Dünyanın en güçlü ülkesi Amerika Birleşik Devletleri'nin temelleri nasıl atıldı büyük mücadelenin hikayesi

Dünyanın en güçlü ülkesi Amerika Birleşik Devletleri'nin temelleri nasıl atıldı büyük mücadelenin hikayesi

Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyanın en güçlü ülkesi olma yolculuğu 250 yıl öncesine dayanıyor. Avrupa'da yeni topraklar arayışıyla başlayan sömürgeleşme, İngiliz kolonilerinin bağımsızlık mücadelesine dönüştü. George Washington liderliğindeki Kıta...

Günümüzde tartışmasız bir dünya gücü olarak öne çıkan Amerika Birleşik Devletleri, askeri ve ekonomik gücünün yanı sıra kültürel etkisiyle de benzersiz bir hegemonyaya sahiptir. Tarihin gördüğü en büyük imparatorluklar olan Roma ve Britanya dahi, ABD'nin ulaştığı prestij ve etki düzeyine erişememiştir. Ancak bu devasa yapının temelleri, yalnızca 250 yıl önce, Avrupa'nın "Yeni Dünya" keşifleriyle atılmıştır. 15. yüzyılda başlayan bu keşif ateşine Britanya İmparatorluğu da katılmış ve Kral I. James'in desteğiyle 1607 yılında Amerika kıtasındaki ilk kalıcı İngiliz yerleşimi olan Jamestown kurulmuştur. Kralın adını taşıyan bu küçük kasaba, zamanla büyüyerek bugünkü ABD'nin çekirdeğini oluşturan 13 koloninin temeli olmuştur.

Yeni Dünya, Avrupa'da umduğunu bulamayan, gelecek kaygısı taşıyan, macera arayan veya hapishaneden çıkan suçlular için bir cazibe merkezi haline gelmişti. Farklı göç akınlarıyla zenginleşen bu bölge, Eski Dünya'nın karışıklıklarından uzakta, kendi içlerinde kurdukları demokratik düzen sayesinde hızla gelişme imkanı buldu. Bu istikrarlı büyüme, kolonilerin bağlı oldukları Britanya İmparatorluğu'na karşı ses yükseltmeye başlamalarına neden oldu. nihayetinde 1754'te Albany ve 1774'te Kıta Kongresi'ni toplayan koloniler, Britanya'ya karşı bir güç birliği kurmayı hedefliyordu. Sloganları bile hazırdı: "E Pluribus Unum" (Çoktan Tek Olmak). Bu slogan, birliğin güç olduğunu vurguluyordu. Hedefleri tam bağımsızlıktı, ancak bunun için bir savaş nedeni (casus belli) gerekiyordu. Daha fazla bilgi ve analiz için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Savaş nedeni, Britanya'nın kolonilere uyguladığı ağır vergilendirme politikalarıyla ortaya çıktı. Fransa ile girdikleri 1756-1763 Yedi Yıl Savaşlarından zaferle çıkan Britanya, büyük bir askeri başarı elde etse de ekonomik olarak zor durumdaydı. Londra, bu mali sıkıntıdan kurtulmak için kolonilere uygulanan vergileri artırmayı veya yeni vergiler koymayı planladı. Bu amaçla 1767 yılında Townshend Kanunları yürürlüğe konuldu. Bu kanunlar, sömürgelerdeki vali ve hakim maaşlarının doğrudan halktan alınacak vergilerle ödenmesini öngörüyordu. Bu durum Amerika'da büyük tepkiye yol açtı. Tepkilerin en bilineni, İngiltere'den gelen çay yüklü bir geminin Boston limanında halk tarafından basılarak çayların denize döküldüğü Boston Çay Partisi olayıdır. Bu olay, Bağımsızlık Savaşı'nın fiilen ilk kıvılcımı oldu.

