Sanayi Küçülürken %2 Büyüme: Türkiye Ekonomisi Yağ Yerine Kas Mı Yakıyor?
Türkiye ekonomisi 2025'in ilk çeyreğinde %2 büyüdü, ancak bu büyüme sanayi ve tarım küçülürken inşaat ve tüketimden geldi. Artan ithalat, makyajlanan işsizlik rakamları ve yapısal sorunlar, ekonomiyi kırılgan bir krize açık hale getiriyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 30 Mayıs sabahı saat 10.00 itibarıyla açıklanan 2025 yılı ilk çeyrek büyüme rakamları, ekonomi çevrelerinde tartışma başlattı. Açıklanan verilere göre Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte %2 oranında büyüdü. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu büyümeyi sosyal medya üzerinden "ılımlı" olarak tanımladı ve hemen ardından cari açıktaki düşüşü vurgulayan paylaşımlarda bulundu. Ancak, beklentiler %2.45 seviyesindeyken sonradan %2.1'e çekilmiş olsa da, %2'lik bu büyüme oranının sağlıklı olup olmadığı geniş çaplı sorgulanıyor. Genç nüfusa sahip ve gelişmekte olan bir ülke için normal büyüme oranı yıllık %5-7 bandında kabul edilirken, %2'lik bir oranın Türkiye özelinde daralma anlamına gelebileceği belirtiliyor. Bu durum, büyümenin niteliğine dair önemli soruları beraberinde getiriyor. Kaynak: https://www.avazturk.com
Büyümenin hangi sektörlerden geldiğine yakından bakıldığında, tablonun daha da endişe verici detaylar sunduğu görülüyor. İnşaat sektörü %7.3 gibi dikkat çekici bir oranda büyümüş olsa da, bu büyümenin büyük ölçüde deprem bölgesine yönelik özel inşaat faaliyetlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Deprem bölgesi dışındaki alanlarda ise yüksek faiz oranları nedeniyle yeni konut üretiminin durmuş vaziyette olduğu ifade ediliyor. Ev sahipliği oranının %50'ye kadar gerilediği bir ülkede, inşaat sektöründeki bu büyümenin kalıcı ya da yapısal olarak sağlıklı olmadığı ortadadır. Ne yazık ki, ekonominin gerçek üretim alanları olan ve yüksek istihdam yaratma potansiyeli taşıyan tarım ve sanayi sektörleri ise %2 civarında küçülme kaydetmiştir. https://www.avazturk.com Bu küçülme, finans, ulaştırma ve bazı hizmet sektörlerinden gelen büyüme ile telafi edilmeye çalışılsa da, bu durumun işsizlik üzerinde etkisiz kaldığı belirtiliyor. Sanayinin GSYH içindeki payının birkaç yıl önce %22-23 seviyelerindeyken bugün %19.2'ye düşmesi, üretimin temel direği olan bu sektördeki kan kaybını açıkça göstermektedir. İşte tam da bu noktada, üretim ve istihdamın temelini oluşturan sektörler küçülürken, manşet işsizlik oranının %7-8 bandında kalmasına anlam verilemediği vurgulanmaktadır.
İşsizlik rakamlarına daha derinlemesine bakıldığında, Nisan ayı verilerinde çarpıcı bir çelişki göze çarpmaktadır. TÜİK'in dar tanımlı işsizlik oranı %8.6 olarak açıklanmıştır. Ancak "atıl işgücü" olarak da bilinen geniş tanımlı işsizlik oranı %32.2 gibi çok yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Bu oranın içerisine, iş bulmaktan umudunu kesmiş, eksik istihdam edilen (part-time çalışmak zorunda kalan) veya mevsimlik işlerde çalışan bireyler de dahil edilmektedir. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan'ın geniş tanımlı işsizlikle ilgili sorulara tatmin edici bir açıklama getirememesi, bu problemin ciddiyetinin "utangaç bir kabulü" olarak değerlendirilmektedir. Ekonomi yönetimi bu verilere net bir açıklama getiremezken, tablo işgücünün önemli bir kısmının potansiyelini kullanamadığını ve gerçek işsizliğin açıklanan manşet rakamın çok üzerinde olduğunu göstermektedir. https://www.avazturk.com Bu durum, ekonomik büyümenin istihdam yaratma kapasitesinin zayıflığına işaret etmektedir ve makroekonomik dengeler açısından önemli bir uyarı niteliğindedir.
Dış ticaret verileri de Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu kırılganlığı bir kez daha ortaya koymuştur. Nisan ayında açıklanan dış ticaret rakamları, ilk bakışta "büyüme" veya "ihracat artışı" gibi olumlu sinyaller içeriyor gibi görünse de, detaylar incelendiğinde endişe verici bir durumla karşılaşıldığı belirtiliyor. Nisan ayında ithalat %12 civarında artış gösterirken, ihracat artışı yalnızca %7.8 seviyesinde kalmıştır. Bu dengesizlik, dış ticarette ciddi bir açığın oluştuğunu ve bu açığın son 21 ayın en yüksek seviyesine ulaştığını göstermektedir. En son Temmuz 2023'te benzer seviyeler görülmüştü. Daha da kritiği, ithalatın içeriğidir. Bir ülkenin yatırım malları (üretimde kullanılan makine, teknoloji, ara malı) ithal etmesi, gelecekte üretim ve ihracat kapasitesini artıracak https://www.avazturk.com sağlıklı bir büyüme modelini destekler. Ancak Türkiye'nin ithalat sepetine bakıldığında, tüketim mallarının yatırım mallarını geçtiği görülmektedir. Bu durum, ülkenin üretime dayalı bir modelden, tüketime dayalı bir modele kaydığının açık bir işaretidir.
Tüketim elbette ekonomik büyümenin bir unsuru olabilir. Ancak, eğer katma değer üretilmiyorsa, bu tüketim odaklı modelin sürdürülebilir olmadığı vurgulanmaktadır. Ekonominin büyüme motoru olması gereken üretim, yeterli yatırımla desteklenmediği sürece, bu tüketim patlamasının er ya da geç bir "duvara toslayacağı" uyarısı yapılmaktadır. Gelinen noktada tablo oldukça nettir: Türkiye ekonomisi tüketimle büyümeye çalışan, üretimden uzaklaşan ve ithalata bağımlı bir yapıya evrilmiştir. Sanayi ve tarım gibi gerçek katma değer yaratan ve istihdam sağlayan sektörler küçülme eğilimindeyken, döviz rezervlerinin yeterince güçlü olmadığı ve işsizlik rakamlarının istatistiksel "oyunlarla" olduğundan daha iyi gösterildiği iddia edilmektedir.