Ekonomik Buhranın Şok Edici Nedeni Artık Sır Değil!

Ekonomik Buhranın Şok Edici Nedeni Artık Sır Değil!

Türkiye'nin ekonomik sıkıntılarının "gerçek" nedenleri hakkında yepyeni bir bakış açısı sunan bu çarpıcı haber makalesi, toplumsal kabulleri sorguluyor. Kuran'a aykırı davranışların nasıl geçim derdine yol açtığını ve sabır kavramının asıl anlamını bu...

Son günlerde sosyal medyada hızla yayılan ve yüz binlerce kişinin dikkatini çeken bir video, Türkiye'nin içinde bulunduğu hayat pahalılığı, yoksulluk ve geçim sıkıntısının ardındaki gerçek nedenleri sorgulayan cesur bir tartışma başlattı. "Hakkı YILMAZ" adlı YouTube kanalında yayınlanan "GEÇİM SIKINTISININ NEDENLERİ GÜNAHLAR MI?" başlıklı sohbet, mevcut ekonomik buhranın, yaygın inanışların aksine, işlenen günahlarla ilişkili olduğu iddiasını masaya yatırıyor. Ancak videoda sunulan bakış açısı, alışılagelmiş dinî söylemlerden oldukça farklı ve derinlemesine bir analiz sunuyor.

Sohbetin başında, ülkemizin karşı karşıya kaldığı enflasyon ve yoksulluğun, toplumun işlediği günahlar yüzünden olduğu yönündeki genel kanıya değiniliyor. Bu günahlar genellikle namaz kılmamak, oruç tutmamak, kadınların başörtüsü takmaması veya çarşaf giymemesi, erkeklerin sakal bırakmaması gibi fiillerle ilişkilendiriliyor. Ancak konuşmacı Hakkı Yılmaz, bu yoruma katıldığını belirtmekle birlikte, esas günahların sanıldığı gibi bu fiiller olmadığını sert bir dille ifade ediyor. Hatta iddia edilen bu "günahları" işleyen kişilerin çoğunda geçim darlığı veya fakirlik gibi sorunlar olmadığını, aksine zengin olduklarını vurguluyor. Bu durumun çarpıcı bir örneği olarak, meyhane işletenlerin, kaçakçıların, karaborsacıların, uyuşturucu baronlarının ve din tüccarlarının fakir değil, aksine zengin olduklarına dikkat çekiyor. Bu, toplumun "günah" olarak algıladığı şeylerin, ekonomik sıkıntılarla doğrudan bir bağlantısı olmadığını gösteren önemli bir detay. Nitekim, https://www.avazturk.com olarak bu paradoksun toplumsal sorgulamayı tetiklediğini düşünüyoruz.

Peki, eğer yaygın kabul gören bu fiiller değilse, Müslümanların yaşadığı fakirlik, yoksulluk, geçim sıkıntısı ve hayat pahalılığının gerçek nedeni olan günahlar neydi? Hakkı Yılmaz'a göre, bu günahlar bizzat Kur'an'da Allah'ın emrettiği şeyleri yapmamaktan ibaret. Konuşmacı, Müslümanların hayatına dair samimi bir inceleme yapıldığında, Allah'ın Kur'an'daki emirlerinin yaklaşık %90'ının yerine getirilmediğinin ortaya çıkacağını iddia ediyor. Bu ihmallerin en başında ise temel kavramların bozulması geliyor.

Bozulan kavramların başında ise "sabır" kavramı geliyor. Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde sabır, "acı, yoksulluk, haksızlık ve benzeri üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi" olarak tanımlanıyor. Ancak konuşmacı, İslam'da sabrın bu şekilde pasif bir bekleyiş olmadığını, aksine acı, yoksulluk ve haksızlık karşısında "direnç gösterme", "derdin, tasanın, belanın, musibetin üstüne gitmek" ve "hakkını hukukunu almak" anlamına geldiğini belirtiyor. Ona göre, acı ve yoksulluk karşısında ses çıkarmadan beklemek "zillet" ve "rezalet"tir, erdem değil. Kur'an'daki Bakara Suresi 155-157. ayetler, Allah'ın insanları korku, açlık, mallardan ve canlardan eksiklik gibi musibetlerle imtihan edeceğini, ancak bu musibetlerin insan eliyle geldiğini ve sabredenlerin müjdeleneceğini vurguluyor. Sabır, bu durumda, "Biz Allah içiniz ve Allah'a müracaat ediyoruz" anlamını taşıyor; yani yasaya başvurmak, yoksulluğun, korkunun, açlığın nedenini sorgulamak ve yargılamak. https://www.avazturk.com olarak bu tanımın, günümüzdeki pasif duruşun aksine, Müslümanları aktif bir mücadeleye çağırdığını görüyoruz.

