgının tetiklediği krizin yol açtığı tahribat" gösterilirken, yeni riskler ise "bölgemizde hemen her gün yaşanan yeni gerilimler ve gümrük duvarları üzerinden yürütülen ticaret savaşları" olarak sıralanıyor. Ancak Kahveci, bu açıklamaların dikkatle incelendiğinde, "iktidarın zerre kusuru olmadığını" hissettirdiğini ve bunun "yerseniz" tarzında bir savunma olduğunu dile getiriyor. Zira, dünya genelinde salgın sonrası yaşanan hafif enflasyon dalgasının çoktan yenildiğini hatırlatıyor.
Dahası, bu açıklamaların içinde “işinize gelmeyince sorun muallak dış güçlerde, işinize gelince dostum Trump…” şeklindeki tutarsızlığa işaret eden Kahveci, iktidarın çıkarlarına göre söylemini değiştirdiğini gözler önüne seriyor. Önemli bir ayrıntı ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Özellikle son 3 ayda yaşanan her türlü şoka rağmen program sarsılmadı" sözlerinde gizli. Bu "şok" ifadesi belirsiz bırakılırken, İbrahim Kahveci bu "şok"un ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: "En büyük rakibi olan İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılması" olasılığıydı. O dönemde "AK Trollerin savcı ve hakimlerden önce haber verdikleri operasyon" olarak nitelendirilen bu durum, yargının bağımsızlığına dair ciddi soru işaretleri yaratmıştı. Kahveci, bu şokun dışarıdan gelmediğini, içeride yaşandığını ve iktidarın buna rağmen önlem almadığını vurguluyor, hatta AK Trollerin haberlerinin takip edilmesi gerektiğini kinayeli bir dille ifade ediyor. Bu tür olayların iç siyasetteki etkilerini daha detaylı incelemek için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu tür "iç şokların" ekonomiye olan anlık ve çarpıcı etkileri ise finans piyasalarında net bir şekilde görüldü. İbrahim Kahveci, CHP Kurultay davasının ertelenmesinin bile ekonomiye büyük bir nefes aldırdığını belirtiyor. Dava ertelendiğinde borsada sert bir yükseliş yaşandı, faizler düştü ve döviz kuru rahatladı; finansal piyasalar adeta bir nefes aldı. Kahveci, bu durumun "ibreti alacaklar açısından çok ama çok önemli dersler" içerdiğini vurgulayarak, CHP davasının ertelenmesinin dahi piyasalar için yeterli olduğunu ekliyor. Bu durum, akıllara önemli bir soru getiriyor: Bölgemizde sorunlar çığ gibi büyürken, içeride bu denli gerilim ve ayrışma politikaları neden sürdürülüyor? Kahveci’ye göre, bu "iç ŞOK"ların kasıtlı olarak yaşatıldığı ve bunun ardında derin bir strateji olduğu ihtimali üzerinde durmak gerekiyor.
Ekonomik verilerin manipülasyonu ise bu gizemli tablonun en kritik parçalarından birini oluşturuyor. TÜİK tarafından açıklanan işsizlik verileri, 2012 sonrası en düşük rakamı göstererek adeta bir başarı öyküsü çiziyor. Ancak İbrahim Kahveci, bu "müthiş" görünen rakamların perde arkasının tam tersi, adeta bir "felaket" olduğunu belirtiyor. Mevsim etkilerinden arındırılmış istihdam verileri, Şubat 2024’ten beri yeni istihdam yaratılmadığını gözler önüne seriyor.
Kahveci, geçen yılın Mayıs ayı ile bu yılın Mayıs ayını kıyaslayarak TÜİK’in “mucizelerini” çarpıcı bir şekilde ifşa ediyor. Normalde çalışabilir nüfusun arttığını, işgücüne katılımın olması gerektiğini belirten Kahveci, çalışan sayısının 456 bin kişi azalırken işsiz sayısının sadece 57 bin kişi azalmasının matematiksel olarak bir “TÜİK mucizesi” olduğunu ifade ediyor. Hesaplamalarına göre, 15 yaş üstü çalışabilir nüfus 460 bin kişi artarken, bu nüfusun 252 bininin işgücüne katılması beklenirdi. Ancak 456 bin çalışan kaybına ek olarak 252 bin yeni işsiz olması gerekirken, TÜİK’in açıkladığı rakamlarla işsizlik oranı %8,4 değil, %10,3 olmalıydı. İşte bu devasa farkı TÜİK’in ustaca gizlediğini savunan Kahveci, bu durumun umutların yok olması nedeniyle işsizlik oranının artmadığı gibi trajik bir gerçeği yansıttığını dile getiriyor. Yani, kağıt üzerinde yaratılan bu “cennet”in anahtarının kimde olduğu ise belirsizliğini koruyor.
Tüm bu göstergeler, Türkiye ekonomisinin sadece dış etkenlerden değil, aynı zamanda içeriden, bizzat iktidarın politikalarıyla derin bir sarsıntı yaşadığını gözler önüne seriyor. Finansal piyasalardaki anlık rahatlamanın bile siyasi gerilimin hafiflemesiyle doğrudan ilişkili olması, ülkenin içinde bulunduğu hassas durumu teyit ediyor. Enflasyonun, rezervlerin ve işsizlik verilerinin manipülasyonu, kamuoyuna sunulan parlak tablonun ardındaki gerçekleri gizleme çabasının bir parçası olarak yorumlanabilir. Ancak bu durumun en korkutucu boyutu ise, böylesine kritik bir dönemde iç gerilimi ve ayrışma politikalarını sürdürme ısrarının, ülkenin geleceğini nasıl tehlikeye attığıdır. Zira, bu "şok"lar ve "mucizeler" aslında ülkenin temel dinamiklerini hedef alan, istikrarsızlığı derinleştiren ve toplumsal umutları tüketen sinsi bir stratejinin yansıması olabilir. İşte tüm bu detaylar, Türkiye'nin sadece ekonomik bir krizle değil, aynı zamanda siyasi bir manipülasyon sarmalıyla boğuştuğunun en net kanıtıdır!