Hakkı Yılmaz'dan "Allah" Analizi ve Bilimsel Bağlantılar
Kuran'daki temel kavramları ele alan Hakkı Yılmaz, "Allah" isminin kökenini, anlamını ve eşsiz niteliklerini derinlemesine inceliyor. Tek İlah inancının mantıksal ve bilimsel temelleriyle birlikte, modern bilimin Allah'ın varlığını nasıl açıklayabileceğin
İslam dininin ve Kuran'ın en temel ve merkezindeki kavram şüphesiz ki "Allah"tır. Ancak bu ismin ne anlama geldiği, kimin özel ismi olduğu ve bu ismin sahibinin niteliklerinin neler olduğu konuları, zaman zaman yüzeysel kalabilen bilgilerle ele alınır. Hakkı Yılmaz, Kuran ve İslam programları serisinde, Kuran'daki önemli kelime ve kavramları derinlemesine incelemeye başlıyor ve ilk olarak "Allah" kavramına odaklanıyor. Amacı, Kuran'ı ve dini daha iyi öğrenebilmek için bu temel yapı taşlarını detaylandırmak. Daha önce 600'e yakın kavramı ele aldığı "Kur'an'daki Önemli Kelimeler ve Kavramlar" adlı bir kitap da yayınladığını ve bu kitabın ücretsiz olarak dağıtıldığını belirtiyor. Bu yeni serinin ilk bölümünde ise "Allah" sözcüğünün ne anlama geldiği, kim olduğu ve kimin bu ismi verdiği gibi sorulara yanıt arıyor, ancak teknik detayları kitaba bırakarak konuyu öz olarak sunmayı hedefliyor.
Hakkı Yılmaz'a göre, "Allah" sözcüğü bir özel isimdir (lafzatullah). Evreni yaratan, tüm övgülere layık olan, evreni idare eden, noksan sıfatları olmayan ve tamamen kemal sıfatlarıyla donanmış olan o özel zâtın ismidir. Diğer isimler gibi Ali, Veli gibi kişilere verilen özel isimlere benzemez. Allah'ın diğer isimleri olarak bilinen Esma-ül Hüsna (en güzel isimler) ise aslında Allah'ın sıfatları, yani evrendeki tasarruflarını, uygulamalarını ve tecellilerini ifade eden sözcüklerdir. Bunlar, dünyadaki ilah veya tanrı anlayışlarından farklıdır; çünkü Esma-ül Hüsna'daki isimler yabancı dillerdeki Tanrı, God, Dieu gibi kelimelerin karşılığı gibidir ve bunlar özel isim değil, sıfatları ifade eder. Oysa Allah sözcüğü, varlığı zorunlu olan (vacib-ul vujud) ve tüm övgüleri hak eden zâtın öz ismidir. Bu özel isim tektir ve Arapça'da cins isimlerin aksine ikili (tesniye) veya çoğul (cemi) formu yoktur; yani "iki Allah" veya "Allahlar" gibi bir ifade kullanılamaz. Bu isim, evreni yaratan, yöneten, tüm övgülere layık olan, en güzel isim ve sıfatların sahibi olan ve her türlü noksanlıktan uzak zâtın özel ismidir. avazturk.com
gibi yayın platformlarında da bu tür kavramsal ayrımların netleştirilmesi, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasına yardımcı olur.
Peki, bu ismi Allah'a kim verdi? Hakkı Yılmaz'ın Kuran incelemesinden çıkardığı sonuç çarpıcıdır: Bu ismi Allah'a Allah'ın kendisi vermedi. Bu isim Arapça'dır ve Arapça olduğuna göre bu ismi Allah için Araplar uygun gördü. Kuran ayetleri incelendiğinde, Peygamberimizin geldiği ortamdaki tüm müşriklerin zaten Allah inancının olduğu görülür. Onlara evreni kimin yarattığını, yağmuru kimin yağdırdığını sorsan "Allah" diyeceklerdi. Onların sorunu, Allah'ın rububiyyeti (yönetimi, idaresi) ve edindikleri diğer ilahlarla ilgiliydi. Evreni Allah'ın yarattığını kabul ediyor ama yönetimine O'nun karışmadığını, yönetimi kendilerinin yaptığını düşünüyorlardı. Öyleyse, evreni yaratan zâtın kimliğinin adını Araplar "Allah" olarak adlandırdı; bu ismi Allah'ın kendisi vermedi ve Kuran indiğinde de "bundan sonra o zâtın adı Allah'tır" gibi bir öğreti söz konusu olmadı.
