Rekor Rezerv Artışı Faiz İndirimi Baskısını Artırıyor, Reel Sektörden 'Yeter' Feryatları Yükseliyor!

Rekor Rezerv Artışı Faiz İndirimi Baskısını Artırıyor, Reel Sektörden 'Yeter' Feryatları Yükseliyor!

Son haftada yaşanan hızlı rezerv artışı ve Merkez Bankası'nın politika adımları piyasalarda yeni bir dönemin sinyallerini verirken, reel sektör yüksek faiz, finansmana erişim zorluğu ve Çin rekabeti gibi devasa sorunlarla boğuşuyor. Sıkı para politikasını

Türkiye ekonomisinde hareketli günler yaşanıyor. Son haftada döviz rezervlerinde görülen hızlı artış, para politikasının geleceğine ilişkin tartışmaları yeniden alevlendirirken, sahadan gelen reel sektör şikayetleri tablonun hiç de iç açıcı olmadığını ortaya koyuyor. Uzmanlar, bu gelişmelerin sıkı para politikasının ne kadar sürdürülebileceği konusunda ciddi soru işaretleri yarattığını belirtiyor.

Rezervlerde Şaşırtıcı Artış: Yeni Bir Döngü mü Başlıyor?

Geçtiğimiz hafta piyasalar, 19 Mart krizinin etkilerini konuşmaya devam ederken, özellikle son günlerde yaşanan bir gelişme dikkatleri üzerine çekti: Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinde hızlı bir artış kaydedildi. Son üç günde sırasıyla 2.2 milyar, 2.8 milyar ve 1.5 milyar dolarlık artışlar görüldü. Daha önce sürekli bir artış için günlük 1 milyar doların üzeri gerektiği konuşulurken, bu eşiğin geçildiği bir hafta yaşandı. Kaynağa göre, son 10 günde rezervlerdeki artışın 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Kamu döviz hesapları dahil edildiğinde net rezervler 29.2 milyar dolara ulaşırken, Merkez Bankacıların hesapladığı Swapa tabi olmayan net rezervler ise 10.7 milyar dolardan 22.1 milyar dolara yükselmiş görünüyor. Bu da son 10 günde yaklaşık 11-11.5 milyar dolarlık bir artış anlamına geliyor.

Bu rezerv artışı ile birlikte fonlama faizleri düşmeye başladı. Merkez Bankası'nın Perşembe günü 45.79'a kadar inen TL fonlama faizini, Cuma günü zorunlu karşılıkların da etkisiyle 48.90'a çektiği görüldü. Bu düşüşü önlemek ve politika faizi olan %46'nın üstünde tutmak için Merkez Bankası'nın yeniden depo ihalesi açtığı belirtiliyor. Uzmanlar, Merkez Bankası'nın bu adımla döviz rezervini yeniden yükseltme çabasına girdiğini, gelen dövizi aldığını ve bu durumun 19 Mart öncesindeki döngüye dönüş sinyali verdiğini yorumluyor. Bu döngüde kurlar sabit tutulurken rezerv alımı devam ediyor, ancak bunun karşılığında Merkez Bankası zarar ediyor ve karşılıksız para basarak likiditeyi artırıyor.

Enflasyon Raporu Güven Vermedi, İç Talep Daralması Beklentisi Sorgulanıyor

Uzun zamandır beklenen Enflasyon Raporu da geçtiğimiz hafta açıklandı. Yıl sonu hedefinde %29 ve altına inileceği, 2026 hedefinin ise %12 olarak korunduğu duyuruldu. Ancak bu hedeflerin ne kadar ayakları yere bastığı konusunda piyasalara çok fazla güven vermediği dile getiriliyor. Mevcut hesaplamalarla ancak %30.1'e inilebileceği belirtilirken, hedefe ulaşmanın iç talep daralması ve kur etkisinin zayıflamasına dayandırıldığı ifade edildi. Bakan Mehmet Şimşek'in %70 ihtimalle hedefe ineceğiz sözünün de güvenilir bulunmadığı aktarıldı.

