NATO mu Avrasya mı?

“ABD ile Türkiye arasında Ortak Savunma İşbirliği anlaşmasına göre yapılan yardım, hibei satış ya da herhangi bir nedenle size devredilen bilgi, projeya da malzemenin sahibi yalnız ve her zaman Amerika’dır, benim devletimdir”*

1969 yılında Dışişleri Bakanlığında yapılan Ortak Savunma İşbirliği toplantısının bitiminde Amerikalı albayın kapı arasında tehditvari uyarısına konu olan ve “Bizden izinsiz kullanamazsınız” dedikleri malzeme sadece ama sadece boş bidonlardır.

“Nato olmasaydı mağarada olurduk” diyen işbirlikçi zihniyetin bize sattığı Nato budur işte. Haydi siviller (Hele ki bir ara gençleri vardı bunların meşhur paralı askerler) konuyu bilmiyor ama üniformalılar bir anlatsın hele Nato’nun hangi komuta kademesinde söz sahibi olmuşuz bugüne kadar... Veyahut karacı unsurlarımızla tatbikatlarda gövde gösterisi yapmaktan başka hangi teknolojik gelişimin bir parçası olabilmişiz. S–400 alıyoruz diye tepki gösteren ABD bile durumumuzu o kadar iyi etüd etmiş ki, “Bırakın onu patriot verelim” bile demiyor sadece alamazsınız o kadar diyerek kestirip atıyor... Boş bidonları çok gören bir müttefikten daha fazlasını beklemekte saflık olurdu zaten.

Nato’suz olmaz diyenlere Nato’yla ne oldu dedikten sonra Avrsaya’ya mecburuz diyenlere de bugüne kadar katılmadık da ne kaybettik diyerek mevzuyu kapatırız.

“Aferin evladm, iki cümle de özetledin, otur yerine on puan, gözlerinden öperim” cevabını bekleyecek kadar da basit değil elbette...

Bunlar böyle akşamdan sabaha girilip çıkılacak örgüt değiller. Ha bu işi askere soralım derseniz onlarda ikiye ayrılmış durumdalar. Çünkü genel konsept savunma üzerine kurulu ordumuzda –Ki bu da cumhuriyetin değil Osmanlı’nın devrettiği sürekli yenilme travmasının bir yansımasıdır– . Son cümleyi okuyup da mehter marşı eşliğinde sağa sola hücum edelim teklifinde değilim elbette ama birilerinin bizi savunmasına da ihtiyacımız yok.

Kuzey Atlantik Paktı ya da Nato öyle bizim İslamcıların akşamdan sabah girdik olmadı çıkarız dedikleri tarikata falan benzemez. Arkadaşlar Nato’yu tarikat Trump’ı da şeyh zannediyorlarsa büyük hata yapyorlar. Bu birliğe girerken taahüt ettiğimiz bir dizi sorumluluğun altına da imza attıktan sonra buna göre jeopolitik bir yörüngenin içinde konum belirledik. Gazete de editör değiştmekle veya siyasi partilerde genel başkan yardımcısı atamakla çözülecek soruna benzemez girdik – çıktık mevzusu. 

Veyahut Nato’dan sıkıldım deniz gören daire istiyorum diyerek Avrasya’ya açıldığınız da Rusya ve Çin on yıllardır ıkına sıkına kazandıklarını sizinle paylaşmak için hemen masada yer açmaz. Nato’dan kopmak başka bir şeydir, Batıdan uzaklaşıp Doğuya yayılmak bambaşka bir şey. Köy havası iyi gelir ama İhtiyar Heyetine girmek istediğinizde işler değişir. O ana kadar size kucak açan sevimli köylüler bir anda ellerinde tırmık karşınıza dikilebilir.

İşlerin hızla değiştiği bir dünyadayız ve falan birlik filan örgüt kısımları geride kaldı. Büyük bir ümitle kurulan Birleşmiş Milletler dahi açılış kurdalesinin kesildiği günden bugüne bir kez bile birleşip de ortak bir tepki veremedi. Öyleyse kendi başımızın çaresine bakmayı öğreneceğiz. Kurdun boynu niye kalın sorusunun cevabını biliyorsak kuzu rolü yapmanın anlamsılığını da biliyoruz demektir.

Referans aralıkları olan bir ülke konumuna gelmek zorundayız. Türkiye’ye ne yaparsak, ne cevap verir şeklinde bir kararlılığımız olduğunda ne haritalarda hata yaparlar bizim güneydoğumuz için ne de tatbikatlarda ülkemiz liderlerini düşman sayarlar.

Domates satıp, turist eğlendirerek para kazanan Kuzey Afrika ülkelerine benzer halimiz, ön Asya’da faaliyet gösteren müzip bir Ortadoğu ülkesi görünümümüzle Avrupa’nın bir parçasıymış gibi davranırken aslında ne olduğumuza dair hem bizim kafamız karışıyor hemde muhattaplarımızın. Kendi sınırları içine düzenlediği hava harekatlarını haberleştiren bir ülkenin dışarda ki okumasını düşünsenize. Size birisi Almanya kendi topraklarını bombalamış dese ne düşünürsünüz? Operasyon yapmayalım da terör örgütü kendine alan açsın demiyorum ama bu operasyonların böyle aleni paylaşımı bu çağda ve havada olduğu söylenen bir ülke için de absürd olduğunu görmemiz lazım diyorum. 

1991’de çöken Sovyetlerin üstüne kurulan Rusya çok değil yirmi yıl sonra kaybettiği prestijini hem bölge hem de dünya çapında yeniden tesis ederken biz düne kadar Nataşa diye Karadeniz’de dışladığımız Rus hatunları bugün Akdeniz’de ağırlayabilmek için sürekli proje geliştiriyoruz.

Son soru; “Nato’dan çıkamaz mıyız?”. Bu kafayla hayır... Nato ile eklemlenmiş bir dış politik çizgi içinde savunma konsepti oluşturmuşuz. Bugün kanki olduğumuz Rusya için bile sarsıcı bir tavır olur bizim Nato’dan ayrılmamız. 50 yıldır ticaretinden tarımına, askeri yapılanmasından dış politikasına kadar bütün süreci birlikte yürüten 28 ülkenin oluşturduğu bir mantıktır Nato. Öyle birilerinin sandığı gibi sadece Askeri üslerde sağa sola koşturan askerlerden ibaret değildir. Eşinden boşanan birisi onun hayatına kattığı her şeyi de terk etmek zorunda kalır. Yani Nato’yu terk ettiğinizde Batı ile aranıza da çok derin bir sınır çizersiniz.

Gerçi benim gibiler için Nato eşittir Galdyo ama sonuçta öyle veya böyle mafyanın içine dahil olduk bir kere... Şimdi çıkmak istesek bile ne Baron izin verir ne de tetikçiler bizi rahat bırakır.  

* Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa Yıldırım – Sayfa 12 – 13 M.Emin Değer anlatıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar