Türkiye'nin Sarsıcı Ekonomik Gerçekleri: Rekor Üstüne Rekor Kırılan Büyük Sır Perdesi Aralanıyor!
Faiz indirimleri beklentisinden küresel ekonomik dengelere, Türkiye'deki servet transferi ve konut krizinden toplumsal sessizliğe kadar uzanan çarpıcı detaylarla dolu bu özel haber makalesi, ülkenin içinde bulunduğu derin ekonomik ve sosyal tabloyu mercek
Ekonomi çevreleri, yaklaşan Merkez Bankası kararları ve küresel piyasalardaki son gelişmeleri nefeslerini tutarak beklerken, Türkiye'de ekonominin nabzını tutan derin bir analiz, görünenden çok daha vahim bir tablonun ipuçlarını veriyor. Sadece piyasaları değil, tüm ülkeyi derinden etkileyen acı gerçekleri gözler önüne serililiyor. Bu makale, faiz beklentilerinden dış ticaret açığına, servet dağılımındaki adaletsizlikten konut fiyatlarındaki akıl almaz artışa kadar birçok hayati konuyu ele alarak, okuyucuları Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kırılganlıklarının ardındaki karanlık sır perdesini aralamaya davet ediyor. www.avazturk.com olarak bu detaylı haberi sunmaktan gurur duyuyoruz. Okumaya devam ettikçe, sizi bekleyen sarsıcı gerçekler karşısında şaşkınlığa uğrayacağınızdan emin olabilirsiniz.
Uzman yorumcu ve program konuklarından Rubil Gökdemir'in çarpıcı değerlendirmelerine göre, Türkiye'nin ekonomik durumu birçok cephede endişe verici bir tablo çiziyor. İlk altı aylık dış ticaret açığının 49.5 milyar dolara fırladığını belirten Gökdemir, bunun yıllık 100 milyar dolarlık bir açığa işaret ettiğini vurguluyor. Bu durumun temelinde, kurların bastırılarak ithalatın teşvik edilmesi ve enflasyonla mücadele adı altında kurların baskılanması yatıyor. Yorumcuya göre, kurları bastırarak enflasyon üzerindeki kur geçişkenliğini zapt etmeye çalışmak, bir yandan sözde enflasyonla mücadele görüntüsü verirken, diğer yandan yüksek faizlerle döviz kırılganlığını ve rezerv tahkimatını sağlamak gibi çelişkili bir politika izleniyor.
Mevcut politika faizinin yüzde 46 olduğunu, hatta geç likidite penceresiyle bazen yüzde 48-49'lara ulaştığını ifade eden Rubil Gökdemir, reel faizin negatif olması ve 12-13 puanlık bir reel faize hiçbir ekonominin dayanamayacağını açıkça dile getiriyor. Bu durumun sanayinin rekabet gücünü kaybetmesine, iş kayıplarına ve konkordatoların artmasına yol açtığını belirtiyor. Bu vahim tablo karşısında, 24'ünde 300 baz puan civarında bir faiz indiriminin neredeyse kesinleştiği bilgisini paylaşan Gökdemir, Ziraat Bankası ve İş Bankası genel müdürlerinin dahi 350 baz puanlık indirim beklediğini ekliyor. İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran'ın "anlamlı bir indirim" beklentisi de dikkat çekiyor.
Küresel arenadaki gelişmelere değinen Rubil Gökdemir, Avrupa Merkez Bankası'nın faiz indirimlerine başladığını ve ABD Merkez Bankası'nın da bu yıl içinde 2 kez 25 baz puanlık (toplam 50 baz puan) faiz indirimi yapmasının beklendiğini belirtiyor. Avrupa ekonomilerinin sanayi kapasite kullanımı ve artış oran endeksleriyle toparlanma emareleri gösterdiğini ifade eden Gökdemir, ABD'de ise Trump'ın baskısına rağmen enflasyondaki kıpırdanmaların faiz indirimlerini sınırlayabileceğine dikkat çekiyor. ABD'de yetkililerin "Amerikan halkı ve şirketleri enflasyon ne olacak sorusunun baskısı altında kalmadan rasyonel kararlar verebilecek hale geldiklerinde biz hedefimize ulaşmış olacağız" ifadesi, enflasyonla mücadeledeki temel felsefelerini özetliyor.