Merkez Bankası'nın sürekli bir negatif çıktı açığı yani büyümede daralma beklediği, özellikle bu yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde gerileme öngördüğü raporda yer aldı. Ancak bankanın geçmişte, geçen yılın üçüncü çeyreği hariç, çıktı açığında hep negatif bekleyip yanılması sicilinin iyi olmadığını gösteriyor. Bu sefer gerçekten samimi olduklarına dair yemin etmeye kalkışmaları ise dikkat çekici bulundu. İç talepte bir yavaşlama olduğu ancak Merkez Bankası'nın beklediği kadar büyük bir daralma olmadığına dair veriler olduğu da rapordan hemen sonra dile getirildi.

KGF Hamlesi: Reel Sektörün Derin Sorunlarına Yetersiz Çözüm mü?

Enflasyon Raporu açıklamasının hemen ardından Kredi Garanti Fonu'ndan KOBİ'lere yeni bir kredi limiti açılacağı duyuruldu. Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay'ın bu konudaki açıklamaları, hükümete "kredileri KGF ile açalım, limitleri genişletelim, dövize talep yaratmayız ama faizi yüksek tutarız" mesajı verildiği şeklinde yorumlandı. Bu adımın, reel sektörün şikayetlerine yanıt vermek ve piyasayı rahatlatmak amacıyla atıldığı düşünülüyor. Ancak uzmanlara göre, KGF gibi krediler veya kredi sınırlamalarının artırılması reel sektörün karşılaştığı derin sorunları çözmekten çok uzak.

Reel Sektörden "Devasa Sorunlar" Sinyali

Anadolu Odaları ve Borsaları Birliği'ndeki şurada dile getirilen şikayetler, reel sektörün ne denli sıkıştığını gözler önüne seriyor. TOBB Başkan Yardımcısı ve İSO Başkanı Erdal Bahçıvan'ın da katıldığı toplantıda, KOBİ'lerin "ayağına pranga vurulduğu", en büyük sorunun krediye erişim olduğu belirtildi. Piyasada ödemelerin aksadığı, alışverişlerin azaldığı ve ekonominin büyümesinin yavaşladığı ifade edildi. KOBİ'lere pozitif ayrımcılık yapılması ve aylık kredi büyüme sınırlarının dışına çıkarılması talep edildi. Ticari kredi kartlarının da sınırlama dışında tutulması istendi.

Genel olarak dile getirilen sıkıntılar listesi ise oldukça uzun ve vahim:

  • Finansmana erişim zorluğu
  • Kredi faizlerinin çok yüksek olması
  • Tekstil, hazır giyim gibi emek yoğun sektörlerde büyük sıkıntılar
  • Girdi maliyetlerinin çok yüksek olması
  • Gelir vergisi dilimlerinin yeniden düzenlenmesi ihtiyacı
  • Yurt dışında rekabet gücünün kaybedilmesi
  • İhracata destek ihtiyacı
  • Kuraklık ve su sorunu
  • Her geçen yıl büyüyen KDV alacakları sorunu
  • Nitelikli eleman ve mesleki eğitim sorunu
  • Sanayide bölgesel çeşitliliği artırma gerekliliği
  • İl ve ilçe bazında yerel ekonomik sorunların çözümlenmesi
  • Doğu ve Güneydoğu'da teminat sorunu
  • Döviz bozdurma zorunluluğunun kademeli kaldırılması talebi
  • Vize sorunları
  • Savaşın (Zira'nın) etkileri

Bu şikayetlerin, KGF kredileriyle veya sadece kredi sınırlamalarını artırmakla çözülebilecek gibi görünmediği vurgulanıyor.

