Enflasyonla Mücadelede Acı Gerçekler ve Küresel Savaş Gölgesi!
Emre Alkin'den Giyoder zirvesi ve "Nasıl Bir Ekonomi TV" yayınında tarihe geçecek uyarılar: Türkiye'de ev alamayan vatandaş, küresel borç batağı, İran-İsrail gerilimi ve başarısız ekonomik reçeteler. Yönetimdeki "iddiacı" tavır ve ağır bedeller!
Ekonomi dünyasının saygın isimlerinden Prof. Dr. Emre Alkin, geçtiğimiz günlerde katıldığı Giyoder zirvesi ve ardından "Nasıl Bir Ekonomi TV" YouTube kanalında yayınlanan programda, Türkiye ve dünya ekonomisine dair çarpıcı tespitlerde bulundu. Hastaneden taburcu olduktan hemen sonra Ankara'daki Giyoder zirvesine katıldığını belirten Emre Alkin, burada gayrimenkul sektörünün bankaların sırtındaki yükünü hafifletmek ve sermaye piyasalarını işin içine katmak gerektiğini vurgulayan bir sunum yaptığını aktardı. Programda dile getirdiği "söylediklerinizin %99'una katılmamakla birlikte" ifadesiyle dikkat çeken Alkin, Türkiye'deki vatandaşların kendi kazandıkları parayla (ücret ve maaşla) ev alamayacak duruma geldiğini ve bu konuda dünyanın birincisi olduğumuzu, Nepal'in bile ikinci sırada yer aldığını acı bir gerçek olarak gözler önüne serdi. Bu durumun düzeltilmesi için sermaye piyasalarının imdada çağrılması gerektiğini ifade eden Emre Alkin, SPK Başkanı Sayın Gönül'ün bu konudaki iyi hazırlanmış konuşmasını takdirle karşıladığını da ekledi. Zirvenin genel olarak başarılı ve eğlenceli geçtiğini dile getiren Alkin, Vahap Munyar ve moderasyonu yapan Okan Büderesoğlu gibi önemli isimlerin de etkinlikte yer aldığını aktardı. Ancak tüm bu gelişmelerin yanı sıra, zirvenin ve genel olarak yapılan tüm etkinliklerin üzerinde İsrail-İran gerginliğinin bir gölge gibi dolaştığını, Hakan Üstad'ın da belirttiği gibi bu durumun piyasayı farklı bir boyuta taşıyabileceğini vurguladı.
Emre Alkin, piyasaların başlangıçta karşılıklı füze saldırılarına ve İsrail'in uçakla yaptığı saldırılara alışmış gibi göründüğünü, Amerika'nın işin içine girmemesinin piyasayı bir nebze teskin ettiğini söyledi. Ancak Trump'ın hem Hamaney'e hem de Tahran'a yönelik açıklamaları ve Amerikan basınında yer alan, Amerika'nın da müdahil olmayı değerlendirdiği iddiaları sonrası durumun farklılaştığını belirtti. Alkin, "dersimi çalıştım" diyerek verdiği bilgide, dün Hakan Üstad'ın da bulunduğu bir toplantıda kıymetli bir uzmandan edindikleri bilgileri aktardı. Buna göre, Amerika Birleşik Devletleri'nin İran'daki en büyük nükleer reaktörün ortadan kaldırılması için İsrail'e yardım etmesi gerektiğine dair stratejik bir analiz olduğunu ve bu analizin doğru olduğunu ifade etti. İsrail'in tek başına bunu yapamayacağını, F-35'lerle vurulduğunu iddia edilen İran'ın aslında "çok kadim bir savunma teknolojisi"ne sahip olduğunu aktardı. Ancak Emre Alkin'e göre, ABD yardımı olmadan İsrail'in "İran'ın kalbindeki o en büyük nükleer tesisi" vurma imkanı yok. Bu görev için 11.000 km menzile ve 900 km/s hıza sahip, radardan gizlenebilen (stal özelliği) B-2 bombardıman uçaklarının kullanılması gerektiğini belirten Alkin, Akdeniz'deki veya bölgedeki herhangi bir Amerikan üssünden bu tesise rahatlıkla ulaşılabileceğini dile getirdi. Trump'ın G7 zirvesinden apar topar Washington'a dönmesinin "kaşları kaldırdığını" ve Amerika'nın da denkleme ekleneceği söylentilerini güçlendirdiğini aktaran Emre Alkin, 1970'lerde İsrail'in Mısır ve Suriye'ye karşı yenilmek üzereyken nükleer tehdit savurduğunu ve bunun üzerine ABD'nin devreye girerek tarafları uzlaştırdığını hatırlattı. Alkin'e göre, taraflardan birinin nükleer kartı ortaya çıkarmasının ABD'yi "mecburen oyuna sokacağını" vurguladı. Tahran ile Kirmanşah arasındaki "Foro" adlı büyük bir nükleer tesisin mutlaka bir şekilde ele alınacağını öngören Emre Alkin, ABD'nin en son devreye girdiğinde dünyanın önemli bir resesyon yaşadığını anımsattı ancak iki nükleer bombanın atılması yerine "bin kere resesyonu tercih ederim" diyerek durumun ciddiyetine dikkat çekti.
