Rasyonel Politikaların Görünmeyen Maliyeti!
Ekonomideki "rasyonel politikalar" iki yıldır uygulanıyor ancak gizli maliyetler ülkeyi derinden etkiliyor! Döviz çıpası ne gibi bedeller ödetiyor ve bu çıkmazdan nasıl kurtulunacak? Tüm detaylar bu benzersiz analizde!
Türkiye ekonomisi, son iki yıldır uygulanmakta olan "rasyonel politikalar" ile tarihindeki en kritik dönemlerden birini yaşıyor. Gözler, Hazine ve Maliye Bakanı olarak 4 Haziran 2023’te atanan Mehmet Şimşek’in liderliğinde başlayan bu dönemin sonuçlarına çevrilmiş durumda. Peki, hedeflenen enflasyon düşüşü gerçekleşti mi ve bu süreç ülkeye ne gibi görünmeyen maliyetler yükledi? Kamuoyunun ve piyasaların merakla beklediği bu soruların yanıtları, ekonomi çevrelerinde dillendirilen çarpıcı analizlerle ortaya konuyor. Bu haberin devamını okuduğunuzda, yüzleşmek zorunda kaldığımız gerçeklerin ve geleceğe dair ipuçlarının sizleri şaşırtacağını göreceksiniz; çünkü www.avazturk.com farkıyla bu süreçteki en derinlemesine analizleri sizlere sunmaya devam ediyoruz.
Ekonomi yönetiminin temel hedefi, enflasyonu "rasyonel politikalarla" indirmek olarak belirlenmişti. Bu program başlayalı iki yıl oldu ve rakamlara bakıldığında durum oldukça ilginç bir tablo çiziyor. Örneğin, Haziran 2023’te enflasyon yüzde 38 seviyesindeyken, 2025 Haziran’ında yüzde 35 olarak kaydedildi. Bu durum, "az gittik uz gittik, bir de arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz" gibi yanıltıcı bir yoruma yol açabilir. Ancak derinlemesine incelendiğinde, iki yıl önce enflasyonun yükselme eğiliminde olduğu ve 2023 sonunda yüzde 65’e ulaştığı görülüyor. Şimdilerde ise inme eğilimine girmiş durumda ve 2025 yıl sonu beklentisi yüzde 30’un altında seyrediyor. Merkez Bankası’nın kendi tahmini ise 2025 sonu için yüzde 24, 2026 sonu için ise yüzde 12. Bu göstergeler, uygulanan politikaların yönünü ve potansiyelini gözler önüne seriyor.
Enflasyonu düşürmek için uygulanan bu "rasyonel" politikanın temelini, "kur çıpası" olarak bilinen bir mekanizma oluşturuyor. Bu mekanizma, döviz fiyatlarının yükselmesine izin verilmezse, yurt içi fiyatların da yükselmesinin frenleneceği düşüncesine dayanıyor. Bu amaca ulaşmak için yüksek faizlerle hem yurt dışından hem de içeriden "sermaye hareketleri kanalından" piyasaya ekstra döviz arzı yaratılıyor. Piyasaya bol miktarda döviz sunulmasıyla, döviz fiyatının artışı yavaşlatılıyor ve böylece enflasyonun dizginlenmesi hedefleniyor. Bu politikanın benzeri, 2003’ten sonra Ali Babacan tarafından başarıyla uygulanmıştı. Ancak günümüz koşulları o dönemden oldukça farklı: O dönemde "tek adam rejimi" yoktu, büyük miktarda "doğrudan yabancı yatırım" girişi mevcuttu ve "harcanabilir milli geliri artıran (hayatı ucuzlatan diye okuyun) yüksek cari açık kolaylıkla finanse edilebilmişti". Ayrıca, enflasyonun inmesine paralel olarak faizler de indirilebilmişti. Tüm bu detaylar, www.avazturk.com analizleriyle daha da anlam kazanıyor ve bugünkü zorlukların nedenlerini gözler önüne seriyor.
