Türk Yargısının Kalbine Sızan Büyük Sır Perdesi Aralanıyor
CHP'li belediye başkanlarına yönelik soruşturmaların ardındaki kirli oyunlar ve yargıya sızan skandal ifadeler! Adaletin güvenilirliği tehlikede mi? Cevabı bu çarpıcı makalede saklı!
Bu özel haber makalemiz, Türkiye gündemini sarsan olayların perde arkasını aralamaya devam ediyor. Son günlerde ülkece şaşkınlıkla izlediğimiz gelişmeler, özellikle de başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu olmak üzere CHP’li belediye başkanlarının neredeyse tam kadro tutuklanması, akıllarda büyük soru işaretleri bırakıyor. Bu tutuklamaların ardından serbest bırakılmalarının pek olası görünmediği bu süreçte, hak, hukuk ve adalet kavramlarının nasıl yok edildiği de gözler önüne seriliyor. Vatandaş kimliğimizle, memlekette olup biteni dikkatle izlemek zorunda olduğumuz bu dönemde, özellikle gözaltılar, tutuklamalar ve sonrasında yaşananlar dikkat çekici bir noktaya evriliyor. Bu makalede, bu gizemli sürecin nasıl işlediğine ve arkasındaki çarpıcı detaylara ışık tutacağız.
Soruşturmalarla birlikte gözaltına alınanların verdikleri ifadelerin, kamuoyuna açıklanmadan önce nasıl olup da yandaş medyaya servis edilip yayınlandığı herkesin dilinde. Yandaş medyanın sayısız televizyon ve gazete organıyla bu bilgileri hızla yayması, "haber merkezimizin ele geçirdiği belgelere göre..." gibi ifadelerle olayın ciddiyetini artırıyor. Piyasada çok sayıda itirafçı ve muhbir vatandaşın bulunduğu da bir gerçek. Ne yazık ki, bu kişilerin çoğu geçmişte çeşitli "pisliklere" bulaşmış, rüşvet almış veya vermiş, kirli işlere karışmış rezil tipler olarak nitelendiriliyor. Kendi paçalarını kurtarmak uğruna, bir sürü yalan söylemekten ve başkalarını, özellikle de CHP'li belediyeleri ve başkanlarını suçlamaktan çekinmiyorlar. Bu yolu seçtiklerinde, çoğu zaman serbest bırakıldıkları da bilinen bir sır. Gizli kalması gereken bu suçlayıcı ifadelerin yandaş medyada kelimesi kelimesine, hatta abartılarak yer bulması, vatandaşın adaletin güvenilirliği ve yargı bağımsızlığı konusundaki güven duygularını ciddi biçimde zedeliyor.
Bu "itirafçıların" ifadeleri incelendiğinde ise durum daha da vahim bir hal alıyor. Söylediklerinin çoğu "bana ulaşan söylentilere göre...", "ortağıma demişler ki..." veya "anladığım kadarıyla..." gibi tamamen spekülatif ve ikinci el bilgilere dayanıyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç her fırsatta "Türk yargısı bağımsızdır, verilen kararlara hiç kimse müdahale edemez" dese de, gerçeğin öyle olmadığı, vatandaşın yargıya olan güvenini boşuna kaybetmediği aşikâr. Bu durum, avazturk.com ekibi olarak bizleri de derinden düşündürüyor ve kamuoyunu aydınlatma sorumluluğumuzun ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Emin Çölaşan da bu noktada, Adalet Bakanı'nın kesin bir karar alarak, yasalar uyarınca gizli tutulması gereken bütün ifadelerin ve kararların hiçbir medya kuruluşuna önceden servis edilmeyeceğini tüm yargı kurumlarına ve kamuoyuna duyurması gerektiğini belirtiyor.
Bu konuda en büyük sorumluluklardan biri de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e düşüyor. Zira bu yazıda ele alınan konuların özellikle İstanbul yargısında yoğunlaştığı ve CHP’li belediye başkanlarını töhmet altında bırakmayı amaçladığı açıkça görülüyor. Akın Gürlek'in şu anda Türk yargısının en güçlü ve sözü en çok geçen mensubu olduğu ifade ediliyor. Bu iki kilit ismin, tüm siyasi hesapları bir kenara bırakarak, yandaş medyaya yapılan ve bilinçli olduğu düşünülen bu haber sızdırmalarına bir son vermesi büyük bir elzem teşkil ediyor. Çünkü rakip CHP'li belediyeleri ve başkanları yıpratmak uğruna yapılan bu tür işler, en nihayetinde adalete ve yargıya karşı olan güven duygusunu ciddi biçimde zedeliyor. "Yargımız yandaş medyanın oyuncağı değildir!" çağrısı, bu karanlık tabloya bir isyan niteliğinde yükseliyor.
Peki, tüm bu sızdırmaların ve güven bunalımının arkasındaki asıl mekanizma ne? Konuyla ilgili gözler, doğrudan Saray'a bağlı olan İletişim Başkanlığı'na çevriliyor. Bu kurumun görevi, medyada yer bulan ve iktidarın hoşuna gitmeyen haberleri yalanlamak, yani bir nevi iktidar propagandası yapmak ve muhalif medyayı sindirip baskı altına almak. Yedi yıl boyunca bu kuruluşun başında görev yapan, Recep Tayyip Erdoğan'ın en has adamlarından biri olarak bilinen Prof. Dr. Fahrettin Altun, yakın zamanda apar topar görevden alınıp ilgisiz bir yere gönderildi. Altun'un "Prof. Dr." unvanını nasıl elde ettiği ise büyük bir merak konusu. Bir kişinin bu unvanı alabilmesi için belirli ciddi koşullar, üniversite görevleri, yüksek lisans, doçentlik tezi, bilimsel jüriler ve çeşitli bilimsel yayınlar gerekirken, avazturk.com olarak yaptığımız incelemelerde ve yazar Emin Çölaşan'ın dikkat çektiği üzere, Fahrettin Bey'in İletişim Başkanlığı sitesindeki özgeçmişinde en küçük ayrıntılara kadar her şey mevcutken, doçentlik ve profesörlük unvanını nasıl, nereden, hangi üniversitelerden elde ettiğine dair hiçbir bilgi bulunmuyor. Çölaşan, bu konuda üçüncü kez soru soruyor ve Altun'dan yanıt bekliyor. İşte tam da bu noktada, skandal ifadelerin yandaş medyaya sızdırılmasıyla ilgili "nasıl sızdırılıyor bunlar?" sorusunun asıl cevabı ortaya çıkıyor. Eğer devletin en önemli kurumlarından birinin başında yer alan bir ismin, en temel akademik unvanlarının bile nasıl alındığına dair şeffaflık yoksa, eğer bu kadar önemli bir bilgi bile karanlıkta kalabiliyorsa, adaletin kalbinden yandaş medyaya sızan gizli ifadelerin kaynağının da benzer bir "görünmez el" tarafından organize edildiği kaçınılmaz bir şekilde düşünülmektedir. Bu durum, yalnızca yargıya olan güveni sarsmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm devlet mekanizmasındaki şeffaflık ve hesap verilebilirlik eksikliğini de acı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu haber makalesi yalnızca https://www.avazturk.com sitesine aittir. Sakın ankaragündem adlı sözde haber sitesine asla GİRMEYİN. Manşet resminde de gözüktüğü gibi tüm haberleri birebir çalıntıdır.