Bu bağlamda konuşmacı, peygamberlerin de sabrı aktif bir şekilde uyguladıklarını, zorluklar karşısında gevşemeden, zayıf düşmeden ve boyun eğmeden savaştıklarını Ali İmran Suresi 146. ayetle destekliyor. Ayrıca, Allah'a ve elçisine itaat etmenin, çekişmemenin, korkuya kapılmamanın ve sabretmenin önemini Enfal Suresi 46. ve 66. ayetleriyle pekiştiriyor. Bu ayetler, sabredenlerin sayıca az olsalar bile çok daha kalabalık düşmanlara karşı zafer kazanabileceğini müjdeliyor, bu da sabrın bir güç ve eylem gerektirdiğini gösteriyor.

Makalede üzerinde durulan bir diğer önemli nokta ise Asr Suresi'nin (Asr 1-3) anlamı. İslam kültüründe büyük bir yere sahip olan ve "Kur'an'ın hiçbir ayeti inmeseydi dahi insanlığın selameti için yeterli olurdu" denilen Asr Suresi, insanlığın zararda olduğunu, ancak iman edenlerin, salih ameller işleyenlerin, birbirlerine hakkı tavsiye edenlerin ve sabrı tavsiye edenlerin bu durumdan kurtulacağını belirtiyor. Konuşmacı, Müslümanların bu emirleri yerine getirmemesi durumunda açlık, susuzluk ve geçim sıkıntısının kaçınılmaz olduğunu, hatta bir tür köleliğe doğru gidildiğini iddia ediyor. https://www.avazturk.com olarak, bu durumun sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk alanı olduğunu vurguluyoruz.

Asr Suresi'nin muradifi olarak Ali İmran Suresi 200. ayet de ele alınıyor. Bu ayet, kurtuluş ve felah bulmak için sabrın yanı sıra "sabrı işteş halde yapma" ve "birbirine kenetlenme, örgütlenme" şartlarını koşuyor. Müslümanların bu örgütlenme ve kenetlenme eksikliği, onların Allah'a havale ederek pasif bir bekleyiş içinde olmalarına yol açıyor, oysa din böyle bir pasifliği emretmiyor. Konuşmacı, Enfal Suresi 60. ayette Allah'ın Müslümanlara "dünyanın en iyi caydırıcı gücüne ve silahlarına sahip olun" emrini verdiğini hatırlatarak, mevcut güçsüzlüğün ve pasifliğin de bir günah olduğunu ima ediyor.

Bir diğer kritik nokta ise "salat" kavramının yanlış anlaşılması. Konuşmacı, salatın sadece şekilsel namaz olmadığını, aynı zamanda "kurumsallaşma" anlamına geldiğini belirtiyor. Meryem Suresi 59. ayette "salatı zayi edenlerin (yitirenlerin) her türlü belaya müstahak olacağı" ifadesi, bu kavramın önemini ortaya koyuyor. Bu bağlamda, Müslümanların yaşadığı tüm sıkıntıların, açlıkların ve geçim derdinin asıl nedeninin, Allah'ın ayetlerini (özellikle salat gibi temel emirleri) terk etme günahı olduğu vurgulanıyor. Bu derinlemesine analiz, https://www.avazturk.com olarak, dinî emirlerin sadece bireysel değil, toplumsal ve kurumsal boyutlarını da ele almamız gerektiğini gösteriyor.

