Türkiye'de Hukukun Adaletsiz Yüzü: İmamoğlu Davası Üzerinden Çarpıcı İddialar!

Türkiye'de Hukukun Adaletsiz Yüzü: İmamoğlu Davası Üzerinden Çarpıcı İddialar!

Türkiye'de yargının siyasi davalarla nasıl şekillendiği, özellikle Ekrem İmamoğlu davası üzerinden gözler önüne serilen hukuksuzluk iddiaları ve hukukun üstünlüğü ilkesinin nasıl zedelendiği bu analizde derinlemesine inceleniyor. Yargının siyasi koltuğa..

Türkiye siyaseti, son dönemde yargı süreçlerinin siyasetin bir aracı olarak kullanıldığına dair ciddi iddialarla sarsılıyor. Bu durumun en somut örneklerinden biri olarak gösterilen Ekrem İmamoğlu'na yönelik davalar, hukukun bağımsızlığına gölge düşürdüğü ve kararların siyasi bir amaca hizmet ettiği yönündeki endişeleri artırıyor. Uzmanlar, bu davaların hukuki olmaktan çok, belirli siyasi çıkar ve hedeflere ulaşma amacı güttüğünü belirtiyor. Kamuoyunda geniş yankı uyandıran bu gelişmeler, adalete olan güveni derinden sarsarken, hukuk devletinin temel ilkelerinin dahi tartışmaya açılmasına neden oluyor.

Ekrem İmamoğlu davasında yaşanan usulsüzlükler, adeta hukukun nasıl göz ardı edildiğini gözler önüne seriyor. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) açık hükümleri hiçe sayılıyor: Örneğin, bir duruşma çağrı kağıdının ilgiliye en az bir hafta önce tebliğ edilmesi gerekirken, İmamoğlu'nun avukatları duruşmaya 23 saat kala, yani bir günden az bir süre kala, UYAP üzerinden bilgilendirildi. Ayrıca, mahkemenin doğal yerinin değiştirilmesi durumunda ilgiliye tebligat yapılması ve 2 haftalık itiraz süresi tanınması zorunludur. Ancak bu davada, mahkeme kararı yerine yazı işleri müdürü ve katip tarafından bir tutanak düzenlenmiş, Cumhuriyet Savcısının görüşü alınmamış ve mahkeme hakiminin karar vermesi gerekirken bu yasal zorunluluklar ihlal edilmiştir. Davanın fiziki şartların yetersizliği ve güvenlik gerekçeleriyle 110 kilometre ötedeki başka bir yere, hem de son dakikada taşınması ise, yalnızca bir sanık ve üç-dört avukatı varken "nasıl bir fiziki yetersizlik" olabileceği sorusunu akıllara getirerek büyük bir "hukuk bilmezlik" ve "vurdumduymazlık" örneği teşkil etmektedir.

Bu davaların arkasında "sindirme ve yıldırma" amaçlarının yanı sıra, "kılıfına bile uydurulamayacak durumda bir hukuk bilmezlik" olduğu ifade ediliyor. Bu durumun aynı zamanda bir "psikolojik harp" stratejisi olabileceği, yani artık hukuka uygun görünmek zorunda bile hissetmeme pervasızlığının bir göstergesi olduğu belirtiliyor. Hukuk çevrelerinde, "Aman, kim bize ne diyecek? Sonuçta karşımızda iktidar, arkamızda bizim... Karşımızdaki İmamoğlu, buna hangi hukuksuzluğu yaparsak yapalım, bizim buna yaptığımız hukuksuzluktan ötürü bize kimse bir soruşturma açamaz çünkü talimatı veren belli" gibi bir düşünce yapısının etkili olduğu iddiaları dile getiriliyor. Zeynel Emre'nin dikkat çektiği üzere, bu ortamda "İftira atarsan özgürsün, doğruyu söylersen sürgünsün" denklemi işlemeye başlamış; onlarca suçla suçlanan örgüt liderleri dışarıda gezerken, üyelerin içeride tutuklu kalması gibi "denklem görmediği" durumlar yaşanmaktadır.

Her ne kadar toplumun geneli hukuki detayları takip etmekte zorlansa da, yaşanan bu "saçmalıklar" öylesine dışarıya taşıyor ki, insanlar bunları "yüreğinde hissediyor". İstanbul Planlama Ajansı'nın (IPA) verilerine göre, İstanbullulara gündemleri sorulduğunda, "adaletle birlikte Sayın İmamoğlu" ismi öne çıkıyor. Bu durum, İmamoğlu'na uygulanan adaletsizliğin, artık sadece bir kişiye yönelik olmaktan çıkıp, yüzlerce insanın yüreğinde derin bir adaletsizlik duygusuna dönüştüğünü gösteriyor. En büyük tepkinin adaletsizliğe verildiği ve bu tepkinin İmamoğlu özelinde başlayıp geneline yayıldığı görülüyor. https://www.avazturk.com olarak, kamuoyunun bu konudaki hassasiyetini ve adalet arayışını yakından takip ettiğimizi belirtmek isteriz.