Türkiye için yıl sonu tahminlerine gelen program sunucusu Ferit'in sorusu üzerine, Rubil Gökdemir, mevsimsel etkilerden de faydalanarak Temmuz ve Ağustos aylarında yüzde 1'lik enflasyonlar görmemiz halinde, yıl sonunda politika faizinin yüzde 36 civarına inebileceğini öngörüyor. Bu indirimin, döviz kaçışını önlemek ve TL varlıkların getirisini korumak için pozitif reel faizin de sürdürüleceği bir denge içinde gerçekleşeceğini belirtiyor. Bu durumun yılın son çeyreğinde Türkiye ve ABD borsalarında, hatta kripto varlıklar gibi riskli piyasalarda olumlu bir hareketlenme potansiyeli taşıdığını ancak piyasaların bu tür gelişmeleri veriler desteklediği takdirde önceden fiyatlayacağını ekliyor.
Piyasa beklentileri ve enflasyon verileriyle ilgili olarak, Temmuz ve Ağustos enflasyonlarının 1-1.5 civarında gelmesi durumunda, yüzde 30 civarında bir enflasyon oranı ve yüzde 36'lık politika faiziyle yüzde 6'lık bir pozitif reel faizin piyasaları dengeleyebileceği ve yatırımcı iştahını artırabileceği belirtiliyor. Ancak Rubil Gökdemir, TL getirilerinin stopajlar nedeniyle net gelir sağlamaması, yüzde 50 civarındaki getirilerin unutulması ve yüzde 36'lık getirilerin carry trade'cileri tatmin edip etmeyeceği konusundaki endişelerini dile getiriyor. Döviz kırılganlığının, Merkez Bankası'nın bağımsız kararlarını ne kadar etkileyeceği ise ölçülemez bir belirsizlik olarak karşımızda duruyor.
ABD'nin devasa borç yüküne dikkat çeken Gökdemir, 38 trilyon dolarlık hazine borcunun yüzde 4'lük faizle yılda 1.5 trilyon dolar faiz ödemesine yol açtığını ifade ediyor. Bu miktarın, bir ekonominin ödediği faizlerin savunma bütçesini geçmesi durumunda stratejik bir ekonomik güvenlik riski oluşturduğu küresel kriterlere göre ciddi bir sorun teşkil ettiğini belirtiyor. Trump'ın vergi indirimleriyle ekonomiyi canlandırmaya çalışırken, Fed Başkanı Powell'ı faiz indirimine zorlamasının sebebinin de bu devasa borç yükünü çevirmek ve büyümeyi artırmak olduğunu açıklıyor. Oysa ABD'nin yüzde 1.2'lik pozitif reel faizle bile zorlandığı bir ortamda, Türkiye'nin döviz kırılganlığı nedeniyle yüzde 12-13 gibi astronomik pozitif reel faizlere katlanmaya devam etmesi, akıl almaz bir eşitsizliği ortaya koyuyor.
Ekonomik uçurumun derinliğini gözler önüne seren Rubil Gökdemir, UBS raporlarına göre Türkiye'nin 2022-2023 yılları arasında servet dağılımı bozukluğunda ve servet transferinde dünyada açık ara rekor kırdığını aktarıyor. 2023'te dolar bazında servet artışının yüzde 63 olduğunu, 2024'te ise dolar milyoner sayısını artırma bakımından yine dünya birincisi olduğumuzu belirtiyor. Bu durumun gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da derinleştirdiğini vurgulayan Gökdemir, en alttaki grubun zorunlu harcamalarını bile yapamaz hale geldiğini, yüzde 20'lik bir kesimin açlık sınırının altında veya yarı aç yarı tok yaşadığını, buna karşılık yüzde 13'lük bir "tuzu kuru" kesimin varlığını ortaya koyuyor.
Konut piyasasına ilişkin Eurostat verileri ise tabloyu daha da vahimleştiriyor. Rubil Gökdemir'in aktardığına göre, 2015-2025 yılları arasında Türkiye'de konut fiyatları enflasyon 10 kat artmışken tam 21 kat artış göstermiş, bu alanda Macaristan'ın dahi (3.6 kat artışla) çok gerimizde kaldığını belirtiyor. Bu durumun ev sahipliği oranının düşmesine ve çok sayıda konut sahibi olanların sayısının artmasına yol açtığını vurguluyor.