Çin Rekabeti İç Pazarda Bile Tehdit

Reel sektörün en önemli kaygılarından biri haline gelen Kur ve Çin rekabeti özellikle öne çıkıyor. Ticaret savaşlarının Türkiye'ye yarayacağı beklentisinin aksine, durumun aleyhimize çalıştığı açıkça görülüyor. Sadece Çin değil, Mısır'dan bile iç pazar için tehdit geldiği dile getiriliyor. Çin'in ticaret savaşları nedeniyle indirimli olarak tüm pazarlara yayıldığına, Irak pazarında ikinci sıraya yükseldiğine ve Türkiye'nin gerilediğine dikkat çekiliyor. Suriye'de bile Çin'in liman bölgesinde şimdiden organize sanayi bölgesi satın aldığı bilgisi paylaşıldı.

Sıkı Para Politikasında Çatlaklar ve Siyasi Krizin Gölgesi

Tüm bu gelişmelerin ışığında, sıkı para politikasının sürdürülebilirliği konusunda artan bir baskı olduğu belirtiliyor. Reel sektörün tabandan gelen şikayetlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a kadar ulaştığı, hatta kabine üyelerinin bile bu durumdan şikayetçi olduğu aktarıldı. Hükümette, "Başka çaremiz yok mu?" sorusunun yüksek sesle konuşulduğu, değişimin olabileceği yönünde beklentilerin arttığı, bu değişimden kasıt ise kurun biraz artması ve sübvansiyonlu kredilere dönülmesi gibi adımlar olduğu dile getiriliyor. Açıkça söylenmese de piyasa canlı olsun, insanlar mutlu olsun gibi bir havanın ağırlaştığı görülüyor.

Uzmanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sıkı para politikasına uzun süre dayanabileceğini tahmin etmediklerini belirtiyor. Mehmet Şimşek'in şimdilik ikna etmiş gibi görünse de, tabandan gelen baskı ve rezerv artışı gibi gelişmelerin faiz indirimini beklenenden erkene çekme potansiyeli olduğu konuşuluyor. Rasyonel beklenti faiz indirimi için Temmuz ayı iken, hızlı rezerv artışı nedeniyle Haziran'da indirime mecbur kalınabileceği ihtimali dile getiriliyor.

Ancak asıl tehlikenin, Merkez Bankası'nın geçmişte 19 Mart öncesi uyguladığı ve zarar ederek likiditeyi artırıp servet transferine neden olan, bunun sonucunda da talep artışını tetikleyen yönteme geri dönme riskinde olduğu belirtiliyor. Merkez Bankası'nın iç talebin 4-5 ay daha daralmasını beklediği bir planı olduğu ancak KGF gibi adımlarla bu planın delinmeye başladığı ve gevşemenin erken başlayabileceği uyarısı yapılıyor. Bu durumda, faiz gelirleri nedeniyle mevduat sahiplerine bir servet transferi olabileceği ve talep artışının yeniden kaçınılmaz olabileceği endişesi dile getirildi.

Öte yandan, 19 Mart krizinin asıl sebebinin ekonomik değil siyasi olduğu, siyasi krizin devam ettiği ve her gün yeni dalgalarla büyüdüğü vurgulanıyor. Güven eksikliğinin sürdüğü, bu ortamda dövize olan talebin tamamen söndüğünü söylemenin mümkün olmadığı belirtiliyor. Yüksek faiz nedeniyle Londra piyasasından bazı fonların geldiği ancak bunların "sıcak paranın aşırı sıcak hali" olarak sadece birkaç gün kalıp geri dönebildiği örneği verildi. Siyaset durulmadan ekonomide kalıcı bir yumuşamanın zor olduğu, her an siyasetten kaynaklı yeni bir kırılganlığın ortaya çıkabileceği uyarısı yapıldı.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi hızlı rezerv artışı gibi olumlu görünen gelişmeler yaşarken, derin reel sektör sorunları, siyasi krizin yarattığı kırılganlık ve sıkı para politikasının sürdürülebilirliği konusundaki baskı arasında bir denge arayışında görünüyor. Piyasaların ve reel sektörün beklentileri ile Merkez Bankası'nın hedefleri arasındaki makas açık kalmaya devam ediyor.