Ancak "kur çıpasıyla yani döviz fiyatını baskılayarak enflasyonu indirmenin" ciddi maliyetleri olduğu da dillendiriliyor. Bu maliyetler üç ana başlık altında toplanabilir. Birincisi, ülkenin "ihracatta rekabet gücünün azalması ve bunun sonucunda ihracatın duraklamasıdır". Nitekim, cari açıkta bir azalma görülse de "ihracatımız pek artmıyor" ve yakın zamanda "cari açığın iyice genişlediğini göreceğimiz" öngörülüyor. Döviz kurunu baskılamanın bir diğer sonucu da "yurt içi fiyatların döviz cinsinden artmasıdır". Bugün bu durumu en net biçimde turistler yaşıyor; öyle ki, "market fiyatlarında Almanya’yı, lokanta fiyatlarında Yunanistan’ı geçtik" tespiti yapılıyor. İkincisi, yurt içinde "emek gelirlerinden sermaye gelirlerine aktarma olmasıdır". Üçüncüsü ise, "yurt içinden yurt dışına gelir transfer edilmesidir". Reel ekonomide sebep-sonuç ilişkilerinin finansal ekonomideki gibi anında gerçekleşmediği, "sebebin sonuç yaratmasının bir gecikmeyle olduğu" vurgulanıyor. Bir yazarın ifadelerine göre, Merkez Bankası yönetimi ve uzmanları bu maliyetleri çok iyi biliyor, zira "bilimsel bilginin bu kadar kolay paylaşıldığı bir dünyada 'ben biliyorum, sen bilmiyorsun' diye düşünmek ve konuşmak hamlıktır". Yani sorun, bilgi eksikliğinde değil, başka bir yerde.
Peki, herkesin faydasına olan enflasyon düşüşü neden gerçekleşemiyor? Bu noktada, John Nash’in "Oyun Kuramı" devreye giriyor. İktisada uyguladığı bu teori ile Nobel ödülü alan Nash, "işbirliği yapılması gereken hallerde bile" insanların neden "işbirliği yapamadığının" matematiksel modelini ortaya koymuştur. Türkiye’de enflasyonun inmesi aslında herkesin çıkarına olmasına rağmen, başta siyasetçiler olmak üzere ekonominin tüm aktörleri – yani "hane halkı, küçük esnaf, büyük iş insanları, sendikalar, bankacılar vs." – enflasyonu düşürecek işbirliklerine girmek yerine, kendi "siyasal veya parasal çıkarlarını maksimize etme dürtüsüyle enflasyonun sürüp gitmesine yarayacak davranışlarda bulunabilmektedir". Bu, aslında çok daha derin bir toplumsal ve siyasal soruna işaret ediyor.
Tüm bu tablo, sadece ekonomik verilerin değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerin de enflasyonla mücadelede ne denli belirleyici olduğunu ortaya koyuyor. Uygulanan "rasyonel" politikaların getirdiği ağır bedeller, bir yandan ihracatçıyı zorlarken, diğer yandan vatandaşın hayat pahalılığı karşısında ezilmesine neden oluyor. Gelir eşitsizliği derinleşiyor, yurt dışına kaynak transferi hızlanıyor. Ancak tüm bu tartışmaların ve analizlerin ötesinde, durumun gerçek boyutunu özetleyen bir "son söz" var. Enflasyonla mücadelede asıl sorunun ne ekonomi yönetiminin bilgisi, ne de uygulanan politikaların mekanizması olduğu belirtilirken, "Merkez Bankası, enflasyon tamirhanesi değildir" tespiti yapılıyor. Bu çarpıcı ifade, asıl çözümün çok daha öteye, toplumsal bir uzlaşıya ve tüm aktörlerin ortak fayda için işbirliği yapmasına dayandığını ima ediyor. Bu kapsamlı analiz ve daha fazlası için www.avazturk.com’u takipte kalın; çünkü Türkiye’nin ekonomik geleceği, sadece faiz oranlarında değil, aynı zamanda toplumun kendi içindeki dinamiklerde şekilleniyor!