Ülkedeki yaygın işsizliğe de değinen uzman yorumcu, geniş tanımlı işsizliğin ülke nüfusunun üçte birine denk geldiğini belirtiyor. Bu tablo karşısında siyasetin seçim dönemlerinde attığı adımların sürdürülemez olduğunu savunan Gökdemir, yüzde 8.5 politika faizi ortamında 15 trilyon TL'lik kredi havuzunun dağıtıldığını, doğalgazın zararına satılıp seçim sonrası yüzde 149 zamla acısının çıkarıldığını, iş gücünün milli gelirden aldığı payın geçici olarak zıplatıldığını örnek veriyor. Kamu istihdamındaki yüzde 300'lük artışın, genel istihdamdaki yüzde 40'lık artışın çok üzerinde olması, yorumcuya göre kamu kaynaklarının yandaşlara dağıtılması anlamına geliyor.
Devletin kamu görevlilerinin maaşlarını ödeyemez duruma geldiğini iddia eden Gökdemir, SGK'nın dahi eski dönemlerden çok daha vahim durumda olduğunu belirtiyor. Özellikle son dönemde konut kooperatiflerini vuran KDV artışını örnek veren Gökdemir, 22 Temmuz 2023'te 150 metrekare altındaki konutlar için yüzde 1 olan KDV'nin yüzde 10'a, üstündekilerin ise yüzde 20'ye çıkarıldığını söylüyor. Bu durumun, senelerce birikim yaparak ev sahibi olmaya çalışan vatandaşların konut teslimi sırasında 400-500 bin TL gibi ek KDV yüküyle karşılaştıklarında şoka girmelerine neden olduğunu aktarıyor. Gökdemir, bunun devletin, çırpınarak ev sahibi olmaya çalışanların gırtlağını sıkması olarak yorumluyor. Trafik cezalarının dahi ilk beş ayda yıl sonu hedefinin üzerine çıkması, devletin gelir toplama çabasını gözler önüne seriyor.
Bu denli ağır ekonomik ve sosyal sorunlar yaşanırken, toplumdaki tepkisizlik ve "korku imparatorluğu" Rubil Gökdemir ve Ferit arasında dikkat çekici bir konu olarak öne çıkıyor. Ferit, 90'lı ve 80'li yıllarda sendikaların ve vatandaşların haklarını aramak için eylemler yapabildiğini, Karabük işçilerinin dahi Ankara'ya kadar yürüyebildiğini ve kimsenin onları durdurmadığını hatırlatarak, günümüzdeki sessizliğe işaret ediyor. Rubil Gökdemir ise bir hukukçu olarak, yapılan yorumların dahi "adil yargılamayı etkileme" suçlamasıyla karşı karşıya kalma riskini taşıdığını ve bu durumun toplumsal bir boğulmaya yol açtığını belirtiyor. İzmir operasyonunda olduğu gibi, polis konvoyunun hareket etmeden önce filme alınması gibi olayların, yargının siyasi bir aygıta dönüştürüldüğü algısını güçlendirdiğini savunuyor.
Tüm bu veriler ışığında, Türkiye'nin sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasi anlamda da derin bir krizle karşı karşıya olduğu aşikar. Yorumcuların altını çizdiği gibi, servet dağılımındaki uçurum, artan yoksulluk, sanayinin rekabet gücünü kaybetmesi, konut edinme hayallerinin KDV duvarına çarpması ve toplumsal tepkisizliğe yol açan korku atmosferi, ülkenin sürdürülebilirlik açısından alarm verdiğini gösteriyor. Kamu kaynaklarının adeta bir havuz gibi dağıtılması, seçim kazanmak uğruna yapılan rasyonel olmayan harcamalar ve halkın zorunlu ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale gelmesi, bu tablonun vahametini gözler önüne seriyor. www.avazturk.com olarak bu haberde ortaya koyduğumuz gibi, Türkiye'nin içinden geçtiği bu süreç, sadece sayılarla ifade edilemeyecek, geleceği tehdit eden derin bir krizin ta kendisi. Bu kadar büyük sorunlar karşısında ülkenin rekabet gücünün kalmadığı, işsizlik rakamlarının ortada olduğu ve irrasyonel politikaların bedelinin tüm topluma ödetildiği bir tablo, akıllara tek bir soruyu getiriyor: Bu durum daha ne kadar sürdürülebilir? Bu kritik soru, ülkenin geleceğini belirleyecek ve acil bir değişimi zorunlu kılacak en büyük sır olarak tüm gerçekliğiyle önümüzde duruyor.