"Allah" sözcüğünün kökeni ise "el-ilah" kelimesine dayanır. "İlah" sözcüğü, "kulluk edilen" veya "ibadet edilen" anlamlarına gelir ve köken olarak "örtünmek, gizlenmek, alışmak, kulluk etmek" fiillerinden gelir. İlah kelimesi cins isimdir ve bu nedenle ikili ve çoğul formları vardır; "iki ilah" veya "ilahlar" denebilir. Kuran'a baktığımızda, müşriklerin putlarına da "ilah" dendiği görülür. Öyleyse "ilah" sözcüğü hem batıl inançlardaki sahte ilahlar için hem de Hak ilah olan Allah için kullanılan bir cins isimdir. Araplar, bu "ilah" sözcüğünün başına, diğer ilahlardan ayırt etmek için "el-" takısını (laam-ut tarif) getirdiler ve "el-ilah" dediler. "El-ilah" denile denile, Arap dilinde bu sözcük "Allah" şekline dönüştü ve kalıplaştı. Tıpkı yabancı dillerden Türkçeye geçerken bazı kelimelerin telaffuzunun değişmesi gibi.
İnsanlar, ihtiyaçlarına göre (yağmur, soğuktan korunma, bereket, şifa gibi) birçok farklı "ilah" edindiler. Bu durum, şirkin yani Allah'a ortak koşmanın ortaya çıkmasına neden oldu. İnsanlar, Allah'ın tasarruflarını veya niteliklerini başka varlıklara (putlara, insanlara, cinlere, şeytanlara) aktardılar. Halbuki Kuran, insanlığın uydurmuş olduğu tüm bu ilahları reddeder. Tevhid akidesi (Allah'ın birliği inancı) "La ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) ilkesiyle bunu netleştirir. Bu ilke, cinsini nefyeden "la" ile ne kadar "ilah" cinsi varsa hepsini reddeder. Sadece ilah olarak tanınacak, kulluk yapılacak, yardım istenecek, ihtiyaçları gideren, amelin karşılığını veren, huzur ve rahatlık bahşeden tek zât Allah'tır. avazturk.com
gibi platformlarda bu tevhid inancının kökenleri ve anlamı üzerine yapılan tartışmalar toplumsal bilincin oluşması açısından önemlidir.
Hakkı Yılmaz, birden fazla ilahın olmasının zaten mantıken ve aklen de mümkün olmadığını vurgular. Bu konuda Kuran'ın Enbiya Suresi 21-24 ve Müminun Suresi 91-92. ayetlerine işaret eder. Enbiya 22'de Rabbimiz der ki: "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, kesinlikle ikisi de kargaşa içinde olurdu, düzenleri bozulurdu". Bu durum, tıpkı bir ülkede birden fazla cumhurbaşkanının, bir ilde birden fazla valinin veya bir belediyede birden fazla belediye başkanının olmasının işleri yürümez hale getireceği gibi bir kaosa yol açardı. Müminun 91-92'de ise: "Allah çocuk diye bir şey edinmemiştir. Onunla beraber hiçbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kesinlikle kendi oluşturduğu şeyle birlikte gider ve kesinlikle diğerleri üzerine üstün olurdu" buyurulur. Birden fazla güç olduğunda, iktidar savaşı kaçınılmaz olur, biri diğerini alt etmeye çalışır. Bu çekişme, tarihte görüldüğü gibi memleketi ve milleti felakete sürükler. Tek bir merkez, tek bir güç olmadığı takdirde kargaşa ve çöküş yaşanır. Bu ayetler, akıl ve mantıkla da Allah'tan başka ilahın olamayacağını anlamamıza ışık tutar.