Küresel borçluluğun da savaşların arkasındaki önemli bir dinamik olduğunu vurgulayan Emre Alkin, borcun o kadar büyük olduğunu ki asıl sıkıntının alacaklıda bulunduğunu ve dünya savaşlarının borçluluğu ortadan kaldırmak için değil, "alacaklıyı yok etmek için" yapıldığını belirtti. Alkin, ABD'nin dünyaya sürekli "bonaviril" (tahvillerini) ihraç ettiğini ancak Japonya ve Çin gibi ülkelerin artık bunları almaktan vazgeçmeye başladığını, Çin'in Amerikan bono ve tahvil varlıklarının 1,5 trilyon dolardan 750 milyar dolara düştüğünü örnek gösterdi. Dünyada hem özel sektörde hem de kamuda muazzam bir borçluluk olduğunu belirten Emre Alkin, "hiçbir harp dünyada bozulan ekonomiyi düzeltmemiş" ve tam tersi daha da beter hale getirmiş, ancak borç-alacak ilişkisinde yeni bir denklem yarattığını ifade etti. I. Dünya Savaşı öncesindeki borçluluk seviyelerine geri döndüğümüzü dile getiren Alkin, bölgesel çatışmaların büyük bir hesaplaşmaya doğru gidebileceğine işaret etti. Alkin, günümüz şartlarında geçmişi yargılamak istemediğini ancak bozulan ekonomiler ve çaresizlik içerisinde Almanya, İtalya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde dahi ciddi sıkıntılar yaşandığını gözlemlediğini aktardı. Tüm bu küresel sorunlara rağmen piyasanın "sanki bu füzeler atılmıyormuş gibi" davrandığını ifade eden Emre Alkin, Fernando Pessoa'nın "Huzursuzluğun Kitabı"ndan yaptığı alıntıyla "o derece kayıtsızlık ancak çok acı çekenlerde olur" diyerek, dünyanın Rusya-Ukrayna, Gazze ve İran-İsrail gibi savaşlarla acı çektiğini ancak kapımıza gelmediği için kayıtsız kaldığımızı, bunun "metanet değil kesinlikle metanet değil kayıtsızlık" olduğunu dile getirdi. Bu noktada, daha fazla bilgi ve sektörel analizler için, https://www.avazturk.com gibi önde gelen dijital yayınlar, teknolojinin ve ekonominin nabzını tutmaya devam etmektedir. Emre Alkin, insanların ölen çocukları, masum insanları konuşmak yerine petrol fiyatları, enflasyon etkisi ve faiz oranları gibi ekonomik konulara odaklanmasını "bu kadar da kayıtsızlık olur mu" sözleriyle eleştirdi.
Alkin, savaşın ekonomileri düzelteceğine dair "saçma sapan bir saptama" olduğunu ve dünya tarihinde hiçbir zaman bozulan bir ekonomiyi savaşın düzeltmediğini, tam tersi daha da beter hale getirdiğini, sadece borç-alacak ilişkisini başka bir denkleme soktuğunu yineledi. Türkiye'nin "şanssız bir coğrafyada" olduğunu ve olayların sürekli bu bölgede geliştiğini belirten Emre Alkin, küresel oyuncuların pozisyonlarında savaş öncesine göre bir değişim olmadığını savunan görüşlere kesinlikle katılmadığını ifade etti. Merkez bankalarının rezervlerinde altının ikinci büyük rezerv kalemi haline gelmesinin ve Euro'nun üçüncü sıraya düşmesinin tesadüf olmadığını, "aklı başında insanların" yıllardır elle tutulur varlıklara yatırım yaparak büyük çatışma ihtimaline karşı pozisyon aldıklarını savundu. Warren Buffett gibi isimlerin 7-8 ay öncesinden hisselerini satarak nakitte beklemeye başladığını örnek gösteren Emre Alkin, bugün dünyada elle tutulur iki şeyin "binlerce yıl geçse de geçerliliğini hukuki anlamda koruyan tapu" ve "altın" olduğunu vurguladı. Emre Alkin, Türkiye'deki zenginlerin de Londra'dan evler alması gibi yurt dışına yatırım yapmasının, Türkiye'deki varlıkların "lüzumundan fazla pahalı" olmasından kaynaklandığını, hatta Türklerin yurt dışında aldığı konutların, yabancıların Türkiye'de aldığından daha fazla olduğunu belirtti. Kira bedellerinin ev satın almayı imkansız hale getirdiğini, insanların doğup büyüdüğü mahallelerden ev alamayacağını, şehrin dışına sürükleneceklerini ve Türkiye'nin Avrupa'nın en pahalı ülkesi haline geldiğini "Hindistan maaşıyla Belçika'da yaşıyormuş gibi hissediyoruz kendimizi" sözleriyle özetledi. Emre Alkin, "konut arzını artırarak da konut fiyatları düşmez" ifadesinin "hayatımda duyduğum en garip proje" olduğunu ve dünya tarihinde böyle bir şeyin olmadığını iddia etti.