1775 yılında, Amerikan tarihinin en ikonik figürlerinden biri olan George Washington, Kıta Ordusu'nun başına geçti. Washington, başlangıçta savaş deneyiminden yoksun olduğu için 35.000 kişilik ordusuyla İngiliz hedeflerine yönelik saldırılarda pek başarı gösteremedi. Küçük çaplı çatışmalarla geçen bu ilk dönemde, umduğunu bulamayan 13 koloni, Avrupa'nın diğer ülkelerinden yardım istemeye karar verdi. Ancak bu yardım hemen gelmeyecekti. Taleplerine cevap alamayan koloniler, kararlılıklarını tüm dünyaya göstermek amacıyla 4 Temmuz 1776'da Bağımsızlık Bildirgesi'ni yayınladılar. Bu tarih, günümüzde ABD'nin resmi bağımsızlık günü olarak kutlanmaktadır. Bağımsızlık ilanına rağmen çatışmalar devam etti ve Britanya barış önerilerini sürdürdü. Ancak bu öneriler reddedildi. General Howe komutasındaki Britanya kuvvetleri, 27 Ağustos'ta Long Island'da General Washington'ın kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Washington kuzeye çekilirken Manhattan İngiliz kontrolüne geçti. Bu ilk ciddi yenilgiye rağmen koloniler azim ve kararlılıklarını korudu. Bu tarihi gelişmeler hakkında daha derinlemesine bilgi almak için https://www.avazturk.com yayınlarını takip edebilirsiniz.

Aynı yıl içinde İngiliz General Lord Cornwallis, Washington'ın karargah olarak kullandığı Lee kalesine saldırdı ve Washington'ı Delaware nehrinin doğusuna püskürtmeyi başardı. Ancak kışın yaklaşması Cornwallis'in New Jersey'de ileri karakollar kurarak savunmaya geçmesine yol açtı. Bu durum, Washington için bir fırsat yarattı. 25 Aralık Noel gecesi, Britanya askerleri eğlenirken, General Washington Delaware nehrini geçerek Cornwallis'in Trenton'daki ana karargahına saldırdı. Bu ani baskın karşısında şaşıran Cornwallis zorlukla kaçabildi. İlerleyişini sürdüren Washington, Princeton'daki Britanya yedek kuvvetlerini de imha etti. Trenton ve Princeton zaferleri, Amerikan bağımsızlık mücadelesine yeni bir soluk getirdi ve Amerikalılar, Britanya'nın yenilmez olmadığını tüm dünyaya gösterdiler. Ancak İngilizler pes etmiyordu. Amiral Richard Howe, bölgeye gelerek komutayı devraldı. Chesapeake'te karaya çıkan Amiral Howe, 11 Eylül'de Brandywine Creek'te Washington'ın kuvvetlerini tekrar yenilgiye uğrattı ve iki hafta sonra o dönemin başkenti Philadelphia'yı ele geçirdi. Savaşta üstünlük İngilizlere geçmiş gibi görünüyordu. Washington, kışı geçirmek için Valley Forge bölgesinde karargah kurdu. Art arda gelen yenilgiler, Washington'ın ordunun yetersizliğini hissetmesine neden oldu. Germantown'da bir zafer elde etse de Kıta Ordusu'nun Britanya'ya karşı tam bir zafer kazanması zor görünüyordu. Bu sorunu çözmek için Washington, ünlü Prusyalı General Von Steuben'i Kıta Ordusu'nu eğitmesi için Amerika'ya davet etti. Davete olumlu yanıt veren Von Steuben hızla geldi ve orduya ciddi silah ve manevra eğitimleri verdi. Kısa sürede disiplini sağlayan Von Steuben, Amerikan ordusunu adeta yeniden inşa etti.

Von Steuben'in katkıları, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın dönüm noktalarından biri sayılabilecek Monmouth Muharebesi'nde kendini gösterdi. 1778'de gerçekleşen bu muharebede İngiliz birliklerini dağıtan General Washington, zaferi tamamlamak için Avrupalı müttefiklerinden daha fazla yardım istedi. 1775'ten beri gizlice cephane desteği sağlayan Fransa Krallığı, nihayet 1778'de ABD lehine savaşa dahil oldu. Bunu 1779'da İspanyol İmparatorluğu ve 1780'de Hollanda takip etti. Avrupa'dan gelen bu büyük destekle İngiliz birliklerini kuzeye süren Kıta Ordusu ve General George Washington, art arda zaferler kazanmaya başladı. Özellikle Fransa'nın sunduğu destek, savaşın sonucunu ciddi derecede Amerikan lehine etkiledi. Bağımsızlık mücadelesinin son büyük dönüm noktası Yorktown'da yaşandı. Trenton'da zor kurtulan İngiliz General Lord Cornwallis, kuvvetleriyle birleşerek Yorktown kalesine saldırdı, burayı karargah yaptı ve İngiltere'den takviye bekleme amacıyla savunmaya geçti. Bu sırada Washington, son darbeyi vurmak için hazırlıklara başladı. Ünlü Fransız General Comte de Rochambeau da Washington'a destek veriyordu. 28 Eylül 1781'de başlayan Yorktown kuşatması, 19 Ekim'de Amerikan ve Fransız birliklerinin zaferiyle sonuçlandı. Beklediği yardımı alamayan Lord Cornwallis, 7.000 kişilik ordusuyla beyaz bayrağı çekti. Yorktown kuşatması, kıtadaki son büyük muharebe olarak tarihe geçti. Bu olağanüstü gelişmeleri ve etkilerini https://www.avazturk.com adresinden detaylıca inceleyebilirsiniz.