Hakkı Yılmaz, Kuran metinlerine ihtiyaç duymadan da Allah'ın nasıl bir zât olması gerektiğini aklen düşünebileceğimizi söyler. Evreni yaratan ve idare eden bir zât nasıl bir kimlikte olmalıdır? İnsanın aklı, evreni yaratan kozmik bir güce inanmaya zorlar ve bu gücün nitelikleri üzerine düşünmeye başlar. Tıpkı bir kenti idare edecek belediye başkanı, bir ülkeyi idare edecek cumhurbaşkanında ne gibi özellikler olması gerektiğini düşündüğümüz gibi. İnsan aklı, ister istemez birtakım zorunlu özellikleri ve güzellikleri bu zât için de önüne getirecektir. avazturk.com
gibi düşünce platformları, bu akli ve mantıksal sorgulamaların yapılmasına zemin hazırlayarak okuyucuların daha derinlemesine düşünmelerini teşvik edebilir.
Neyse ki Kuran'ımız bize Allah'ın zâtı ve kimliği hakkında bilgi vermiştir. İhlas Suresi ("Kul huwallahu ehad, Allahussamed..."), Ayetel Kürsi (Bakara 255) ve Haşr Suresi 22-24. ayetler gibi pasajlar, Allah'ın kimliğini ve niteliklerini tanıtır. Geleneksel olarak zati (zâtına ait) ve subuti (fiilleriyle ilgili) sıfatlar olarak sınıflandırılan bu nitelikler, aklen de zorunlu olan özelliklerdir. Zati sıfatlardan bazıları şunlardır: Beka (sonsuz olması, ölümlü olmaması), Kıdem (ezeli olması, sonradan yaratılmamış olması), Kıyam bi nefsihi (kendi kendine ayakta durması, kimseye muhtaç olmaması), Vahdaniyet (tek olması), Muhalefetün lil-havadis (yaratılmış hiçbir şeye benzememesi). Subuti sıfatlardan bazıları ise şunlardır: Kudret (çok güçlü olması), Sem' (her şeyi duyması), Basar (her şeyi görmesi), Hayat (canlı olması), Tekvin (yaratabilmesi), Kelam (konuşabilmesi, özellikle insanlarla iletişim kurabilmesi), İlim (her şeyi bilmesi), İrade (plan yapabilmesi). Hakkı Yılmaz, Kuran'da bu ayetler olmasına rağmen, her aklı başında insanın evreni idare edenin bu nitelikleri taşıması gerektiğini aklen kabul etmesi gerektiğini yineler.
Peki, Allah nasıl bir varlıktır ki onu göremiyoruz, duyamıyoruz veya laboratuvarda gözlemleyemiyoruz? Hakkı Yılmaz bu noktada Ziya Paşa'nın sözünü hatırlar: "İdraki meali bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez". Bizim bilgimiz ve yaşamımız üç boyutlu alemle sınırlıdır. Görmemiz, duymamız gibi bilgi kaynaklarımız sınırlıdır. Bu ölçüler dahilinde Allah'ı tam olarak idrak etmemiz mümkün değildir. Aklımız ve idrakimiz sınırlıdır. Kuran'da da En'am Suresi 103. ayette "Gözler ona yetişemez (idrak edemez), o ise gözlere yetişir (idrak eder)" buyurulur. Allah'ın ilmi her şeyi kapsar ama insanlar Allah'ın zâtını bilemez. Hakkı Yılmaz, tıpkı bir kameranın sistemini ve iç yapısını aklının ve bilgisinin idrak etmeye yetmediği gibi, insanlığın şu anki aklının da Allah'ın zâtını idrake yeterli olmadığını ifade eder. avazturk.com
gibi mecralarda bu tür felsefi ve teolojik sınırlılıklar üzerine yazılar, okuyucunun düşünsel ufkunu genişletebilir.