Merkez Bankası'nın faiz kararı öncesinde yapılan toplantıya da değinen Emre Alkin, Hakan Üstad'ın sorusu üzerine "mantıksızlık içinde en az mantıksız hiç pas geçmek olacak" diyerek, Merkez Bankası'nın reaktif politikalar uyguladığını ve İran-İsrail gerginliği ile artan petrol fiyatları gibi dış etkenlerin modellemelere dahil edilmemesi gerektiğini vurguladı. Emre Alkin, ekonomi yönetiminin başarısızlığını sürekli dış faktörlerin arkasına sakladığını, bunun "en önemli safsatalar" olduğunu dile getirdi. Dezenflasyon programının başarılı gitmediğini, hedeflenen golün atılmasına rağmen kaleye sekiz gol yendiğini mecazi bir dille anlattı. Mustafa Gültepe'nin (TİM Başkanı) "yarın sabah bu programın değişmesi lazım" diyerek isyan ettiğini aktaran Emre Alkin, vatandaşın, iş dünyasının ve ticaret erbabının istemediği bir programı sürekli olarak uygulamaya çalışmanın meşru olup olmadığını sorguladı. Alkin'in en büyük korkusu ise Merkez Bankası yöneticilerinin 2018'den beri süregelen "şahsi inatlarının" artık kurumsallaşması ve "illaki olacak" gibi bir hırsın ekonomiyi çok kötü hırpalamasıydı. Emre Alkin, dezenflasyon politikasının çok şey feda ederek yürütüldüğünü ve bu fedakarlıkların maalesef sonucunda ortaya çıkan "başarıyı önemsiz hale getireceğini" açıkça belirtti. Sokaktaki vatandaşın, iş dünyasının, sanayicinin, ihracatçının "yaşasın enflasyon düştü" diyecek kimseyi bulamayacağını iddia etti. Yabancıların Türkiye'deki döviz politikaları, yüksek faizler, enflasyonun düşürülememesi ve vatandaşların güven duymaması gibi konulardaki sorularını aktaran Emre Alkin, güvenin tesis edilemediği için dezenflasyon reçetesi uygulanırken bile insanların yüksek enflasyon varmış gibi fiyatlama ve satın alma davranışlarına devam ettiğini, bunun da reçetenin başarısız olduğunu gösterdiğini söyledi. Alkin, Merkez Bankası'nın blogunda ekonomik programın yan etkilerinin olmadığını anlatmaya çalışan "sipariş yazılar" yayımlanmasını "etikten bilimsel etikten dışarıya çıkarılması" olarak değerlendirdi ve bunların tehlikeli, objektiviteden uzak şeyler olduğunu ifade etti.
Ve işte tüm bu endişe verici tablo karşısında Emre Alkin'in tarihe geçecek o kritik tespiti: Burak Hocası'nın "İllüzyon Ekonomisi" adlı yeni kitabından ve kendi felsefi yaklaşımından yola çıkarak, "iddialı" ile "iddiacı" arasındaki farkı açıklayan Emre Alkin, "daha evvel bir şeyleri başarmışsanız iddialı olursunuz" derken, "hiçbir şey başarmayıp iddia etmeye başlarsanız size iddiacı derler" dedi. Mevcut durumda Merkez Bankası yöneticilerinin "iddiacı" olduğunu belirten Emre Alkin, eğer iddia ettikleri şeyleri tuttururlarsa o zaman "iddialı hedefler koyabilirler" yorumunu yaptı. Yani, tüm bu ağır ekonomik bedellerin ödetildiği, toplumun geniş kesimlerinin acı çektiği, iş dünyasının isyan ettiği ve küresel çalkantıların ortasında dahi başarıya ulaşılamayan mevcut ekonomik programın yöneticileri için ortada bir başarı olmadığını, dolayısıyla "iddialı" değil, yalnızca "iddiacı" bir pozisyonda olduklarını net bir dille ortaya koydu. Bu durum, Türkiye ekonomisinin geleceği için ciddi bir güven ve yön sorunu yarattığının altını kalın çizgilerle çiziyor; zira bir ekonomi politikasının başarısı, yalnızca kağıt üzerindeki hedeflerle değil, halkın refahı ve ekonominin genel sağlığıyla ölçülmelidir.