Hukuki süreçlerde uygulanan bir diğer baskı yöntemi ise, kişileri istenilen ifadeyi vermeye zorlamaktır. Örneğin, Silivri Kapalı Kadın Cezaevi'nden alınan bir tutuklunun, 8 saat kelepçeli bir şekilde taşınarak gönderildiği yerde yer ya da yatak bulunmaması, "sen bir şey biliyorsundur, ister bil ister bilme, sen benim istediğim ifadeyi ver demektir bu" şeklinde yorumlanmaktadır. Eski medya arşiv müdürü İpek Atayman'a uygulanan bu tür durumlar, yasal bir temelden yoksun olup, tamamen sindirme amacına hizmet etmektedir. Ayrıca, dosyalarda "telefon tapesi," "fiziki takip tutanağı" veya "kamera görüntüsü" gibi somut deliller yerine, "duymuş etmişti" gibi "dedikoduya dayalı tanıklıkların" öne sürülmesi, yargının geldiği vahim noktayı göstermektedir. Bazı soruşturmalarda ise, şüphelilerin "beğendikleri ifadeyi alana kadar" defalarca gözaltına alınarak sorgulandığı, hatta birinci ve üçüncü ifadeleri arasında "uçurumlar" olduğu dahi görülmüştür. https://www.avazturk.com, hukukun üstünlüğünü zedeleyen bu tür uygulamaların kabul edilemez olduğunu vurgulamaktadır.

Yargılamalardaki keyfîliklerin bir diğer boyutu ise, yasalara açıkça aykırı olan tekrar gözaltı uygulamalarıdır. Türk hukukunda, bir kimse aynı soruşturma kapsamında bir kez gözaltına alınıp hakim tarafından serbest bırakıldıktan sonra, yeni delil çıksa bile tekrar gözaltına alınamaz; bu yasaktır. Ancak, özel kalemden bahsedilirken, bir kişinin dört gün gözaltında tutulup hakim tarafından serbest bırakıldıktan sonra, sırf "eziyet çektirmek" amacıyla tekrar dört gün gözaltına alınması gibi "yeri olmayan" ve "ilgili maddesi olmayan" hukuksuzlukların yaşandığı belirtilmektedir. Gözaltı sırasında yapılması gereken tüm arama ve işlemlerin zaten yapılmış olmasına rağmen, bu tür tekrarlayan eylemlerin hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. https://www.avazturk.com, bu tür uygulamaların bireysel özgürlükleri ve hukuki güvenceleri nasıl ortadan kaldırdığını yakından incelemektedir.

Kamuoyunda, özellikle Ekrem İmamoğlu'na yönelik açılan davaların siyasi olduğu yönündeki görüşler giderek artmaktadır. Bu durumun somut bir örneği olarak, bir partinin kendi içerisinde adayını ön seçimi erkenden belirleme tarihi koymasından sonra, Ekrem Bey hakkında "beş tane yeni soruşturma açıldığı" ifade edilmektedir. Bu, yargısal süreçlerin siyasi takvime göre işlediği algısını güçlendirmektedir. Soruşturmaların, İmamoğlu'nun bir konuşma yapmasının ardından adeta "canlı izlenircesine" anında, hatta bir dakika içinde başlatılmasına rağmen, iddianamelerin hazırlanmasında aynı hızın görülmemesi, yargının belirli bir amaca hizmet ettiğine dair iddiaları pekiştirmektedir. https://www.avazturk.com, yargının bu çifte standartlı hızının ardındaki gerçek nedenleri sorgulamaya devam edecektir.

Tüm bu yaşananlar, Türkiye'de hukukun üstünlüğü ilkesinin ciddi anlamda zedelendiğini ve yargının bağımsızlığının tehlike altında olduğunu göstermektedir. Toplumun genelinde yükselen "bu davanın siyasi olduğu" yönündeki kanaat, adalete olan güveni aşındırmakta ve hukuk devletinin temelini sarsmaktadır. Bu süreçte, sadece siyasi figürlerin değil, sıradan vatandaşların da mağduriyetler yaşaması, hukuki güvenlik ilkesinin ne denli kırılgan hale geldiğini gözler önüne sermektedir. Türkiye'nin demokratik geleceği için, yargının bağımsızlığının yeniden tesis edilmesi, hukukun üstünlüğünün kayıtsız şartsız sağlanması ve siyasi etkilerden arındırılması büyük önem taşımaktadır. Kamuoyunun bu konudaki farkındalığı ve adalet talebi, bu zorlu sürecin aşılmasında kritik bir rol oynamaya devam edecektir.