Musa Peygamber'in Allah'ı görmek istemesi de bu durumu gösterir. A'raf Suresi 143. ayette Musa, "Rabbim, bana kendini göster de sana nazar edeyim" der. Hakkı Yılmaz buradaki "nazar etme"nin sadece fiziksel görmek değil, incelemek, nazariye (teori) geliştirmek anlamına geldiğini yorumlar. Allah ona "Beni asla göremezsin, fakat dağa bak" der. Dağ yerinde durursa o zaman belki beni görebilirsin buyurur. Hakkı Yılmaz'ın yorumuna göre bu, Allah'ın Musa'ya "Sen aklınla, bilginle bir dağı bile tam olarak inceleyip yapısını, kimyasını, fiziğini anlayamazken, o sınırlı bedenin ve bilginle beni nasıl inceleyeceksin?" demesidir. Anlama sınırımızı gösteren bir örnek olarak, farklı hayvanların aynı ortamda beslenip farklı dışkılamasının nedenini bilmeyen kişinin kuantum fiziği veya kimya konuşmak istemesini konu alan bir fıkrayı da aktarır.
Allah nerede? Uzakta mı? Kuran bize Allah'ın nerede olduğu konusunda da bilgi verir. Kaf Suresi 16. ayette Allah'ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu belirtir. Hadîd Suresi 4. ayette ise gökleri ve yeri yaratıp arşa istiva ettikten sonra, yeryüzüne gireni çıkanı, gökten ineni çıkanı bildiğini ve "Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir" buyurulur. Mücadele Suresi 7. ayette ise üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsünün, beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısının O olduğunu ve az veya çok nerede bulunurlarsa bulunsunlar O'nun onlarla beraber olduğunu bildirir. Geçmişte bu ayetler genellikle Allah'ın ilminin, gücünün ve kuşatıcılığının bizimle beraber olduğu şeklinde anlaşılıyordu.
Ancak Hakkı Yılmaz, modern bilimin bu konuda farklı bir boyut açtığını iddia eder. Necm Suresi 6. ayette geçen ve pek bilinmeyen bir niteliğe dikkat çeker: "Zümerâ" ifadesi. Hakkı Yılmaz'a göre bu kelime "Üstün Akıl sahibi" demektir. Bu, Allah'ın en önde gelen Esma-ül Hüsnası'ndan biridir. Bu "üst akıl" kavramını modern bilimdeki gelişmelerle ilişkilendirir. Batılı bilim adamlarının, özellikle kuantum fiziği alanındaki araştırmalarında, atom altı maddelerin ve atomların birbiriyle bağımlı ve haberleşir olduğunu tespit ettiklerini söyler. Alain Aspect'in 1982'deki deneyi gibi bilimsel çalışmaların, her zerrenin uzaktaki veya yakındaki diğer zerrelerle kesinlikle irtibat halinde olduğunu, bir yerden kontrol edildiğini gösterdiğini belirtir. Tıpkı uzaktan kumandayla cihazları kontrol etmek gibi.
Hakkı Yılmaz'a göre, bu bilimsel bulgular, Allah'ın bize şah damarımızdan yakın oluşunu veya "nerede olursanız olun O sizinle beraberdir" ifadesini sadece bilgi veya güç açısından değil, doğrudan dokunuş ve doğrudan kontrol açısından anlamamız gerektiğini gösterir. Vücudumuzun her zerresi, her hücresi, içindeki atomlar ve atom altı maddeler bile bu kontrol altındadır. Allah'ın "Zümerâ" yani Üstün Akıl sahibi sıfatının bu noktalarda tecelli ettiğini düşünür. Geçmişte Allah konusu metafizik (fizik ötesi) bir olay olarak görülürken, Hakkı Yılmaz'ın kanaati, çok yakın zamanda bilim adamlarının Allah inancını ve Allah'la ilgili konuları metafizik olmaktan çıkarıp bize farklı bilgiler vereceği yönündedir. avazturk.com
olarak, bu tür bilimi ve inancı bir araya getiren analizlerin takip edilmesinin entelektüel gelişim açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Hakkı Yılmaz, Allah'ın diğer nitelikleriyle ilgili gerekli açıklamaların bizzat Kuran tarafından verildiğini belirterek sunumunu sonlandırır.