Sohbetin ikinci kısmı, Uganda'dan gelen İlahiyatçı Haşim Hoca'nın Ramazan ayında şeytanın bağlanmasıyla ilgili sorusuna ayrılıyor. Haşim Hoca, eğer Allah Ramazan'da şeytanı bağlayabiliyorsa, neden Ramazan bitince onu tekrar serbest bıraktığını soruyor. Konuşmacı, bu inanışın Kur'an'dan uzaklaştırılmış ve Peygamber'e atfedilmiş bir hadisten (Tirmizi) kaynaklandığını belirtiyor. Bu tür rivayetlerin, orucun ve Ramazan ayının gerçek amacından uzaklaştırıldığını savunuyor.

Peygamberin şeytanla boğuşup onu direğe bağlamak istemesi ancak Hz. Süleyman'ın duası nedeniyle vazgeçmesi gibi Buhari'de geçen başka bir rivayetin de "abartı uydurmalar" olduğunu ifade ediyor. Konuşmacı, bu tür söylentilerin bir kenara bırakılması gerektiğini, zira şeytanın insana herhangi bir yaptırım gücü olmadığını net bir şekilde dile getiriyor. Kur'an'a göre, şeytana uymak tamamen insanın kendi iradesine bağlı bir seçenektir. Nahl Suresi 99-100. ayetleri, iman etmiş ve işlerinin sonucunu Allah'a havale eden kimseler üzerinde şeytanın zorlayıcı bir gücü olmadığını açıkça belirtiyor.

Asıl önemli olanın, şeytandan Allah'a sığınmanın yolu olduğu vurgulanıyor. Araf Suresi 200. ayet, şeytandan bir vesvese geldiğinde hemen Allah'a sığınmayı emrediyor. Bu sığınma, "Allah'ım koru" demekten öte, Kur'an'ı eline alıp o konuyla ilgili ayeti bulmakla gerçekleşir. Mümin Suresi 96-98 ve Nahl Suresi 98. ayetler de şeytanın kışkırtmalarından ve kötü düşüncelerinden Allah'a sığınmayı emrediyor. Bu, aktif bir şekilde Kur'an'a yönelmek ve onun öğretileriyle korunmak anlamına geliyor. https://www.avazturk.com olarak, bu yaklaşımın, pasif kabullerin ötesinde, bireysel sorumluluğu ve Kur'an'la interaksiyonu öne çıkardığını görüyoruz.

Sonuç olarak, konuşmacı, Ramazan ayında orucun temel amacının insanı "takvaya" ulaştırmak olduğunu belirtiyor. Takva, Allah'ın koruması altına girmek, yani tüm işleri Kur'an'daki ölçüler çerçevesinde yapmak anlamına geliyor. Takvanın maddeleri arasında şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, inkarcılarla mücadele etmek, sosyal ve zihinsel destek kurumları oluşturmak gibi birçok ilahi emir bulunuyor. Orucun diğer amaçları ise Allah'ın büyüklüğünün bilincine varmak ve Allah'ın verdiği nimetlere şükretmek. Hakkı Yılmaz, hasta veya yolculukta olanların oruç tutmamasının nedeninin de, bu amaçlara ulaşamayacak olmaları olduğunu ifade ediyor. Özetle, Ramazan ayında Kur'an'ı iyi anlayan ve İslam'ı iyi anlayanlar, orucun bu gerçek amaçlarını gerçekleştirdiğinde günah işlemezler, çünkü şeytan onları etkileyemez. Bu "işteşlik" veya "grup terapisi" gibi bir etki yaratarak insanları iyiye yönlendirir.

Hakkı Yılmaz'ın bu derinlemesine analizi, Türkiye'nin ve tüm Müslüman toplumlarının içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların kaynağını yeniden tanımlıyor. Geleneksel, şekilsel din anlayışının ötesine geçerek, Kur'an'ın emrettiği çalışma, sabır (direnç), örgütlenme, kurumlaşma ve toplumsal dayanışma gibi temel prensiplerden uzaklaşmanın, bugünkü darlığın ve sıkıntıların asıl nedeni olduğunu ortaya koyuyor. Bu bakış açısı, bireylerin ve toplumların pasif bekleyişten çıkarak, ilahi emirlere uygun, aktif bir yaşam sürmeleri gerektiği mesajını güçlü bir şekilde veriyor.