Yorktown'dan sonra silahlı çarpışmalar daha çok açık denizlerde, ABD'nin Avrupalı müttefikleri ile Britanya donanması arasında devam etti. Silahların susmasının ardından, ABD ve Britanya İmparatorluğu arasında yoğun diplomatik temaslar başladı. İki yıldan fazla süren görüşmeler sonucunda, nihayet 3 Eylül 1783'te Paris Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre, Birleşik Devletler bağımsızlığını kazanarak Britanya'dan ayrı, müstakil bir devlet haline geldi. Britanya İmparatorluğu ise kuzeye, bugünkü Kanada topraklarına çekildi. Anlaşmanın imzalanmasından birkaç ay sonra, son Britanya askerleri 25 Kasım 1783'te New York'tan ayrıldı. Bu tarihi anın ardından, muzaffer komutan General Washington büyük bir törenle New York şehrine girdi. Zafer, mutlak olarak Birleşik Devletler'indi; Britanya, bir zamanlar kendine bağlı olan koloniler karşısında ağır bir yenilgi almıştı.

Bu zaferde, diğer Avrupalı devletlerin verdiği destek oldukça önemliydi. Amerikan Bağımsızlık Savaşı, orta ve uzun vadede tüm dünyayı derinden etkiledi. Savaşta ABD'ye destek veren Fransa ve İspanya, ekonomik olarak iflasın eşiğine geldi. Özellikle Fransa'da 1789'da patlak veren Fransız İhtilali, bu ekonomik ve siyasi iflasın bir sonucu olarak görülebilir. İspanya ise yaşadığı ekonomik buhranlar neticesinde Latin Amerika'daki geniş kolonilerini kaybetti. Yani Amerikan devrimi, dünyanın farklı bölgelerinde doğrudan veya dolaylı olarak büyük değişimlere yol açtı. Tarihte olaylar genellikle bir neden-sonuç ilişkisi içinde birbirini takip eder. Britanya'nın Yedi Yıl Savaşları'nın mali yükünü kolonilere yüklemek istemesi, kolonilerin başkaldırmasına ve nihayetinde Amerikan devrimine yol açmıştır. Bu karmaşık ve etkileyici neden-sonuç ilişkisini anlamak için https://www.avazturk.com adresindeki analizlere göz atabilirsiniz.

Amerikan devriminde, Kurucu Babalar (The Founding Fathers) olarak bilinen çok kritik ve önemli isimler rol aldı. Bunların en bilinenleri arasında John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, Thomas Jefferson, John Jay, James Madison ve ABD'nin ilk başkanı George Washington bulunmaktadır. 1776 Bağımsızlık Bildirgesi'nin hazırlanması, savaşın yönetimi, Paris Anlaşması müzakereleri, 1788'de ilan edilen Anayasa'nın yazılması ve yeni kurulan devletin yönetiminde bu isimler söz sahibi olarak tarihe geçtiler. Amerika Birleşik Devletleri, zaman içinde bir iç savaş yaşayacak, topraklarını Batıya doğru genişletecek ve yavaş yavaş bugünkü konumuna gelecektir. Amerikan Bağımsızlık Savaşı, sadece 13 koloninin bağımsızlığını kazanması değil, aynı zamanda dünya tarihinde yeni bir çağın başlangıcını simgeleyen, domino etkisi yaratan devasa bir olaydır.